TUNCELİ’DEN DERSİM’E…
Diyelim ki, Sayın Mustafa Taşkesen’in yaşam öyküsünü yazarken “Tunceli Valisi iken, 2012 yılında Tokat İli valiliğine atanan Valimiz Sayın Mustafa Taşkesen, 1965 yılında Yozgat’ın Yerköy ilçesinde doğmuştur” cümlesi yerine:
“Dersim valisi iken, Komana ili valiliğine atanan Sayın Mustafa Taşkesen, Bozok İli’nin, pek tarihi geçmişi olmayan Yerköy ilçesinde doğmuştur” desem, büyük bir olasılıkla beni kınar ve şöyle dersiniz:
“Arkadaş, saçmalamayı bırak. Tunceli’nin adı eskiden Dersim değildi. Oraya Kırmançca Mameki veya Kalan denirdi. Dersim, Mameki’yi de içine alan geniş bir yörenin adıydı. Atatürk’ün sağlığında, 1935 yılında çıkarılan bir yasa ile Mamiki köyünde yeni bir il merkezi oluşturuldu ve adına Tunceli denildi.
Komana ise Tokat’ın Bizans dönemindeki; Bozok ise Yozgat’ın 1800’lü yıllardan önceki adıdır.
Pontus Krallığı döneminde Niksar’a Caberia denirdi. Şimdi biz sana Caberialı Hami mi diyelim?”
***
20 Eylül 2013 günü, YCHP Milletvekilleri Kamer Genç, Hüseyin Aygün ve Sezgin Tanrıkulu “Tunceli ilinin adı Dersim olsun” diye bir yasa önergesi verdiler.
Ertesi gün, Kamer Genç, “Bu önerge aslında içime sinmedi. Ancak parti talimatı (buyruğu)” diyerek sanki –bireysel bir- ‘günah çıkardı’.
Aslında Hüseyin Aygün’ün ve Sezgin Tanrıkulu’nun, böyle bir yasa önergesi vermeleri çok doğaldı.
YCHP Tunceli Milletvekili, “Dersim 1938 ve Zorunlu İsyan” kitabının yazarı Hüseyin Aygün kimdir?
Eğer belleğiniz (hafızanız) unutma hastalığı ile sakat değilse, anımsayacaksınız:
Bu kişi 2011 yılı Kasım ayında, Fethullahçıların Zaman gazetesiyle yaptığı söyleşide özetle şöyle demişti:
“Dersim’de isyan yoktu. Türk ordusu Dersim’e saldırınca, orada bulunanlar kendilerini korumak için silahlanmışlardı. Dersim soykırımının sorumlusu devlet ve o dönemde iktidarda bulunan CHP’dir. (Sanki o dönemde başka bir siyasi parti varmış gibi…) Atatürk’ün bu soykırımdan haberi olmaması olası değildir.”
Evet, aslında “CHP’li olmadığını, Kılıçdaroğlu’nun zorlamasıyla CHP’den milletvekili seçilmeyi kabul ettiğini söyleyen bu kişi Atatürk’e ve CHP’ye çamur atarak, onları “soykırım yapmakla”suçluyordu.
YCHP’nin İstanbul Milletvekili, Diyarbakır Liceli Mustafa Sezgin Tanrıkulu ise; Habur’da kurulan çadır mahkemelerde PKK’nin savunmanlığını (avukatlığını) yapan, Stratfor’un (bir küresel bilgi toplama örgütü) Türkiye çözümleyicisi (analisti) Emre Doğru’nun “Kürt haber kaynağım” dediği CİA’nın TR-705 olarak kodladığı kişidir.
İmzaladığı önergenin içine sinmediğini söyleyen Kamer Genç’i, yukarda nitelediğim kişilerle bir tutmuyorum.
***
Bu yazıyı kaleme aldığım 28 Eylül 2013 günü Niksar’da, CHP Belediye Başkan adayının tanıtım toplantısı vardı. CHP İlçe Başkanı Zafer Başar, telefonla, toplantıya benim de katılmamı istemişti.
Toplantı saat 14’te idi. Yaşadığım Çamiçi Yaylası, toplantının yapıldığı yere yaklaşık 20 Km. uzaklıkta idi. Ben Yayla’dan yola çıkıp bulabildiğim bir araçla Niksar’a inmiş ve saat 13.50’de toplantının yapıldığı Elaysa Düğün Salonu’nda oturacak bir sandalye bulmuştum.
Toplantıya katılacak olan YCHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’ye, Parti Meclis Üyesi Tekirdağ Milletvekili Dr. Candan Yüceer’e, Muğla Milletvekili Ömer Suha Aldan’a, Manisa Milletvekili Sakine Öz’e ve daha henüz kişisel olarak tanışmadığım Tokat Milletvekili Orhan Düzgün’e YCHP yönetiminin, bana son derece ters gelen bazı uygulama ve söylemleriyle ilgili sorular sormayı amaçlamıştım.
On soruluk listemi, onlara sunmak üzere yazmış, çoğaltmıştım da.
Sorulardan biri de YCHP’nin, Tunceli’yi Dersim’leştirmesi çabasıydı.
