10 Temmuz 2013

ADAMSILAR, ADAMCIKLAR…

ile Hami KARSLI

            Genelde “insan” anlamında kullanılan adam sözcüğünün Türkçe sözlükte 11 farklı anlamda kullanıldığını, bunun dışında, bu sözcükle yapılmış çokça tamlama olduğunu görüyoruz.

            “Gibi” ilgeçiyle (edatıyla) yapılan, “adam gibi” benzetmesi “insana yakışır bir biçimde”, “işe yarar, iyi, iyice” anlamında kullanılır. Örneğin, “adam gibi adam”.

            Türk dilbilgisinde kullanılan bazı ekler, bir sözcüğe farklı anlamlar da katar.

            Örneğin, (-msı) eki “benzerlik” “gibilik” anlatır.

            “Adamımsı” dediğimiz zaman, aslında onun adam olmadığını ama görünüşte adama benzediğini anlarız.

            (-cık) eki ise, kullanıldığı yere göre, sözcüğe “küçültme”, “acıma ve sevgi”, “zavallılık”, “küçümseme” anlamları katar.

            Ben, başlıkta kullandığım adamcık sözcüğünü, bazı adamları anlatırken zavallılık, küçümseme anlamları katmak için kullandım.

***

            Adamcık, ilkokulda öğretilen Türk Dili’nin en temel kurallarını bile bilmiyordu. Ama yazılar yazıyor, bunları yayımlıyordu.

            Devlet yönetimini kim elinde bulunduruyorsa, devlet gücünü kullanma yetkisi kimde ise hep onun yanında yer alıyordu.

            Güçsüzlerin yanında kabadayı, çıkar sağladığı güçlülerin karşısında şaklaban oluyordu.

            Bir gün kendisine, yurduna – ulusuna ihanet eden bir hayından söz ediyordum.

            Bana, “Ne yani” dedi. “Atatürk’te başarılı olmasaydı, o da hain olurdu!”

            Adamcık, hayınlığın ne anlama geldiğini bilmiyordu!

***

            Adamcık, yoksul bir aileden geliyordu. Hukuk öğrenimi görmüş, varsıl bir ailenin kızıyla evlenmişti. Önemli ve onurlu bir devlet görevinde iken ayrılmış, daha çok para getiren ama daha az saygınlığı olan bir işe girmişti.

            Adamcığın dini, imanı paraydı.

            Kendisine çıkar sağlayan herkese gülücükler dağıtırdı.

            Devlet görevinde iken gördüğü saygınlığı kaybetmiş ama kendisine evler, arabalar almıştı.

            Adamcık, ev araba sahibi olmayı saygın bir kişi olmaya yeğlemişti!

***

            Adamcık, emekli bir askerdi.

            Ona göre iki sınıf insan vardı:

            1-Kendisinden çıkar sağlayabileceği, sömürebileceği insanlar,

            2- Çıkar sağlayamayacağı, sömüremeyeceği insanlar!

            İkinci sınıf insanlara selam bile vermezdi.

            Çıkar sağladığı, sömürdüğü insanlar yoksullaşmışsa, onlarla ilişkisini hemen keserdi.

            Her olay karşısında, “Bundan, benim çıkarım ne olacak?” derdi.

            Askerde komutanlık yaptığı erlere gider, onlardan bir şeyler elde etmeye çalışırdı.

            Karşılıksız kimseye bir şey vermezdi. İçtiği sigarayı cebinden tek tek çıkarır, paketini ortaya koymazdı.

            Yeni bir ev yaptırmış, kapısını gelebilecek konuklara, dostlara kapatmıştı.

            Adamcık, üç kuruşluk çıkarı için, dostsuz kalmayı, yalnızlığı yeğlemişti.

***

            Adamcık, bir yakınının yardımıyla birkaç kez Amerika’ya gitmiş, birazcık İngilizce öğrenmiş, New York kentinde bulunmuştu.

            Tıp Doktoru olan yakını ölünce, artık Amerika’ya gitme şansını yitirmişti.

            Her konuşmasına “Ben Amerika’dayken…” diye başlıyor, doğduğu, büyüdüğü yerleri beğenmiyor, çevresindeki insanları küçümsüyor, ilkel buluyordu.

            Övülmek, ön plana çıkmak istiyor, ancak yetenekleri ve bilgisi buna elvermiyordu.

            Bazen konuşurken İngilizce bir sözcük kullanıyor, sonra da, “Türkçede ne denir, anımsayamadım” diyordu.

            Adamcık, yurtseverliği, ulusseverliği yadsımış, Amerika hayranlığını yeğlemişti.

***

            Adam, kentin en eski ailelerindendi.

            Okumayı seviyordu.

            Kendini dogmaların bataklığından kurtarmış, eleştirel aklın yol göstericiliğini yeğlemişti.

            İlkeleri vardı. Sözünde ve davranışlarında doğru olanı yapmaya özen gösterirdi. Doğduğu kenti, yurdunu, ulusunu seviyordu.

            İnsanlardan uzakta, ufak bir kulübede yaşıyordu.

            Hiç kimseden kişisel bir istekte bulunmuyor, elindekilerle yetinmeye, mutlu olmaya çalışıyordu.

            Verdiği sözleri yerine getiriyor, yerine getiremeyeceği sözleri vermiyordu.

            Kimseye yalakalık yapmıyor, çok ağır bedeller ödese bile dik durmaya, yürekli olmaya çaba gösteriyordu.

            Üç kuruşluk çıkarı için dostlarını satanlardan, ciğeri beş para etmeyen insanlar karşısında eğilenlerden, bir kavgada arkadaşlarını yüzüstü bırakanlardan, ‘sevmek’ fiilini bilmeyenlerden, ‘tekmeleyen ayağı öpenlerden’ tiksinirdi.

            Çok iyi eğitim almış bir oğlu vardı. Çalıştığı yabancı şirket kapanınca işsiz kalmış, başvurduğu yerlerde iş bulamamıştı.

            Bir gün bir arkadaşı, “Bak dedi, falan adam, hiç eğitim almamış, salak salak gezen oğlunu          falan işe yerleştirdi. Şimdi o yeteneksiz salak oğlan, bir eli yağda, bir eli balda yaşıyor. Sen de oğlunu oraya yerleştirebilirdin” dedi.

            Adam acı bir gülümsemeyle, “Bir duvar yazısı vardır, bilir misin” dedi:

            –Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak istiyorsan, nabzına değil, onuruna bakacaksın. Duruyorsa yaşıyordur!”