14 Kasım 2012

ATATÜRK’ÜN ÖNGÖRÜSÜ

ile Hami KARSLI

Bileşik bir sözcük olan öngörü, “bir işin ilerde ne durum alacağını kestirme, önceden anlama” demektir.

Bazen, içinde yaşadığımız olayları yıllar öncesinden kestiren ve o konuda neler yapılması gerektiğini söyleyen insanların öngörüsü o kadar doğru çıkar ki şaşırır kalırız.

Örneğin, 20 Ekim1927 günü, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk şöyle der:
“Ey Türk Gençliği!
Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türkiye Cumhuriyetini, sonsuza değin korumak ve savunmaktır.

                Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli güven kaynağındır.

            Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen düşmanlar bulunacaktır.

            Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin!

            Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir.

            Bağımsızlığına ve cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler.

            Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine düşman girmiş olabilir.

            Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık içinde olabilirler; hayınlık da yapabilirler.

            Dahası iş başında bulunan bu kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler.

            Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

            Ey Türk geleceğinin gençliği!

                İşte bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyeti’ni kurtarmaktır!

                Bunun için sana gereken güç damarlarındaki soylu kanda vardır!

 

Bundan 85 yıl önce seslendirilen bu söylevdeki öngörü şaşırtıcı değil mi?

*

     Şubat 1933’te Bursa’da Türkçe ezana tepki gösteren bir grup, ezanın yeniden Arapça okunması için valiliğe yürümüş, ancak olaylar büyümeden bastırılmıştır.

Bir yurt gezi sırasında bu olayı haber alan Atatürk, 5 Şubat 1933’te Bursa’ya gelerek olaylar hakkında bilgi almış ve akşam Çekirge yolundaki bir köşkte “Bursa Nutku” diye bilinen konuşmasında şunları söylemiştir:

            Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

            Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek”

            Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”

            İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”

            79 yıl önce yapılan bu konuşmadaki öngörü de şaşırtıcı değil mi?

*

            Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. cilt, sayfa 33’ten aldığım 1923 yılındaki bir söylevinde de şöyle diyor o büyük insan:

 “Sayın gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk gençliğine bırakacağımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız.

            Milletin yükselme gerek ve şartları için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti o yükselme merhalesine götürmek için dikilecek engellere hep birlikte mani olacağız.

            Bunun için dimağlarımıza, irfanlarımıza, bilgimize, icap ederse bileklerimize, pazılarımıza, bacaklarımıza müracaat edecek, fakat neticede mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız. Bu millet sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır.”

Bu konuşma ise günümüzden 89 yıl önce yapılmış.

Dikkat ederseniz bu konuşmaların üçünde de içerik hemen hemen aynı!

*

            1923 yılında Isaac F. Marcosson isimli bir Amerikalı Ankara’ya gelerek Atatürk’le bir röportaj yapıyor. Bu röportajda Atatürk şunları söylüyor:

“Bir gün, cihan harbinden sonra Ortadoğu’da kurulan suni (yapay) devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı âkıbete (sonuca) kendileri uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir…”

            Bir insanın 89 yıl öncesinden bugün olup bitenleri görmesi şaşılacak denli bir öngörü değil mi?

*

            Sadece 20. yüzyılın değil, bütün yüzyılların en büyük devrimcisi olan o büyük insan yüce Atatürk yıllar öncesinden:

            “Milletimiz asırlardan beri iki müstebit (zorba) kuvvetin, iki imhakâr (yok edici) kuvvetin baskısında müteessir (kederli) ve müteellim (acılı) olmakta idi. O iki kuvvetten birisi doğrudan doğruya MEMLEKET ve MİLLET’İ İDARE ETMEK İDDİASINDA BULUNAN MÜSTEBİTLER, ikincisi bütün bir EMPERYALİST ve KAPİTALİST ALEM’dir!” dememiş miydi?