Saat 14’te başlayacak toplantı, saat 14.46’da henüz başlamamıştı. Çünkü Sayın Milletvekilleri, salonda toplanan 1000 kişiyi aşkın kalabalığı henüz onurlandırmamışlardı.
Salondaki yüksek sesle çalınan müzik kulağımı tırmaladığı için, salona girdiğimin 56. dakikasında salondan ayrıldım. Sonradan, sayın milletvekillerinin saat 15’i geçtikten sonra geldiklerini öğrendim.
Uygar insanlar bir etkinliğe belirtilen saatte katılmaya, o etkinliğin belirtilen saatte yapılmasına özen gösterirler. Elde olmayan nedenlerle etkinlik belirtilen saatte yapılamazsa, katılan büyük çoğunluğa bu “elde olmayan neden” duyurulur.
***
Atatürk ve Türk Devrimi’ni, Türkiye Cumhuriyeti’ni yok ederek, yerine bir “Türk-Kürt Federe İslam Devleti” kurmayı amaçlayan yayılımcılık (emperyalizm) ve onun yerli, işbirlikçi, hain ortakları, ayakta kalabilmek için artık doğrudan, çekinmeden, korkmadan, sakınmadan (pervasızca) saldırıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Tunceli’sini, Kürdistan’ın Dersim’i yapmaya soyunmak, Türk Ulusu, Türkiye Cumhuriyeti ile hesaplaşmak, Sevr’in öcünü Lozan’dan almak anlamını taşır.
Ülkemizde bunca olup-bitenlere karşın:
“Türkiye’de laiklik tehdit altında değildir”
“Yargıda cemaat kadrolaşması vardır, diyemem”
“Dersim katliamından CHP sorumludur”
“Sabahattin Ali’yi CHP öldürdü”
“27 Mayıs ve 28 Şubat’la hesaplaşılması gerekir” diyebilme aymazlığında olanların, karanlığı aydınlığa çevirmek gibi bir görevi yerine getireceklerine inanmak, “pirincin içindeki beyaz taşları görmemek” demektir.
Pirincin içindeki siyah taşları temizlemek zor değildir.
Asıl ustalık, o beyaz taşları temizleyebilmektir.
Okuyucularıma önemli not: Bu yazıyı yayımlamak için, Başbakan’ın, yeni açılım paketini açıklamasını bekledim. Hiçbir görüş ve düşüncesine katılmadığım Başbakan, 30 Eylül 2013 günü saat 11’de başlayarak yaptığı konuşmada, İl, ilçe ve köy isimlerinde eskiye dönülmesi için gerekli düzenlemelerin yapılacağını söyledi. Yani YCHP, Başbakan’ın bu açıklamasından daha önce davranarak, Türk Ulusu’na: “Bakın, biz, Tunceli’yi Dersim yapmak isteyerek, RTE’den önce davrandık. Cumhuriyet yasalarıyla hesaplaşabilmekte biz daha öndeyiz” diyebildi
Başbakan, konuşmasında: 23 Nisan 1933’te “Atatürk’ün Fikir Fedaisi” Dr. Reşit Galip tarafından yazılan: “Türküm, doğruyum, çalışkanım / Yasam küçüklerimi korumak / Büyüklerimi saymak / Yurdumu, budunumu (bu sözcük sonradan ‘ulusumu’ olarak değişmiştir) özümden çok sevmektir / Ülküm, yükselmek ileri gitmektir / Varlığım Türk varlığına armağan olsun” şeklindeki andımızın kaldırıldığını söyledi.
Ben 73 yaşımdayım ve bu andı söyleyerek büyüdüm. Bundan sonra da bu andı söylemekten vazgeçmeyeceğim. Sevgili Işık Kansu’nun 30 Eylül’de yazdığı aşağıdaki yazıya aynen katılıyorum:
“Türk’üm demek, ayıp bundan böyle.
Çalışkanım…
Asla çalışkan olmayacaksın, yatacaksın aşağı; kömür, makarna ne verirlerse alıp idare edeceksin.
Yasam…
Yasa filan yok artık, halife sultanımız başımızdayken, yasaya, tüzüğe, yönetmeliğe, toptan hukuka ne gerek.
Küçüklerimi korumak…
Küçükleri korumayacaksın, sopayla dövecek, palayla kesecek, polis kurşunu ile öldüreceksin.
Geriye kalanları da bir suç uydurup hapse atacaksın.
Büyüklerimi saymak…
İşte bu, demokratikleşme paketi kapsamında.
Devlet büyüklerimizi övecek, yağlayacak, bulduğun yerde öpeceksin.
Hatta, kılı olmaktan övünç duyacaksın.
Yurdumu, özümden çok sevmek…
Yurdu niye seveceksin ki?
Yurt dediğin şey sevilmez, parsel parsel satılır ya da bölük bölük bölünür.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir…
Yükselmeyecek, tam tersine aşağılanacaksın ki, kul olma durumun perçinlensin.
İleri demokraside yaşıyorsun zaten, daha nereye gideceksin ki?
Varlığım Türk varlığına armağan olsun…
Armağan edilmiş zaten.
İhaleler, özelleştirmeler, peşkeşler, satışlar, yandaşlar, kandaşlar; haydi gitti gidiyor, batan geminin malları bunlar…
Anlamadım, ya siz?”