“YENİ TÜRKİYE’NİN YENİ MİMARLARI”
Mimar bir yapıyı tasarlayan, onun gerçekleşmesini yöneten kişidir.
Ülkemizde yönetime geçenlerin en çok kullandığı sözcük ise “yeni” sözcüğüdür.
Türkçe Sözlük, “yeni” sözcüğünün on ayrı anlamda kullanıldığını yazar. Ancak bu kullanımların en yaygın olanı “o güne değin görülmemiş, gösterilmemiş, düşünülmemiş, söylenmemiş olan” anlamıdır.
Örneğin, Kılıçdaroğlu Atatürk’ün kurduğu CHP’nin başına “yeni” sözcüğünü ekleyince, bu siyasal partinin eskisinden çok ayrımlılaşmış (farklı) olduğunu anlıyoruz.
Türkiye için de böyle…
Hem Türkiye yeni, hem de bu yeni Türkiye’yi tasarlayıp, gerçekleştirenler yeni!
***
Eski Türkiye, bundan 91 yıl önce 29 Ekim 1923 günü, yayılımcılığa (emperyalizme) karşı verilen bir savaşla kuruldu. Bu bağımsızlık savaşının önderi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk, 1919 yılı Ekim ayında şöyle diyordu:
“Tam bağımsızlık demek, kuşkusuz siyasal, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür… gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.” (Söylev – 2, TDK yayınları, s.458)
Tam bağımsızlık kazanıldıktan sonra, (eski) Türkiye’nin mimarları kalkınmaya öncelik verdiler. Onların kalkınmadan anladıkları “Ulusal verimin, üretimin, gelirin (ulusal hasıla), kazancın artması, bu artışın yanında ulusal gelirin daha adaletli dağılımı ve toplum bireylerinin bolluk, gönenç içinde yaşamaları yoksulluktan kurtulmaları” idi.
“1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli ülkelere olan borçlarının toplamı 153.7 milyon Osmanlı lirasıdır. 1910’larda Ulusal Ant (Misak-ı Milli) sınırları içerisindeki yabancı anamal (sermaye, kapital) 5 milyar 711 milyon kuruştur. 1914 yılında 228 milyon kuruşu yabancı anamalın aktarılan kâr payı, 2.024 milyon kuruşu dış ticaret açığı, geriye kalanı da dış borçlar faizi olmak üzere 3.112.000.000 Osmanlı lirası yabancı ülkelere akmıştır. Bu rakamlar katkılı ulusal gelirin %14.8’inin yabancı ekonomilere gitmekte olduğunu kanıtlamaktadır.” (Atatürk Devrimi,Prof. Dr. Suna Kili,s.87)
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Odatv.com’daki yazısında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken görünen durumumuzu şöyle özetliyor:
“• 13.6 milyon nüfusun 10.3 milyonu kırsal kesimde yaşıyordu.
• Toprak dağılımı adaletsizdi. Ailelerin yüzde 5’i toprakların yüzde 65’ine sahipti. Feodalitenin egemen olduğu doğu ve güneydoğu bölgelerinde ise ağalar devlet konumundaydı.
• Tarım teknikleri son derece geri, köylü eğitimsizdi. Çok az sayıda ziraat mühendisi, veteriner hekim ve tarım teknisyeni vardı.
• Tarımsal üretim halkı besleyemez durumdaydı. Ekmeklik unun bile çoğu dışarıdan getiriliyordu. Şekerimiz ve yağımız yoktu Et, bayramdan bayrama bile bulunamıyordu. Hayvanlar hastalıktan kırılıyordu.
• Nüfusumuzun yarısı hastaydı. Üç milyon insan trahomluydu. Bebek ölümleri yüzde 60’ın üzerinde seyrediyordu.
• Bütün sanayi ürünleri dışarıdan alınıyordu. Ülke Avrupa’nın açık pazarı olmuştu.
