05 Mart 2012

İT’ E ‘AT’ GİBİ DAVRANMAK…

ile Hami KARSLI

‘İt’ ya da zoolojideki (hayvanbilim) adıyla ‘köpek’, boy ve biçim bakımından pek çok cinsleri olan, çok iyi koku alan, kendi sığası (kapasitesi) içerisinde eğitilebilen, bekçilik, avcılık gibi işler için ya da süs hayvanı olarak beslenen, insana bağlı, evcil, memeli bir hayvandır.

Köpek sözcüğü zoolojinin dışında mecaz anlamıyla da çokça kullanılır.

Aşağılık, kötü niyetlerle yaltaklanan, ya da davranışları aşağılık, kötü olan kimse için sövgü sözü olarak algılanır.

Köpek gibi (köpeğe yakışacak biçimde); köpek soyu (aşağılık, soysuz kimse anlamında); köpek sahibini ısırmaz (kişi ne denli kötü, aşağılık olursa olsun, kendini benimseyip koruyana kötülük etmez anlamında); köpek yese kudurur (çok ağır, onur kırıcı sözler için); köpeğe atsan yemez (çok kötü yiyecekler için)  deyişleri sadece bizim dilimizde değil, birçok başka ulusun dilinde de kullanılır.

Köpekler, hav hav diye kesik kesik ses çıkarırlar, ürürler.

*

‘At’, zoolojide, binek hayvanı olarak kullanılan, arabaya, çifte koşulan, gücünden yararlanılan bir memeli hayvandır. Erkeğinebeygir, dişisine kısrak denir.

Dilimizde ‘at’ la ilgili de birçok deyiş vardır. Ama bu deyişler, köpeklerle ilgili deyişlerde olduğu gibi, genelde insanları aşağılamak için kullanılmaz.

Değerli ile değersizin, iyi ile kötünün birbirine karıştığı durumlarda “At izi it izine karıştı” deriz.

At, değerliyi, güçlüyü temsil eder. “Atlar tepişir, arada eşekler ezilir” derken, güçlü kimselerin çatışmasından, güçsüzlerin zarar gördüğünü anlatmak isteriz. Yine bulunduğu iyi bir aşamadan daha aşağı bir aşamaya inenler için “attan inip eşeğe bindi” deriz.

Atların, kendilerine özgü biçimde çıkardıkları seslere kişnemek denir.

*

 İnsanlar arasında cereyan eden olayları hayvanlar bitkiler ya da cansız varlıklar arasında geçiyormuş gibi göstererek bu yolla insanlara ahlak ve ibret dersi vermek, örnek göstermek ya da bir düşünceye güç kazandırmak isteyen, adına fabl dediğimiz masalları bilmeyen yoktur.

Hintli yazar Beydeba’nın Kelile ve Dimne’si, Türk edebiyatında Şeyhi’nin Harname’si, La Fontaine’nin  öyküleriokullarımızda okutulmaktadır.

Ezop’un fablları İ.Ö. 300 yılında derlenip yazıya geçirilmiştir. İngiliz George Orwel’in yazdığı “Hayvanlar Çiftliği” bir devrimin trajedisidir. Bu modern fabl, kesilmekten, kırkılmaktan, sağılmaktan, dövülmekten gına getirerek zalim sahiplerine karşı ayaklanan Manor Çiftliği hayvanlarının hikâyesidir.

*

            İnsanların yaşamlarında yaptıkları en büyük hatalar insan ilişkileriyle ilgilidir.

Özellikle yeni tanıdığımız bir insana gösterdiğimiz önyargılı davranışlar bizi, sonradan onarılması zor durumlara sokar.

Ankara’da yaşadığım yıllar, 22 daireli bir binada oturuyordum. Binanın kapıcısı, Türkçeyi çok iyi konuşamayan Diyarbakırlı bir vatandaştı. Apartmanda, yönetici dahil birçok daire sahibi kapıcıya sert davranıyorlar, yüz vermiyorlardı.

Ben onların bu davranışlarının kapıcıyı üzdüğünü düşünüyor, ona güleryüzle davranıyor ve “bey” sıfatını kullanarak sesleniyordum.

Aradan kısa bir süre geçince kapıcının benim dairemle ilgili yapması gereken işleri aksattığını fark ettim. Örneğin, alt ve üst katlarda oturanlara gerekli olan hizmetleri öncelikle yapıyor, en son benim daireme uğruyordu. Bana laubali, kendisine yüz vermeyen eşime daha saygılı davranıyordu.

Bir pazar günü, vakit öğleye yaklaşmasına karşın gazetelerimi getirmemişti. Oğlumu göndererek, gazetelerimi aldırttım. Neden sonra kapıcı geldi. Gazetelerimi niye getirmediğini sorduğumda bana, yılışık bir şekilde: “Sen bizdensin. Önce diğer dairelerin işini gördüm” dedi.  Kendisine, çok sert ve öfkeli bir sesle “Bak kapıcı, bundan sonra her sabah saat 8.30’da gazetelerim gelecek. Yoksa sana yapacağımı bilirim. Şimdi defol”  deyip kapıyı suratına çarptım. Ertesi gün saat tam 8.30’da gazetelerim elimdeydi. Kapıcı, beni görünce önünü ilikliyor, yarım yamalak Türkçesiyle “Begim, bir emrin var mı?” diyordu.

*

 Bir insanın duygu, düşünce, yetenek, ilgi, tutum, davranış ve eylemleri, kişiliğini oluşturan başlıca öğeler arasındadır. Bu öğeler, insanın görünüşü, hareketleri, mimikleri, jestleri ve çevreye uyumuyla dışarı yansır.

Karakter, çoğu zaman kişilikle eş anlamlı kullanılsa da, aslında kişiliğin toplumsal ve ahlaki yönünü anlatır. İnsanları karakterlerine göre, “iyi” ya da “kötü” diye sınıflandırırız.

Yeni tanıdığımız bir insan hakkında  -karakterini öğrenmeden-  dış görünüşüne, mesleğine, makamına, zenginliğine göre vereceğimiz kararlar genellikle bizi yanıltır.

Bazen ‘it’ e ‘at’ muamelesi yaparız.

Kendisine at gibi davrandığımız it, çok kere gerçekten kendisini at zannetmeye başlar. Ve doğal olarak havlaması gereken mahlûk kişnemeye başlar.

Halk arasında “İki kuruşluk adama beş kuruşluk değer verirsen, üç kuruşa seni satar!” denilir.

Kabahat, at gibi kişneyen ‘it’ de midir, yoksa ‘it’ e ‘at’ gibi davranan biz de mi?

Yazımızı bir öyküyle bitirelim:

“Sınıf, öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü profesör kapıda beliriyor. Sınıfa bir bakış atıp kürsüye geçiyor.

            Tebeşirle tahtaya kocaman bir (1) rakamı çiziyor.”Bakın” diyor:

            “Bu, kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey…”

            Sonra (1)’in yanına bir (0) koyuyor:

            “Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)’i (10) yapar”.

            Bir (0) daha…

            “Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz”.

            Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor:

            Yetenek… disiplin… sevgi…

            Eklenen her yeni (0)’ ın kişiliği 10 kat zenginleştirdiğini anlatıyor profesör… Sonra eline silgiyi alıp en baştaki (1)’i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor. Ve profesör yorumu patlatıyor:

 “Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir”.