EN KÂRLI TİCARET…
Öğretmen okulunda babası ekmekçi olan bir arkadaşım vardı. “En kârlı iş ekmekçiliktir, bizim kârımız yüzde yüzün üzerindedir” derdi.
Babam, manifaturacılık ve Phılıps, Körting radyolarının bayiliğini yapardı. Yani ticaretle uğraşırdı. Ama ben ticaretten anlamazdım. Hoş, babamın da ticaretten anlamadığı, tüm mal varlığını kaybettikten sonra anlaşılmıştı!
Yine öğretmen okulunda yakın bir arkadaşım elinde küçük bir kutu makine ile fotoğraf çeker, Behzat çarşısında çok yaşlı bir kadının işlettiği alümünit fotoğrafçı dükkânında fotoğrafları tabeder, satardı. Bu işi ben de yapmaya başlamış, fotoğraf çekmesini kontak tab ve banyo yapmasını agrandizör kullanmasını öğrenmiştim. Hiç unutmuyorum, 4.5×6 cm ebadındaki 4 kuruşa mal ettiğimiz siyah-beyaz fotoğrafları 15 kuruşa satıyor ve iyi para kazanıyorduk.
Amacım ticaretle ilgili anılarımı anlatmak değil.
Ticaret, akıl ve kişinin bu konudaki yeteneğine bağlı bir konu.
Ancak evrensel ahlak kurallarına uymadığınız sürece yaptığınız işe ticaret değil, “üçkâğıtçılık” denir.
***
22 Aralık 2015 günü akşamı, bir arkadaşımdan cep telefonuma bir ileti gelmişti.
İletide: “Mevlit Kandilinin ülkemize ve dünyaya barış, sevgi ve hoşgörü getirmesini temenni ederim” deniliyordu. Bilirsiniz, hicrî Rebiülevvel ayının 12. gecesi İslam Peygamberinin doğum gecesi olduğu için bu geceye mevlid ya da veladet kandili denir.
Bu ileti beni uzun uzadıya düşündürdü.
Ticaret ve politika ile uğraşan bu arkadaşımdan daha önce hiç “kandil” le ilgili bir ileti almamıştım. Ancak, arkadaşım son genel seçimlerden sonra milletvekili olmuş, politik uğraşısı diğer uğraşlarından öne çıkmıştı. Zaten bu ileti de sadece bana gönderilen bir ileti değil, o arkadaşın telefon belleğinde bulunan tüm arkadaşlarına, seçmenlerine gönderilen bir iletiydi.
Ben onun yerinde olsaydım böyle bir ileti gönderir miydim?
Kesinlikle hayır!
***
Atatürk’ü ve onun kurduğu Cumhuriyeti yok ederek yerine dînî kurallara dayalı bir İslam devleti kurma hayalinde olanların kullandıkları dili ve malzemeyi kullanmak kişiyi onlarla özdeşleştirir.
Herkesçe bilinen bir konudur:
İsmet İnönü, 1966’da seçim yapılacak illeri gezerken Uşak’a gelir. Meydanda yapacağı konuşmadan önce bazı partililer “Paşam, bizim dışımızda tüm partiler Nurculuk propagandası yapıyor ve bizi de dinsizlikle suçluyorlar. Lütfen yapacağınız konuşmada Allah’tan bahseder misiniz?” derler. Paşa sesini çıkarmaz ama meydanda yaptığı konuşmada dini politikaya alet edenlere özellikle çatar. Konuşmasını sonlandırırken de Allahaısmarladık, der.
Parti binasına dönünce de kendisini uyaranlara “Memnun kaldınız mı, bakın konuşmamı Allahaısmarladık, diyerek bitirdim” der.
Geçtiğimiz yıllarda Tokat Haber gazetesindeki köşemde “Kandil” le ilgili birkaç yazı yazmıştım.
Hz. Muhammet döneminde, “mübarek geceler” için kutlamalar yapılmazdı. Bu nedenle günümüzde yapılan kutlamalar sonradan türemedir. Yani İslâmi bir deyimle bid’at tır.
“Kandil gecesi” söylemi, Osmanlı hükümdarı 2. Selim (Sarı Selim, Sarhoş Selim de denilir) döneminde, -kutsal gecelerde- camiler aydınlatılıp minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu gecelere kandil geceleri denilmiştir.
Zaten, dinciler sadece Mevlid Kandili ile yetinmeyip –yani hicrî takvime göre olan doğum günüyle yetinmeyip- bir de miladî takvime göre Nisan ayı içerisinde de bir haftayı “Kutlu Doğum Haftası” olarak kutluyorlar.
Birbuçuk milyar nüfuslu İslam dünyası içerisinde böyle bir hafta sadece Türkiye’de vardır.
Evvelki günlerde Sevgili Kadir Özbilgin de yazdı: “dinci” ile “dindar” birbirlerine karıştırılmamalıdır. Dindarlar, dini, Tanrı ile kendi aralarındaki bir ilişki olarak yaşarlar. Dinciler ise dini çıkarları için kullanırlar.
Aziz Nesin: “Dünyadaki en kârlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi yalan, müşterisi cahildir” der.
Elinde Kuran’la kürsüye çıkarak konuşma yapanlar,
Her cuma günü yanındakilerle başka başka camilere gidenler,
Ayağında takunyalarla çarşı çeşmelerinde abdest alanlar,
Genç yaşta bıraktıkları kara sakallarını ikide bir sıvazlayıp, Allah adını ananlar, kendilerine inanan belli bir kesimin oylarını hatta ceplerindeki paralarını da alabilirler.
Ancak, siyasî çıkarları için Kürt Sait’in elini öpenlerin, “siz isterseniz hilâfeti bile geri getirebilirsiniz” diyenlerin sonları pekiyi gelmez.
Bir de onlara özenerek, çarşaflı kadınlara, laik bir partinin rozetini takan sözde laik bir kesim vardır ki genelde bunlar “hutbe” ile “Fetva” yı birbirinden ayıramayacak kadar konunun cahilidirler.
Seçmenlere, oy alabilmek için Kuran dağıtan ilçe başkanları; yeşil bayrak altında toplanarak “şeriat isterük” diye bağıranları gördüğü, bu işi yargı değil, ulema bilir diyenleri duyduğu halde “laiklik tehlikede değil” diyen genel başkanları vardır.
Bunlar, mürtecinin oyunu almak isterlerken laik, Atatürkçü kesimin oylarını kaybettiklerinin ayırdında değildirler.
Ne diyor Koca Yunus Emre:
“Emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanın, rehberi şeytan olmuştur”