ADAMIN BİRİ VE DİĞERLERİ…
Adamın hırsız, düzmeci (sahtekâr) olduğu, bazı kişilere yasa dışı kolaylık sağlayarak karşılığında para aldığı (rüşvet) herkes tarafından biliniyor. Bu konuda yakınlarıyla yaptığı telefon konuşmaları kayıt altına alınmış, bu kayıtların doğruluğu da bilimsel olarak saptanmış.
Adamın yalancı olduğu herkes tarafından biliniyor. Bugün söylediğini yarın yadsıyor. Bu konuda yaptığı konuşmalar da görüntülü olarak kayıt altına alınmış. Bu kayıtlar sanal âlemde dolaşıp duruyor.
Adam , “dostum” dediği, sevdiğini söylediği kişilere bu konuda bir bağlılık vefa) duymuyor. Dostlarını, sevdiklerini bir çırpıda düşman olarak görebiliyor. Bu konudaki eylemleri saymakla bitmeyecek kadar çok.
Adamın kendini çok büyük görme hastalığı (megalomani) var. Bunu sözleri, davranışlarıyla her yerde, her durumda belli ediyor. Güç sahasının dışına çıktığında onun bu davranışlarına gülüyorlar. Davranışları fıkralara konu oluyor.
Adamın tutkularının sınırı yok! Yukarı, hep yukarı tırmanmak istiyor. Tırmanırken bastığı tüm dalları kırıyor. Bu nedenle de bir adım aşağı inmekten korkuyor. Çünkü, tırmandığı o yükseklikten birden düşeceğini biliyor.
Adam, kutsal din duygularını açıkça sömürüyor. Tüm konuşmalarında, ulema, peygamber, Kuran, Allah, namaz, niyaz gibi dinsel içerikli sözcükleri kullanmaya özen gösteriyor. Camiye gidip en ön safta namaz kılıyor.
Adam, Osmanlı’ya özellikle Vahdettin’e özeniyor. Vahdettin’in “Millet dediğin sürüdür, ona bir çoban lazım, o çoban da benim” sözünü yaşama geçirircesine, Ulusumuzu sürü, kendisini de elinde sopası, üstünde gocuğu ile bu sürünün çobanı zannediyor.
Adam, “Türk” sözcüğüne düşman! Milliyetçiliği ayaklar altına aldığını açıkça söylüyor. Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldiğini düşünerek tüm ulusalcılara savaş açıyor.
Adam, yayılımcıların (emperyalizmin) bir dediğini iki etmiyor. Onların çıkarlarını savunmak için hazırlanan projelerin yürütücülüğü görevini üstleniyor.
Adam, tam bir işbirlikçi! “Yapılması gereken Atatürk’ün hem din hem de Kürt düşmanı olduğu fikrini yaymaktır” diyen Alman asıllı Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke’nin; “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir” diyen ABD Savunma Bakanlığı danışmanı
Samuel Huntington’un; “Atatürkçülük öldü. Nurcular ileri!” diyen ABD’li strateji uzmanı Paul Henze’nin; “Kemalizme son verin, Osmanlıyla övünün” diyen CIA görevlisi Graham Fuller’in öğretilerini aynıyla yaşama geçirmek için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Adam, kendi isteği doğrultusunda karar verecek adalet; kendi belirlediği itaat temeline dayalı izlenceleri uygulayacak eğitim; parası olana sunulacak sağlık; kendisine övgü sunacak basın; bir dediğini iki etmeyecek bir Meclis; kimseye hesap vermeden dilediğince harcayabileceği sınırsız bir bütçe istiyor.
Evet, bu adam hakkındaki nitelemeleri daha çoğaltmadan diğer adamlara geçmek istiyorum:
Diğerleri dediklerim, aslında adamın birinin yaratıcılarıdır. Bunların nitelikleri de saymakla bitmeyecek ölçüdedir. Bunlar, Aziz Nesin’in 1982 Anayasa referandumu yapıldığı dönemde söylediği yüzde 60’lık kesimdir. (Aslında Aziz Nesin, “yüzde 92 diyecektim, dilim varmadı” demiştir. Bu yüzde 92, Kenan Evren anayasasına oy verenleri işaret eder.)
Diğerlerinin içinde, adamın birinin çok yakınında bulunan ve o nedenle olağanüstü zenginleşen bir azınlığın dışında 40 milyon yoksul, 20 milyon da açlık sınırında olan insan vardır.
Diğerlerinin içinde papaz eriğine takke giydirerek imam eriği yapmak isteyenler çoğunluktadır.
Diğerleri, adamın birinin buyruğunu, aklın buyruğuna yeğleyenlerdir.
Diğerlerinin büyük bölümü “Neden?”, “Niçin?”, “Nasıl?” gibi soru belirteçlerini bilmezler, kullanmazlar. Efendileri ne derse onu yerine getirirler. Nazım’ın dediği gibi, onlar “Dünyanın En Tuhaf Mahluku” durlar:
“Akrep gibisin kardeşim,/korkak bir karanlık içindesin akrep gibi./ Serçe gibisin kardeşim, /serçenin telaşı içindesin./ Midye gibisin kardeşim, /midye gibi kapalı, rahat. /Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. /Bir değil,/ beş değil,/yüz milyonlarlasın maalesef./ Koyun gibisin kardeşim,/ gocuklu celep kaldırınca sopasını /sürüye katılıverirsin hemen/ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye./ Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,/ hani şu derya içre olup / deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf./ Ve bu dünyada, bu zulüm/ senin sayende./ Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ kabahat senin,/ — demeğe de dilim varmıyor ama — / kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!// “
Ve diğerlerinin bir bölümü de, bindikleri geminin batmakta olduğunu gördükleri halde, ellerini “taşın altına sokmayan” “bana ne” diyen aymazlardır.