06 Nisan 2016

BİLİSİZ YÜREKLİLİĞİ (CAHİL CESARETİ)

ile Hami KARSLI

 

            Bir yüksek okulda öğretmenlik yapıyordum. Okulda öğrenci temsilciliği için bir seçim vardı. Dikkatimi çeken şey, okulun başarılı öğrencilerinden hiçbirinin bu işe istekli olmamalarıydı. Ortaya çıkan beş adayın tümü de derslerinde başarısız, hiçbir nitelikleri olmayan insanlardı. Genel kültürden yoksun, arabesk müzik dinleyen, eğitim izlenceleriyle, öğrenci sorunlarıyla ilgilenmeyen kişilerdi.

İşin en ilginç yanı, bunların içinde, en bilgisiz, en niteliksiz ama en çok bağırarak konuşan temsilci seçilmişti.

                                                                 ***

Yine, her nasılsa liseyi bitirebilmiş ve birtakım kişilerin de yardımıyla yüksek okula girebilmiş bir öğrencim vardı. Doğu kökenli, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Dikkatimi çeken en büyük özelliği, kendisinden güçlü olan herkesin karşısında eğilip bükülmeyi becerebilmesi, onlardan nasıl kişisel fayda sağlayabileceğini çok iyi bilmesiydi. Ancak, kendisi daha güçlü hale geldiğinde, hiç çekinmeden daha önce önünde eğildiği insanları harcayabiliyordu.

Politika ile ilgileniyordu. Ancak politikanın gerçek anlamı olan “yurt hizmeti” umurunda değildi. Onun için politika, isteklerini yaşama geçirebilmek için güçlü olanlardan nasıl faydalanabileceğiydi. Bu nedenle özellikle belediye başkanlarına yanaşıyor, onların toplantılarına katılıyor, kendini göstererek onları alkışlıyor, sonra da o belediyeden besleniyordu (nemalanıyordu).

                Onun hiçbir ciddi kitap okuduğunu görmemiştim. Ama, kendi kendime hep “Bu çocuk kesin Makyavel’in Prens’ini okumuştur” diye düşündüğüm de oluyordu. Çünkü o, amacına varabilmek için aklına gelen her şeyi yapmakta bir sakınca görmüyordu.

Yalan söyleyebiliyor, dini kullanabiliyor, eğilip bükülebiliyor, zalim olabiliyor, hep biraz daha yükseğe oynuyordu. Tutkularının (ihtiraslarının) sınırı yoktu.

Hızla yükseldi. Belediye başkanı, milletvekili oldu.

Daha da yukarı çıkmak isterken, hızla baş aşağı yere düştü!

                                                    ***

Bir doktor arkadaşın saptaması olan herbokologlardan daha önceleri bazı yazılarımda söz etmiştim. Arkadaş: “Herhangi bir konu hakkında yeteri kadar bilgisi olmasa da konuşmaya çalışan; hayatını bu ‘alan’ üzerine inşâ eden; genelde bir boka yaramayan ama varlıklarını her yerde hissettiren kişilere herbokolog denir” diyordu.

Ben bu insanların, bir ülkede çıkılabilecek en yüksek yerlere kadar nasıl çıkabildiklerini hep merak ederdim.

Dün akşam, Özdemir İnce’nin Cehaletin Rönesansı adlı kitabını okurken aklıma 2000 yılında Ig Nobel Psikoloji ödülünü kazanan bir çalışma geldi. Daha önce o çalışma ile ilgili bir yazı yazmış ve çalışmayı da belgeliğime koymuştum. (Ig Nobel, Nobel’e seçenek (alternatif) olarak verilen, para ödülü içermeyen, alanı onurlandıran, yeniden üretilemeyecek bilimsel çalışmalara verilen bir ödüldür.)

                Cornell Üniversitesi’nin iki psikoloğu Justin Kruger ve David Dunning tarafından tanımladığı için Dunning-Kruger Belirgisi (sendromu) olarak adlandırılan çalışma aslında bir “Algılamada Yanlılık Eğilimi” tanımlamasıdır.

 

Bu varsayımda iki bilim insanı “Yetkin olmayan insanlar, vardıkları yanlış sonuçlar ve talihsiz seçimlerin yanlışlığını anlayabilecek sığaya (kapasiteye) sahip değillerdir.” görüşünü savunmaktadır.

“Yani bir başka deyişle:  “Bilisiz insanlar, gerçekten bilgin kimlikli olan bireylerin aksine, kendilerine olan güvenleri daha fazla olan kişilerdir!”

             Bu varsayımla 45 üniversite öğrencisi üzerinde yaptıkları araştırmadan elde ettikleri sonuçlarla şu nitelemelere varılmıştır:

  • Niteliksiz insanlar, ne denli niteliksiz oldukları bile fark edemezler;
  • Niteliksiz bireyler, kendilerinde var olan kısır ve sınırlı niteliklerini abartmak eğilimindedirler;
  • Niteliksiz insanlar, nitelikli ve bilgili bireylerin üst düzey niteliklerini de görüp anlamak ve değerlendirme becerisi gösteremezler;
  • Nitelik ve bilgi yoksulu olan insanlar, belirli bir eğitimden geçirilerek daha nitelikli bireyler haline getirilirse, önceleri kendilerinde olan niteliksizliği fark etmeye başlayabilmektedirler.

 

Bu sonuçlar toplum ve iş yaşamına uygulandığında ise şöyle bir yoruma varılmaktadır:

Bilgili, yetenekli ve nitelikli insanlar, iş yaşamında alçak gönüllü davranmak şeklinde kendilerine haksızlık ederler.  Öne çıkmak konusunda alçakgönüllüdürler. Bir üst duruma çıkmak için değerlerinin başkalarınca bilinmesini beklerler.  Bu işleyiş biçimi istedikleri gibi yürümezse de küserler ve geri çekilirler.   Bu kez de yeteri kadar tutkulu olmamakla suçlanırlar.

 

Bilgisiz, yetenekleri sınırlı ve az nitelikli olanlar ise, her işte ve konumda çok iyi olduklarına inanırlar.  Kendi yaptıklarını öne çıkarır ve kendileri överler.  Üst basamak noktalara ve üst yönetimlere de kendileri istekli olurlar.  Bu davranışlarında da bir yanlışlık, bir sakınca görmedikleri gibi, hakları olduğuna inanırlar.

 

Sonuç olarak, “yetersiz aşırı tutkulular” (kifayetsiz muhterisler) olarak tanımlanan ikinci grup insanlar, her zaman ve her yerde daha hızlı yükselir ve ne yazık ki genellikle de üst yönetimlere bu tür bireyler çıkarlar!”

 

Ne diyor Bertrand Russel:

 “Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”