• Halkın ancak yüzde 7’si okur-yazardı. “Darülfünun” denilen tek bir üniversite vardı. O’na da üniversite demek zordu. Üstelik Darülfünun hocalarının çoğunluğu da Kemalist Devrimlere sıcak bakmıyordu.
• Kadın- erkek eşitliği söz konusu bile değildi.”
Kuşku yok ki, bu saptamaları çoğaltmak olası!
***
Atatürkçü ekonomik siyasaların temelini ulusallık ve bağımsızlık oluşturur.
Osmanlı’dan yeni Cumhuriyet’e kalan borç 145 milyon Osmanlı altın lirası tutarındaydı. Bu ise o dönemin ulusal gelirinin yaklaşık yüzde 65’i ediyordu.
Genç Cumhuriyet’in mimarları bir taraftan bu borcu öderlerken, yıllık büyüme hızını da yüzde 10’larda tutuyorlar; yurdumuzu demir ağlarla örüyor, fabrikalarla donatıyorlardı.
Uluslar arası saygınlığımız en üst basamaktaydı. (derecedeydi)
“Yurtta barış, dünyada barış” istemi, mutluluk getiriyordu.
***
Peki, birilerinin övgüler yağdırdığı, hatta hızını alamayıp “g.nün kılı” olma arzusu duydukları yeni Türkiye’nin mimarları kimlerdir, ne yapmışlardır?
Bu sorunun yanıtı, Türkiye Devleti’nin kuran mimarların neler yaptıklarını bilmekten daha kolaydır. Çünkü geçmişi öğrenmek, emek ister, bilgi ister, araştırma ister, eleştirel us (akıl) ister.
Yaşadığımız günleri ve bize bunları yaşatanları bilmek için ise “görünen köy, kılavuz” istemez deyişi gibi, sadece yansız bir izleme, doğru, dürüst, erdemli (namuslu) bir değerlendirme ister.
***
Yeni Türkiye’nin mimarlarının en büyük özellikleri yayılımcıların (emperyalizmin) iş birlikçisi olmalarıdır.
Yeni Mimarbaşı ne diyor: “Ben büyük ve genişletilmiş Ortadoğu projesinin (BOP) eşbaşkanıyım!” Yani, “Ben ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarıyla ilgili tasarımın uygulayıcılarından biriyim!”
Aslında, tek bu tümce bile yeni mimarların ve tasarladıkları yeni Türkiye’nin niteliğini ortaya koymaya yetiyor.
5 Eylül 2014 günü, Uğur Dündar’ın “Halk arenası” adlı izlencesinde Yılmaz Özdil, AKP’lilerin dillerinden düşürmedikleri “Yeni Türkiye” yi “Hırsızlığın ayıp kabul edilmediği, ‘soyuyorsa beni soyuyor’ diyen bir millete dönüşmüş halimize; arsızlığın, yüzsüzlüğün, ahlak çöküntüsünün normalleştiği ortama ‘yeni Türkiye’ diyorlar” diye tanımladı.
***
Yeni Türkiye, hem nitelik, hem nicelik açısından büyük olumsuzlukların yaşandığı, bunların sayılmasının bir köşe yazısına sığmayacağı bir ülkedir.
Kısaca yeni Türkiye, “… milletin a….’a koyacağız” diyenlerin el üstünde tutulup zenginleştirildiği; (eski) Türkiye’nin kurucularının “iki sarhoş” diye aşağılandıkları; Atatürk İlke ve Devrimlerinin yok sayıldığı; tüm komşularıyla kavgalı; “açılım” adı altında ülkenin bölünmeye itildiği; iç ve dış borç batağında çırpınan, ürettiğinden fazla tüketen (cari açık); “Osmanlılık düşü” görenlerin, “Türk” sözcüğünü ağızlarına alamayanların egemen olduğu; yayılımcılığın at koşturduğu bir ülkenin adıdır.