YENİ EĞİTİM – ÖĞRETİM YILI BAŞLARKEN…
2014 – 2015 eğitim – öğretim yılı iki gün önce başladı.
16 milyon 500 bin öğrenci, 875 bin öğretmen, üniversiteler, örgün eğitim kurumlarıyla birlikte 20 milyon öğrenci ve bir milyondan fazla eğitim çalışanı çeşitli sıkıntılarla yeni bir koşuşturmaca içinde…
28 yıl önce emekli olsam da, her öğretim yılı başlangıcı –bir öğretmen olarak- beni heyecanlandırır.
56 yıl önce (1958’de) çiçeği burnunda bir ilkokul öğretmeni olarak Milas’ın Alatepe Köyü’nde göreve başlamıştım.
Köyde daha önceleri okul yoktu. Gittiğimde, aynı zamanda Demokrat Parti Ocak Başkanı olan Muhtar’la, okul olacak uygun bir yer aramıştık.
Sonunda, toprak damlı, toprak tabanlı, küçük tek bir pencere boşluğu olan bir ahırda yatan eşeği zorla, sürükleyerek dışarı çıkarmış, odayı sınıf yapmıştık. Dört adet uzun tahtaya ayaklar çakarak sıra haline getirmiş, köyü gezerek okula 20 civarında öğrenci bulmuştuk.
Yıllar sonra, İstanbul Boğazı’nın en güzel yerleri Arap şeyhlerine armağan edilir gibi verilirken (peşkeş çekilirken), hep ahırını bize vermemek için direnen o eşeği anımsamıştım!
***
Eğitim, toplumun içinde bulunduğu düzenin gerektirdiği düşünce, davranış, bilgi ve becerilerin bireylere aktarılmasıdır.
Eğitim, din, kültür, sanat, hukuk vb. gibi bir üst yapı kurumudur.
Yani, toplumun sahip olduğu ekonomik yapının, düşünsel ve sosyal ilişki düzeyinde de yerleştirilip, pekiştirilmesi amacına yönelik olarak geliştirilir.
Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi ile birlikte, toplumsal üretimin gerçekleştiriliş biçimi, insanlar arasında belirli ilişkilere yol açar.
Üretim ilişkileri dediğimiz bu ilişkiler, toplumdaki egemen düşünce yapısının temel belirleyicisidir.
Üst yapı kurumları, bir bütün olarak toplumda ekonomik gücü elinde tutan sınıfın çıkarlarına hizmet edecek şekilde düzenlenir.
Alt yapıyla en sıkı bağlantısı olan üst yapı kurumu eğitim kurumudur.
Bu nedenle, eğitim kurumu toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların özelliklerini taşır.
***
Yayılımcılık (emperyalizm), tekelci anamalcılığın (kapitalizmin) diğer adıdır.
Derebeylik (feodalite) üretim biçiminden sonra gelen anamalcı üretim biçiminde işçiler, iş güçlerini, iyeliği (mülkiyeti) ellerinde bulunduranlara satıyorlardı. Anamalcılar, anamallarını çoğaltmak için işçileri sömürüyorlardı. Ancak, tek tek, ayrı ayrı çalışan anamalcılar ürettiklerini satarken, daha iyi sonuç alma isteğiyle (rekabet nedeniyle) üretici güçleri de geliştiriyorlardı. Bu yönüyle anamalcığın devrimci bir yanı vardı.
Zamanla ayrı ayrı olan anamalcılık tek elde toplanmaya başlayınca yeni pazarlar aranmış ve dünya tekelci anamalcılık tarafından bölüşülmüş; tekel fiyatıyla mal sattıkları için de tekelci anamalcılar güçlenmişti.
Yayılımcılar arası 1. paylaşım savaşından sonra Osmanlı İmparatorluğu, bunlar tarafından ele geçirilmek istendi.
Ancak Türk halkı, Atatürk’ün önderliğinde verdikleri bir savaşla yayılımcıları ülkeden kovdular. 1923 devrimiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurdular.
***
Atatürk, güçlü olmanın ana koşulunun tam bağımsızlıktan geçtiğini; tekelci anamalcılığı yani yayılımcılığı yurda sokmamak olduğunu çok iyi biliyordu.
Bunun için de Türk Halkı’nın aydınlatılması gerekliydi.
1924’te Öğretim Birliği Yasası çıktı.
1928’de Ulus (millet) okulları açıldı.
1932’de gönüllü eğitim kurumları olan Halkevleri, 17 Nisan 1940’ta da Köy Enstitüleri kuruldu.
Ancak 1946-1947 yıllarında Truman Öğretisi (doktrini), Marshall Planı’yla ülkemize yeniden giren yayılımcılık, ülkemizdeki işbirlikçileri eliyle Öğretim Birliği yasasını sulandırdı, Halkevleri’ni ve Köy Enstitüleri’ni kapattırarak halkın aydınlanmasını engelledi.
Çünkü tekelci anamalcılar, halkı aydınlanmış olan ülkeleri sömüremiyorlardı!
***
Okuyucularım aynı konuları tekrar tekrar yazdığım için belki bana kızıyorlardır.
Ancak herkes iyi bilsin ki ülkemizdeki yayılımcılığı (emperyalizmi) iyi kavramadan:
- Neden tüm okulların imam-hatip okulu haline getirilmek istendiğini; kaçak kuran kursu açanların cezalarının kaldırıldığını, kursların denetimine son verildiğini, kurslara katılma yaş sınırının kaldırıldığını;
- Okullardaki eğitim izlencelerinin neden ABD’li ve AB’li uzmanlara hazırlattırıldığını;
- Çocuklarımızın neden bir yarış atı gibi yarıştırıldıklarını; TEOG (Temel Öğretimden Orta Öğretime Geçiş) sistemi yüzünden neden sıkıntı çektiklerini;
- Neden sorgulamayan, özgür olmayan, çağ dışı, dogmatik ve baskıcı bir eğitim uygulandığını, kör inançların batağına sürüklendiğimizi;
- Neden ümmetçilik anlayışıyla ulusalcılığın yok edildiğini;
- Öğretmen açıklarının neden kapatılmadığını, öğretmenlerin sınıftan çıktıktan sonra neden pazarda limon sattıklarını;
- Her budunsal (etnik) topluluğun kendi dilleriyle eğitim görmesi sağlanarak nasıl ‘dil birliği’ nin yok edildiğini; Kürtçe, Lazca, Osmanlıca konuşmanın-yazmanın nasıl isteklendirildiğinin (teşvik edildiğinin); Kürtçe eğitim yapacak okulların nasıl roketatarlarla korunduğunu;
- Türban denilen örtünme biçiminin ilk, orta, lise ve yükseköğrenim kurumlarında nasıl serbest bırakıldığını;
- Üniversitelerin nasıl bilim yuvası olmaktan çıkarılıp medreseye dönüştürüldüğünü ve ulusal eğitimimizin daha birçok sorunla nasıl çıkmaza sokulduğunu…
a n l a y a m a z s ı n ı z.
Aslında yayılımcılığı anlamadan Ülkemizde olup – biten hiçbir şeyi anlayamazsınız!