ULUSAL DEMOKRATİK DEVRİM
Bir hastalığı iyileştirmek için önce hastalığı tanımak, ona yol açan etmenleri doğru ve iyi bilmek gerekir. Hastalığı sağaltım (tedavi etmek) ondan sonra başlar.
Bazı konuları doğru belirlemek (tespit etmek) gerekir.
Demokrasi diyoruz…
Günümüzden 2436 yıl önce doğan Platon (M.Ö. 427- M.Ö.347): “Demokrasinin ana ilkesi, ulusun egemenliğidir. Ama, ulusun kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması ön koşuldur. Eğer bu sağlanmazsa, demokrasi, bir kişinin veya küçük bir kümenin ya da tek bir siyasal partinin siyasal erki elinde bulundurması durumuna (otokrasi) geçebilir. Halk övülmeyi sever. Onun için güzel sözlü halk aldatıcıları kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti yönetebileceği sanılır ki, bu yanlıştır” diyor.
Günümüzde yaşananlar Platon’u doğrulamıyor mu?
***
Hep söylenir…
“Türkiye’de 1946’da demokrasiye geçildi…”
Hayır!
Türkiye’de demokrasiye 1923 Atatürk Devrimi’yle geçildi.
1923’e kadar Türk Ulusu’nun değil, –aynı zamanda halife olan- padişahın egemenliği vardı.
1946’da sadece birden fazla partili yaşama geçildi!
***
Bugün, Türkiye’de –aslında tüm Ortadoğu’da- olup-bitenleri anlayabilmek, kavrayabilmek, ancak yayılımcılığı (emperyalizmi) anlayabilmek, kavrayabilmekle olasıdır.
Türk Ulusu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Atatürk’ün öncülüğünde İngiliz yayılımcılığına (emperyalizmine) karşı verdiği bir savaşla kurdu. İngilizlerin eline silah verdiği Yunan’ı Anadolu yarımadasından kovdu.
1946’da Truman Öğretisi (doktrini), 1947’de Marshall planıyla bu kez farklı bir biçimde ülkemize giren yayılımcılık (emperyalizm), bulduğu işbirlikçi hainlerin de yardımıyla 1923 Devrimi’ne karşı bir olaylar zinciri –karşıdevrim- başlattı.
Köy Enstitüleri’nin, Halkevleri’nin kapatılmasıyla başlayan bu süreç, bugün Andımız’ın yasaklanması, Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) sözcüklerinin silinmesi, Atatürkçülerin zindanlara atılması, Doğu yöresindeki illerimize “Kürdistan” denmesiyle doruk noktasına ulaştı.
ABD ve AB yayılımcılığı (emperyalizmi), Ortadoğu’daki çıkarları için artık açıkça, gözü kara bir şekilde ulusumuzu, ülkemizi yok etmeye çalışmaktadır.
İşte günümüzün temel çelişkisi budur.
Yani, haksızlığa uğrayan, baskı altında tutulan (zulmedilen) halkımızla, yayılımcılık (emperyalizm) arasındaki çelişki…
Tüm ulusal güçlerin birleşerek yayılımcılığı (emperyalizmi) ve onun işbirlikçilerini yok etmesinden başka bir kurtuluş yolu yoktur.
Bunun yolu ise “Ulusal Demokratik Devrim”dir.
***
Ulusal Demokratik Devrim nedir?
1961 yılında 12 sendikacı tarafından kurulan TİP (Türkiye İşçi Partisi) bir yıl sonra Doç. M. A. Aybar’ı başkanlığa getirmiş, parti 1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekili göndermişti. Aybar “sosyalist devrim” i savunuyordu. Parti içinde bir grup da Mihri Belli’nin öncülüğünde, sosyalist devrimden önce “milli demokratik devrim” yapılmalı diyordu. 1966’da yapılan Senato seçimlerinde TİP bir kişiyi daha Meclis’e sokmuş, grubunu 16 üyeye yükseltmişti. Ancak parti içinde Mihri Belli taraftarları yenilgiye uğramışlardı.
2011 yılında, 96 yaşında yaşamını yitiren Mihri Belli çok nitelikli, bilge bir kişiliğe sahipti. İstanbul’da, Cağaloğlu’nda bir binada kurulan Milli Demokratik Devrim Derneği (MDDD) üyesi birçok arkadaşım vardı. Ben, o yıllar Erzurum, Sivas, Kastamonu illerinde değişik okullarda çalıştığım için İstanbul’dan uzaktaydım. Ancak, MDDD üyesi bazı arkadaşlarla bir araya geldiğimizde geceler boyu bu konuyu tartışırdık.
Aradan neredeyse yarım asırlık bir süre geçmesine karşın, ben hep Ulusal Demokratik Devrim’i savunurum.
Yayılımcılığın ve onların maşası yerli hainlerin pençesinde kıvranan bir ulusun, öncelikle baş düşmanını belirlemesi ve o düşmana karşı olan tüm ulusal güçlerle işbirliğine girmesi gerekir. Biz buna bir zamanlar “tek ilkeli birlik” derdik.
Doğaldır ki, baş düşman alt edildikten sonra bu birliği oluşturan güçler kendi aralarında bir siyasal ayrışmaya gireceklerdir. Biz buna da devrimin ikinci özyapısı (karakteri) adını verirdik.
Görünümü sömürge veya yarı sömürge durumunda olan ülkelerde yapılacak ilk iş tam bağımsızlık için verilecek uğraşıdır.
Bu uğraşı yurtsever olan tüm kesimleri –işçi, köylü, esnaf, asker, memur, öğrenci vb.- içine alır ve yayılımcılığın tüm kurumlardaki –siyasette, ekonomide, iç ve dış politikalarda- etkisini ortadan kaldırıp, yayılımcıları ülkeden defedinceye kadar sürer.
Peki, tüm ulusalcı güçleri birleştirecek o tek ilke nedir?
O tek ilke ATATÜRKÇÜLÜK tür.
“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen o ulu önderin yolumuzu aydınlatan ışıklı öğretilerine sarılmaktan başka bir çıkar yol yoktur.