FİFİ VE GANİ (ÖYKÜ)
Kızılırmak kıyıları bu yıl en şiddetli kışlarından birini yaşadı.Hatta,on yıldır donmayan Kızılırmak bile dayanamadı bu soğuğa ve üzerini yirmi beş santimetre kalınlığında bir buzla örttü.
Kızılırmak bu kalın örtüsünün altında ısındı mı,bilmem.Fakat çok iyi biliyorum ki,Kızılırmak kıyılarını yurt tutanlar,karlar altında kaybolan evlerinde bir türlü ısınamadılar.Ne bitişik ahırlarla aradaki kapıların açılması,ne de eğri büğrü sac sobalarda yanan tezeklerin ısısı dondurucu soğuğa karşı koyamadı.
Kızılırmak kıyılarının dertli çocukları,toprak damlı,toprak tabanlı tutukevlerinde,yıllık alışılmış cezalarını tam bir tanrıya boyun eğmeyle doldurdular.
Ancak,her yıl tezeklerin tükenmeye,hayvanların yemlerinin bitmeye başladığı bir sırada gelmeye başlayan ilkbahar bu yıl gözükmedi.
Arada sırada yüzünü gösteren güneş,dondurucu soğuklar karşısında güçsüzlüğünü kabul edip çekildi.
Serçeler,kursaklarına bir iki lokma bir şey sokabilmek için,yaşamlarından olabileceklerini bile bile insan denen o korkunç yaratıkların barınaklarına girdiler.
Karlara gömülen kınalı keklikler teker teker toplandı.
Acıkan köy halkı inançlarını dahi yediler.
Tavşanlar vuruldu.
… . . . . . . .
Hilton salonlarında verilen bir kokteyl partiden sabaha karşı dönen Füsun Çokbilir Hanımefendi,Şişli’deki apartmanının penceresinden,ışıklı caddeye lâpa lapâ yağan karı seyretti bir müddet.Sonra özenle taranmış uzun,beyaz tüyleri arasında kaybolan küçük gözleriyle sahibesine bakan köpeğine: “İyi geceler Fifi” deyip,yatak odasına girdi.
… . . . . . . .
Kızılırmak kıyıları ışırken,Sivas’ın Şarkışla İlçesi’ne bağlı Ortaköy Halkı’ndan Zöhre Tüzün,kıpkırmızı olmuş gözleriyle hıçkırıyordu.On beş gündür ateşler içinde yanan,durmadan öksüren küçük yavrusu sabaha karşı ölmüştü.
Şarkışla yolu kapalı idi.Köyde sağlık memuru yoktu.Köyün bakkalı öksürük ilacı getirse n’olurdu ki? Belki küçük Gani’si iyi olurdu.Kocası Adana’ya çalışmaya giden komşusu Temo,bir taraftan Zöhre’yi teselli etmeye çalışıyor,bir taraftan da,yemenisinin ucu ile bacağına sarılan küçük kızının burnunu siliyordu.Küçük kız da hastaydı.Herşey Allahtandı.Allah kerimdi !..
Bitişik ahırdan hayvanların çıkardığı gürültü duyuluyordu.Zöhre,onlara yem vermeyi unutmuştu.Neden sonra aklına geldi.Kalktı,ahıra gitti.
Dışarda karların üzerine konulan bir tahta parçasına yatırılan Küçük Gani,çıplak vücuduna vuran rüzgârı duymuyordu artık.Köyün hocası kollarını sıvarken,Gani’nin babası,ölünün yıkanacağı suyu ısıtabilmek için kara kazanın altındaki tezekleri üflüyordu.
Kuvvetlice esen rüzgâr,Gani’nin yanındaki sabun kalıbını yere düşürdü.
… . . . .
Füsun Çokbilir Hanımefendi akşama doğru uyandı.Fam dö şambr Matmazel Lusiya’yı çağırarak kahvaltısını odasına istedi.
Fifi bugün durgundu.Başını kaldırmadan yatıyordu.
Fam dö şambr Lusiya,Füsun Hanımefendi’nin kahvaltısını getirince,Fifi’nin bu sabah hiçbir şey yemediğini,mamasına isteksiz nazarlarla baktığını söyledi.Füsun Çokbilir Hanımefendi telaşlandı.Acaba cici Fifi’sinin nesi vardı?Fam dö şambr’a :”Veteriner Onur Bey’e telefon ediniz.Gelip Fifi’yi muayene etsin” emrini verdi.
Akşam üzeri,ta Selimiye’den gelip Fifi’yi muayene eden Veteriner Onur Bey, “cici Fifi’nin bir şeyi olmadığını,kapalı kalan köpeğin canının sıkıldığını,giydirilip biraz gezdirilirse sağlığının düzeleceğini” bildirdi.
… . . . .
Ortaköy’de sabah başlayan rüzgâr,şiddetini artırmış,müthiş bir kar fırtınasına dönmüştü.Gani’nin cenazesi o gün kaldırılamadı.
… . . . .
Dragos’taki şahane villasının şömineli salonundan,güneşin Adalar arkasında bıraktığı kan kırmızısı rengi seyreden Keramettin Beyefendi,yanındaki yarı çıplak sarışın kadına dönerek :”Bu kış ta sıktı artık” diye söylendi.Keramettin Beyefendi,Füsun Çokbilir’in kocasıydı.İkisi de farklı yerlerde, ayrı ayrı kendi hayatlarını yaşıyorlardı.
Villanın bahçesi denize kadar uzanıyordu.Keramettin Beyefendi’nin gözleri,garajın yanında bir köşede,randası toplanmış, üzeri branda ile örtülü kotraya takılmıştı.
Şöminedeki odunlar tatlı bir çıtırtı ile yanıyor,alevler loş salonu titrek ışıltılarla aydınlatıyordu.Şöminenin önündeki büyük ayı postuna uzanan sarışın hanım Keramettin Beyefendi’ye “gelsene” diye seslendi.
… . . . .
Kızılırmak,yirmi beş santimetre kalınlığındaki örtüsünün altında sessizce ağlıyordu.
(Şubat,1967-Sivas