ULUSAL GÜC “KUVÂ-Yİ MİLLİYE”
ULUSAL GÜC
“KUVÂ-Yİ MİLLİYE”
Bilindiği gibi “Kuvâ-yi Milliye” (Ulusal Güc), ülkemizin Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve onlara yardımcı olan içimizde yaşattığımız Ermeni birliklerince ele geçirilmek istendiği dönemde oluşan ulusal direniş örgütünün adıdır.
1918-1922 yılları arasında etkin olan bu gücün ortaya çıkmasının üç büyük nedeni vardı.
1-Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan yenilgiyle çıkması ve Mondros Ateşkes Anlaşması gereğince Türk Ordusu’nun elinden silahlarının alınarak, görevinin bıraktırılması (terhis edilmesi),
2-Damat Ferid Paşa Hükümeti’nin bu duruma sadece izleyici kalması, halkın mal ve can güvenliğini koruyamaması,
3-Türk Ulusu’nun bağımsızlığını, bayrağını, egemenliğini, özgürlüğünü geri istemesi.
Günümüzde bu koşulların hepsi yeniden ortaya çıkmıştır.
Türk Ordusu’nun yurtsever, Atatürkçü komutanları sahte, uyduruk belge ve gizli tanıklarla tutsak edilmiş, AKP Hükümeti, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi adı altında bölgemizi yeniden şekillendirmesinde görev üslenmiş, Türk Ulusu da bağımsızlığını, bayrağını koruma durumunda bırakılmıştır.
***
Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda nasıl ki, yurdun güneydoğusundan, batısından başlayarak yer yer, bu ulusal güçler kurulmuşsa, artık günümüzde de illerimizden, ilçelerimizden başlayarak her yerde bu ‘çoban ateşleri’ yakılmaktadır.
Bu ateşlerden 162. si, 25 Mayıs 2013 günü Tokat’ta yakıldı.
“Milli Merkez” Tokat İl temsilcisi Şahin Bozkurt’un büyük kişisel çabaları, Tokat Atatürkçü Düşünce Derneği, Eğitim-İş Tokat Şubesi, Tokat TGB (Türkiye Gençlik Birliği) nin katkıları ve çalışmalarıyla yaşama geçirilen etkinlik son derece güzel geçti.
Atatürk Kültür Sarayı’nın 600 kişilik salonunu dolduran coşkulu kalabalık zaman zaman, yüksek sesle attıkları sloganlarla AKP karanlığına karşı tepkilerini ortaya koydular.
CHP Eski Milletvekili Şahin Mengü’nün yönettiği ve konuşmacı olarak katıldığı toplantıda Devlet Eski Bakanı Ufuk Söylemez, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Cengiz, Yeniçağ Gazetesi Yazarı Arslan Bulut yaptıkları konuşmalarla, yurdumuzun içinde bulunduğu duruma ayna tuttular.
Konuk konuşmacılar öncesi, sunucu genç hanımın, TGB Temsilcisi Burcu Işık’ın, ADD Başkanı Gülderen Yaman’ın ve “Milli Merkez” temsilcisi Şahin Bozkurt’un yaptığı konuşmalar içerik açısından nitelikli ve güzel konuşmalardı.
Ancak, açıkça söylemeliyim ki, sunucu genç arkadaşın kullandığı ‘akabinde’ ‘organizasyon’ gibi sözcükleri, Burcu Işık’ın kullandığı ‘inşa etmek’ deyimi gibi sözleri yadırgadım. Unutmamak gerekir ki, ülkemizdeki karanlıkla savaşırken, dilimize giren yabancı sözcüklerle de savaşmak Atatürk Devrimciliği’nin gereğidir.
Sevgili Şahin Bozkurt da ‘tebrik etme’ yerine ‘kutlama’ sözcüğünü kullanabilir, konuşmasına, “Beyefendiler, hanımefendiler” yerine “Hanımefendiler, beyefendiler” diye başlayarak, erkek egemen toplumun egemen erkeği yerine, bireyleri eşit toplumun uygar erkeği olduğunu gösterebilirdi.
