SİVİL İTAATSİZLİK
Tokat Haber Gazetesi’nde aralıksız olarak 53 haftadır yazıyorum. Dün bu 53 yazıya şöyle bir göz attım. Bir cümleyi üç ayrı yazıda aynı şekilde kullanmışım:
“Sözün bittiği yerdeyiz!”
Söz diye, duygularımızı veya düşüncelerimizi anlattığımız sözcük dizisine diyoruz
Bir yerde söz biterse, artık duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için başka bir yol ararız.
O zaman duygu ve düşünceler, söz yerine bir eylemle anlatılır.
Tanzimat Edebiyatı’nın büyük şairi Ziya Paşa: “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” (Nasihat ile uslanmayanı azarlamalı, azarlamayla uslanmayanı da dövmeli) diyor.
Tabii ben artık uygar bir toplumda kaba kuvveti savunmuyorum.
*
Sivil İtaatsizlik, yasaların ya da hükümet politikalarının değiştirilmesini amaçlayan, kamuoyu önünde açıkça yapılan, şiddete dayanmayan, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, ancak yasal olmayan politik bir eylemdir.
Bireysel bir tutum şeklinde olabileceği gibi, zamanla toplumsal bir karakter de gösterebilir.
Amerikalı yazar Henry David Thoreau’nun 1849 yılında yazdığı “Sivil İtaatsizlik” adlı makale bu kavramın çıkış noktasıdır.
Aslında Thoreau, o dönemde Meksika Savaşı yüzünden her yetişkin vatandaştan alınan ‘kelle vergisi’ ni haksız bularak ödemeyi reddettiği için tutuklanıyor. Thoreau’ya göre bu savaş sadece köleliği geliştirmek içindi. Yakınlarının kendisi yerine vergiyi ödeyip onu tutukevinden çıkarmak istemelerini de kabul etmiyor. Yani yapılan haksızlığı tutuklu kalmakla gösteriyor.
*
Hindistan bağımsızlık hareketinin lideri Mahatma Gandhi, Amerika’da zencilere karşı gösterilen ayırımcılığa baş kaldıran Rosa Parks, Martin Luther King, Fransa’da işçilerin örgütlenmesine yazılarıyla büyük katkı sağlayan Paul Lafergue’nin farklı siyasi bakış açılarıyla dile getirdikleri ‘Sivil İtaatsizlik’ ya da ‘Pasif Direniş’ “hukuk devleti düşüncesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir”
Yunan aydınlanmasının düşünürlerinden ve insanlık tarihinin en saygın kişilerinden biri olan Sokrates, her şeyi akıl süzgecinden geçirmeyi önerir.
Sivil İtaatsizlik, bir bakıma siyasi erkin akıl dışı aldığı kararlara karşı çıkmanın bir yoludur.
Toplumsal katılımın büyük ölçüde sağlanması halinde etkili olan ve devlet otoritesini sarsarak, siyasi iktidarın yasallığını tartışır hale getiren bu eylem biçimine dünyanın her yerinde zaman zaman başvurulmaktadır.
Sivil İtaatsizlik; yıkıcı, bozuk bir sistemle işbirliğini kabul etmeme, ahlakî ve vicdanî olmayan şeylere itaat etmeme demektir.
İstenilen sonuç alınamasa bile geçtiğimiz yıllarda yapılan “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi, özünde büyük yanlışlıklar barındıran BDP’nin “okulları boykot çağrısı”, Bergama köylülerinin siyanürle altın üretimine karşı verdiği mücadele aslında sivil itaatsizlik örnekleridir.
Siyasi iktidara bir karşı koyma eylemi olan Sivil İtaatsizlik, mücadelenin verildiği coğrafyadaki toplumsal doku ve inançlarla ve zamanın koşullarıyla ilgili olarak gelişir ve sonuçlanır.
Sivil itaatsizlik bir bakıma, körü körüne otoriteye biat eden ümmet yerine özgür birey oluşumunu gösterme hareketidir.
Konfüçyüs “Bir devlet aklın ilkeleri ile yönetiliyorsa, yoksullukla sefalet utanç vericidir; yok, bir devlet aklın ilkeleri ile yönetilmiyorsa, zenginlik, zevk ve eğlence düşkünlüğü utanç vericidir” der.
Günümüzde, siyasi iktidara yandaş olanların nasıl varsıl hale geldiklerinin binlerce örneğini görüyoruz.
Bir yazar “Varlıklı kişi, kendini varlıklı kılan kuruma satılmış olur. Böyle durumlarda para çoğaldıkça erdem azalır” diyor.
Bir tarafta yoksulluk ve sefalet yüzünden vücutlarını satan kadınların, diğer yanda milyarlık lüks otomobillere binen görgüsüz, yeni zengin yandaşların olduğu bir düzende elbette, otoriteye karşı itaatsizlik olacaktır.
*
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, emperyalizme karşı ulusça verilen devrimci bir savaşın sonunda kuruldu.
Bugün bu devletin temel ilkeleri bir bir çiğnenmekte ve karşı devrim 1923 devriminin temeline dinamit koymaktadır.
1995 yılı mayısında Sivas’ta yapılan bir sempozyumda “cumhuriyetçilik” ilkesinin değişmesini “laiklik” ilkesinin yerini İslamcı bir yapıya devretmesini isteyen Ömer Dinçer ismindeki zat bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli (?) Eğitim Bakanı’dır.
Öğrenciler için umre seferleri düzenlenen, okullara Arapça dersleri konan, ilköğretim öğrencilerinin camilerde namaz kılması için kampanyalar başlatılan, Atatürk İlke ve Devrimleri’nin ulusal eğitimimizden çıkarıldığı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan bildirilere imza atan İskilipli Atıflar için anıt mezarların yapıldığı, Şeyhüslam Mustafa Sabrilerin övüldüğü, Atatürk’ün katliamcı ilan edildiği, dini bayramların dışındaki tüm bayramların kaldırılmaya çalışıldığı bir dönem yaşıyoruz.
Tekrar ve tekrar söylüyor, yazıyorum:
ABD ve AB emperyalizmi ve onun satılmış yerli uşakları resmen, açıkça Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı savaş açmışlardır.
Bu ülkenin erdemli ve onurlu yurttaşlarının artık birbirleriyle uğraşmalarının yerine; birbirlerine T. Roosevelet’in:“Birbirimizi vurmadan ateş edebileceğimiz çok hedefler var” sözünü söylemeleri gerekir.
Artık herkes bilmeli ki, meydanlara çıkmanın; kutlamaların yasaklandığı stadyumları hınca hınç doldurarak “Bizler Atatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin, O’nun ilke ve devrimlerinin yılmaz bekçileriyiz. Silivri Toplama Kamplarını, Hasdalları genişletip hepimizi tutuklasanız da alçakça emellerinize kavuşamayacak, 1923 devrimiyle elde edilen kazanımlarımızı yok edemeyeceksiniz” diye haykırmanın zamanı gelmiş ve hatta geçmek üzeredir!