04 Eylül 2013

“KADININ BEDENİ SÜSTÜR!”

ile Hami KARSLI

 

27 Ağustos 2013 günlü Cumhuriyet gazetesinde bir haber:

“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dini konularda en yüksek karar ve danışma organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu’nun üyesi Prof. Dr. Halil İbrahim Karslı, Kuran’ın kadınlara örtünmeyi emrettiğini belirterek, çünkü kadının bedeni bir süstür, dolayısıyla değerlidir ve korunması gerekir!”

Açıkça söylemeliyim ki, haber, ilk önce öznesi olan kişinin soyadı bakımından ilgimi çekti. “Karslı” soyadını taşıyan Prof. Dr. Halil İbrahim Karslı kimdi?

Telefonla, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Öğretim Üyesi Emekli İmam, Yar. Doç. İlyas Karslı Bey’i aradım. İlyas Bey’le “soyadı benzerliği” dışında bir yakınlığımız yoktu. Bana, Din işleri Yüksek Kurulu’nda Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı’nın bulunduğunu, “Halil İbrahim Karslı” yı tanımadığını bildirdi.

Daha sonra internette de yaptığım araştırmada, Cumhuriyet’in haberindeki kişinin, Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nde Doç. Dr. Unvanıyla görev yaparken Din İşleri Yüksek Kurul Üyeliği’ne atanan, Başbakan’ın hemşerisi, Güneysu İlçesi’nden (Potomya’dan) İbrahim Hilmi Karslı olduğu kanısına vardım.

İbrahim Hilmi Karslı ile benim hiçbir akrabalık bağımın olmadığını dostlarıma duyururum!

***

            İslam hukuku ile ilgili bir sorunun, dinî hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan, şeyhülislâm veya müftü tarafından verilebilen belgelere, Arapça bir sözcükle “fetva” denilir.

Günümüzdeki fetva kurumu ise 16 üyeden oluşan Din İşleri Yüksek Kurulu’dur.

İslam dininin kurallarıyla yönetilen ülkelerde, yargıçların verdiği kararlar da “fetva” niteliği taşır.

            Din erkine dayalı (teokratik) bir yapıda olan Osmanlı Devleti’nde Müslüman halk, din kurallarına (şeriat) göre yönetilirken, yabancı ve azınlıklar ise, onlara verilen ayrıcalıklar (kapitülasyonlar) nedeniyle, kendi hukuk kurallarını uyguluyorlardı. Yani, Osmanlı’da hukuk birliği yoktu.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti; din toplumu (ümmetçilik) yerine Türk Ulusalcılığı’nı benimsemesi, “Mecelle” adı verilen yasanın sorunları çözmede yetersiz kalışı, hukukta ikiliğin ortadan kaldırılması ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş bir yapıya kavuşturma düşüncesi nedeniyle hukuku laikleştirmiştir.

Günümüz Türkiye Cumhuriyeti hukukunda “fetvalara” yer yoktur!

***

            Başbakan’ın hemşerisi, fetvacı Prof. Karslı, Diyanet’in yayın organında yayınlanan “Tesettür Emri ve Kadın” başlıklı makalesinde şu yorumu yapıyor:

“…Aydınlanma süreci insanın dini değerlerden kopması, kendi kendisini kutsaması sonucunu doğurdu. Her alanda özgürlük, insana verilen değerin bir yansıması olarak görüldü. Dolayısıyla örtünme, kadının örgütlüğünün önünde bir engel kabul edildi. Geleneksel uygulamaları terk ettiği ölçüde insanın özgürleşeceği düşünüldü. Belki de insanlık tarihinde ilk defa müstehcenlik bu denli sosyal bir görünüm kazandı ve dünyanın hâkim kültürü haline geldi. Bütün bunlar, kadının bedeni üzerinden yapıldı. Onun kişiliği değil, dişiliği öne çıkarıldı.”

Şu yorumun çarpıklığına bakar mısınız?