Ancak bu ufak eleştiri, Şahin arkadaşımızın gerçekten özverili çalışmalarını, eşiyle birlikte yaptığı güzel ev sahipliği görevini kesinlikle gölgelemez. Onun “1919’dan daha kötü durumda da değiliz” “Bölünme Anayasasını yaptırmayacağız” sözlerinin salondakiler tarafından paylaşılması, bir dirençli kararlılığın göstergesiydi.
Şahin Mengü toplantıyı başlatırken yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Atatürkçü komutanlarının tutsak edildiğini, yargının ve devlet memurluğunun siyasallaşıp işlevini yitirdiğini, AKP + PKK işbirliğini, bu hükümet işbaşına gelinceye kadar dış işlerimizde değişmeyen devlet politikasının ortadan kaldırıldığına vurgu yaptı.
Ufuk Söylemez, sözlerine, “artık sağ-sol yok, milli-gayri milli (ulusalcı – ulusalcı olmayan) var” diyerek başladı.
“Amerikancılığın, veba salgını gibi” ortalığı sardığını söyledikten sonra, konuşmasını Atatürk’ün söylediği şu 5 cümle üzerinde sürdürdü: “Ne mutlu Türküm diyene. Dikkat edin Atatürk ne mutlu Türk olana dememiş”, “Yurtta barış, dünyada barış”, “Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kararlı isteği (azmi) sağlayacaktır”, “Vatan söz konusu ise (mevzubahisse) gerisi ayrıntıdır (teferruattır)”, “Bağımsızlık benim karakterimdir”
(Ufuk Bey, bu arada Atatürk’ün “Yaşamda en gerçek yol gösterici ilimdir, bilimdir” sözüne vurgu yaparak AKP’nin, Türkiye’deki aydınlanma devrimini nasıl dinsel dogmalarla yok etmeye çalıştığını da anlatsa iyi olurdu)
Sözlerini “Be Hey Dürzü”(*) şiiri ile bitirip salondan büyük alkış olan Ufuk Söylemez’den sonra, konuşan Mehmet Cengiz: “Türk Devrimi’nin yeniden yapılması gerektiğini, İmralı, Oslo görüşmelerini görmeden Anayasa tartışmalarına girilemeyeceğini, AKP’nin, karşı devrimin anayasasını yaptığını anlattı.
AKP’nin en büyük şansının “muhalefetteki boşluk” olduğunu, iktidar seçeneği yaratmak için sosyal demokrat kökten gelenlerin, milliyetçi kökten gelenlerin, bilimsel sosyalizmi savunan solcuların, iktidar seçeneğini oluşturacak bir programda birleşmeleri gerektiğini vurguladı.
Dürüst ve yetenekli gazeteci Aslan Bulut, Başbakan Erdoğan’ın “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almasından” söz ederek, bunun “yurdumuzun düşman tarafından ele geçirilmesi (istila edilmesi)” anlamına geldiğini anlattı.
Atatürk modelinin tüm İslam ülkelerine örnek olduğunu; dış güçlerin ve AKP’nin yeni Osmanlıcılık adı altında bir Türk-Kürt federe devleti kurmak istediğini vurguladı.
Namık Kemal’in, “Hürriyet Kasidesi”nden “Muîn-i zâlimin dünyada erbab-ı denâettir/ Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî insafa hizmetten” dizelerini okuyarak, dış egemen güçlerin (emperyalizmin) üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki oyunlarına dikkat çekerek, onları insafsız avcıya, onlara yardım eden içteki hainleri de köpeğe benzetti. Yani “İnsafsız avcıya hizmetten zevk alan köpektir” dedi.
Umarım ve dilerim ki “Milli Merkez”, AKP’nin PKK Lideri Öcalan’la beraber hazırladıkları bölünme anayasasına karşı etkinliklerini Tokat’ın ilçelerinde de gerçekleştirir.
Atatürk, Namık Kemal’in: “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini/ Yok mudur kurtaracak baht-ı kara mâderini?” dizelerine:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini/ Bulunur kurtaracak baht-ı kara mâderini!” yanıtını vermişti. (Mâder, Farsça ‘anne’ ‘ana’ demektir. Vatan, kötü talihli anaya benzetilmektedir.)
Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığa en yakın olan andır!
(*) Neyzen Tevfik’e mal edilen bu şiirin, Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı Asayiş Şube Müdürü Mutlu Çelik’e ait olduğu ve 1994 yılında yayımladığı ‘Yalnızlık Pusuda Bekler’ adlı kitabında ‘Cevaben’ başlığı ile yer aldığı anlaşılmıştır. Bu kitabı, TBMM’de Atatürk aleyhine konuşma yapan eski RP Milletvekili Hasan Mezarcı ve Atatürk düşmanları için yayımladığını belirten Çelik, Barış Partisi’nin şiiri Neyzen Tevfik imzasıyla poster ve kartpostal yaparak sattığını, bu tarihten itibaren şiirin Neyzen Tevfik’e mal edildiğini anlatarak, şiiri izinsiz kullandığı için Barış Partisi’ne dava açtığını ve Ankara 5’inci Asliye Hukuk Mahkemesi’nden tedbir kararı aldığını söylemiştir. Ünlü şairlerimiz ve Neyzen Tevfik hakkında araştırma yapanlar da bu şiirin Neyzen’e ait olmadığını bildirmişlerdir. Şiirin bütünü şöyledir:
Cevaben
Ne işin var Tanrı ile aramda / Sen kimsin ki orucumu sorarsın / Hakikaten gözün yoksa haramda /
Baş açığa niye türban sorarsın.
Rakı, şarap içiyorsam sana ne / Yoksa sana bir zararım içerim, / İkimiz de gelsek kıldan köprüye /
Ben dürüstsem, sarhoşken de geçerim.
Sakal, şalvar, gümüş, sarık iş değil / İbadetin reklâmına sığınma / İnanç varsa inandığına eğil /
Her tayinde bir camiye sığınma./
Esir iken mümkün müdür ibadet / Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et / Senin gibi dürzülerin yüzünden /
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma / Atatürk’e dil uzatma şerefsiz / Sen anandan yine çıkardın amma/
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.
Riyakârsın sakal gizlemez seni / Haram ile doldurmuşsun keseni / Dokunulmaz sanırsın sana amma,
Dokunursa bu millet ……… seni!
Saygın Öğretmenim
Yunan askeri İzmir’e çıktığında Hasan Tahsin Bey’in yaşamının hiçe sayarak direnmesi, tüm İzmir’de, çevresinde duyulmuştu. Anadolu’nun yiğitlerinin onurlu bir direniş başlatacakları çok belirgindi artık.
Yiğitlerinin, direniş için ilk örgütlendikleri yer Ödemiş’tir. Direniş gücünün ilk adı “Yiğit Ordusu”ydu. Yüzbaşı Fethi Tahir Bey, Av. Hamit Şevket, Üsteğm. Ahmet Rıfat, Ask.Şb. Bşk. Yzb. Ali Rıza Bey, Eczacı Tevfik Bey, Çolak Yusuf Efe, Ali Orhan, Sarıgöllü Selim, Mahmut Selim, Salih Vecdi, Selim Rıfat, Aziz, Hamdi, Öğretmenler Faik ile Tatar Nuri, Kayaköylü Kara İsmail, Yusuf Dayı, Hasan Onbaşı (dedem), Üzümlü’den Mustafa Efe ve çetesi, trenle Derebaşı İstasyonuna gelmiş olan Yunan Askerine silahla direndiler. Tarih 1 Haziran 1919’du.
2000 kişilik Yunan Silahlı gücüne karşın 200 yiğitle başarılmıştı bu ilk direniş. Ancak bir gün direnebildilerse de, “bu aslanın yatağına sokulanı yakarız” denmişti Yunan askerine. Sonucunu biliyoruz… Günümüzde koşullarının Sevr’den, işgalden daha ağır olmasına karşın, Kuvayı Milliye benzeri bir soylu direnişin başlamamasını, başlayamaması nasıl açıklanabilir?
Sizi, saygın kişiliğinizde Tokat, Niksar’daki tüm yurtseverleri sevgiyle kucaklar, gönençli günler dilerim.
Öğrenciniz Tarık Konal