“Aydınlanma devrimi, kadının kişiliğini değil, dişiliğini öne çıkarmış!”

            Adının başına prof. sanı (unvanı) eklenmiş bir kişinin Aydınlanma Devrimi’ni bilmemesi ya da bilerek bu denli çarpıtması ne kadar üzücü!

Bir kadının dişiliğini öne çıkarıp çıkarmaması kendine ait bir davranıştır.

Kadının kişiliğini kazanması ise, tartışmasız Aydınlanma Devrimi’nin sonucudur.

            Kadın bedenini bir süs gibi gören ve onu erkeğe göstermemek için örtmek (tesettür) gerekir diyen anlayış, düşünüş ise ruhsal yönden bir dengesizlik, hastalık belirtisidir!

***

            18. yüzyılda, eski, geleneksel ve değişmez kabul edilen ön yargıların, varsayımların, kör inançların yerini akılcı düşünceye bıraktığı tarihsel döneme Aydınlanma Çağı, Aydınlanma Devrimi diyoruz.

Yenidendoğuş (Rönesans) ve Düzeltim (Reform) akımlarıyla başlayan Aydınlanma Devrimi’nin her ülkede önderleri vardır.

Fransa’da Descartes, Almanya’da Leibniz, Britanya’da Locke Aydınlanma Çağı’nın en çok bilinen ünlüleridir.

Kant, aydınlanma devrimini “aklı kullanma cesareti” diye tanımlar.

Tanilli,Aydınlanma, aklın mahkemesinin kurulmasıdır” der.

Türk Aydınlanma Devrimi’nin en büyük önderi ise Mustafa Kemal Atatürk’tür!

***

            Eski Türkler’de, devlet yönetiminde, kalıtta (mirasta), aile yaşamında kadınların sözleri geçerliydi.

Osmanlı Devleti’nde ise, İslâmiyet’in etkisiyle kadınlar birçok haktan yoksundular.         Nüfus sayımında sayılmıyorlar, yüzlerini peçe ile örtüyorlar, evlenme, eşlerinden ayrılma ve kalıt (miras) işlerinde ikinci duruma itiliyorlar, devlette görev alamıyorlardı.

1926-1934 yılları arasında yaşama geçirilen Atatürk Devrimleri’nden bir kısmı, kadınların sosyal ve kültürel alanlarda; çalışma yaşamında, toplumsal yaşamda, siyasette, eğitimde, kültürde erkeklerle eşit haklara sahip olmasını öngörmüştür.

1930’da belediye seçimlerinde seçme, 1933’te muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 1934’te ise milletvekili seçme ve seçilme hakları kazanmışlardır.

Kadınlara bu haklar Fransa ve İtalya’da 1946’da, İsviçre’de ise 1971’de tanınmıştır.

***

            Çok ufak bir araştırma yaparsanız AKP’li birçok üst düzey yöneticinin “kadın erkek eşitliğini” yadsıdığını, bu konuda çarpıcı sözler söylediklerini görürsünüz.

Örneğin, kadın dernekleriyle yaptığı toplantıda “Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyebilen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rize’de yaptığı konuşmada: “İnşallah yakında kızlara ayrı, erkeklere ayrı yüzme havuzları yapacağız. Rizeli gençler ahlaksız olmayacaklar” diyebilmişti.

Bakınız, Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Profesörlerinden Hamdi Döndüren isimli zat neler buyuruyor:

“Kadın erkekle tokalaşmaz. Kadın 9 yaşında evlenebilir. Erkek 4 kadın alabilir. Kadından ve gâvurdan tanık olmaz. Akraba evliliği caizdir (uygundur). Doğum kontrolü yasaktır. Kadını iz bırakmadan döv. Evlilik dışı ilişkide erkeğe 100 sopa, kadına recm (taşa tutarak öldürme cezası)!”

Ne diyeyim?

Bir din devletinde olur böyle şeyler…

“İmam cemaat hikâyesi!”