BUYURGANLIK (DİKTATÖRLÜK)
Latince, buyruk (emir) veren, (dikte eden) anlamına gelen “diktatör” ün Türkçesi “buyurgan” sözcüğüdür.
Buyurganlık, bir devlette tüm yetkilerin yani devlet gücünün tek kişinin elinde bulunmasıdır.
Bu güçler yasama, yürütme ve yargıdır.
Bunların birbirlerine üstünlüğü olmadığı kabul edilse de, yürütme ve yargı erkleri, yasama erkinin yaptığı yasalar gereğince çalışırlar.
Genelde, eğer tek bir kişi yasama erkine egemen olmuşsa, onun yürütme ve yargı erklerine de egemen olması kolaylaşır.
Bir ülkede buyurganlığın ortaya çıkması, o ülke insanlarının bilinç düzeyleriyle ilgilidir.
Dogmaların batağından kendilerini kurtaramamış, neden, niçin, nasıl vb. soruları soramayan, eleştirel aklı kullanamayan bencil ve korkak bireylerin oluşturduğu toplumlarda bir buyurganın ortaya çıkması çok daha kolaydır.
Buyurganlıklar, yasal bir yönetimi zorla devirerek kurulduğu gibi, göstermelik seçimlerle de kurulabilir.
Buyurganlıklarda demokrasi yoktur.
Buyurganın katı, tartışılmaz buyrukları vardır!
***
Dünyanın her yerinde buyurganlar ortak özellikler taşırlar:
Buyurgan, kendini ülkenin sahibi gibi görür. Konuşmalarında “benim memurum” “benim polisim” “benim askerim” gibi söylemlere yer verir.
Buyurgan, sürekli bir korku içerisindedir. Karanlıkta bağırarak korkusunu yenmeye çalışanlar gibi, çevresindekilere ve halka baskı uygular. Kendi korkularını, başkalarını korkutmakla, onlara gözdağı vermekle (tehdit) yenmeye çalışır.
Buyurgan, en bilgilinin, en iyinin, en doğrunun kendisi olduğuna inanır. Bu nedenle, çevrelerindeki tüm insanların kendisine boyun eğmesini ister.
Buyurgan, eleştirel akıldan daha çok kör inançları yeğler. İç dünyasındaki çelişki ve çarpıklık nedeniyle de sürekli yalan söyler. Bu durumu kendisine anımsatanlara karşı büyük öfke duyar.
Buyurgan, “sevmek” fiilini algılamakta zorlanır. Hatta bu fiili bilmez. O, genelde “kin”, “öç alma (intikam)” duygularıyla doludur.
Buyurgan, kendi kör inançlarla dolu dünyasını paylaşan insanları sever. Diğer insanlar onun için, yok edilmesi gerekenlerdir. Özellikle ulusu aydınlatan bilim adamlarına, sanatçılara, gazetecilere, öğretim üyelerine, soru soran gençlere düşman gözüyle bakar.
Buyurgan, kendi verdiklerinin dışında kendisinden bir şeyler isteyenleri iyi karşılamaz. Bu tür istekler onun tarafından gözdağı (tehdit) olarak algılanır.
Buyurgan, kendisinin buyurgan olarak kalmasını sağlayan, çok daha güçlü yabancı bir buyurganın yanında köpekleşir. Onun isteklerine uyar.
Buyurgan, yurt içinde ve dışında kendisine karşı zarar verici gizlice yürütülen düşünceler (komplolar) olduğunu sanır.
Buyurgan, yok edemediği bir aşağılık duygusu içindedir. Etrafına saldığı korku, aslında bu duyguyu bastırmak içindir.
Buyurgan, olumlu olarak değişemez. “Olumlu değişmek” genelde daha iyiye, doğruya, güzele yönelmektir. O zaten öyle olduğuna yürekten inanır.
Buyurgan, o ulusun bireylerinin yüreklerinde taht kuran ulusal kahramanları sevmez. (Türkiye’de Atatürk’ü sevmeyen gibi…)
***
Halkı baskı, korku ve güç kullanarak yöneten, bu yolla varsıllaşan (zenginleşen) buyurganların sonları hep birbirlerine benzer.
Ellerindeki güç gidince yalnızlaşırlar. En yakınları bile onu terk ederler.
Sonra ya yaşamlarını kendi elleriyle bitirirler(intihar ederler), ya aşağılanarak linç edilirler, ya başka bir ülkeye kaçarlar, ya da tutukevlerinde onursuz bir şekilde yaşamaya devam ederler.
Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Avrupa’nın ilk faşist buyurganı olan Benito Mussolini’nin, 1922’de başa geçmesiyle İtalya’da baskı ortamı başladı. Ulusa kendinin tek önder (duce) olduğunu duyurdu (ilan etti).
Duce, Faşist Parti dışındaki diğer partileri kapattı. Sendika hareketlerini yasa dışı diyerek yasakladı. Kitaplara, gazetelere, eğitime ve benzeri her alana sıkıdenetim (sansür) getirdi.
Mussolini ile sevgilisi Clara Petacci, 28 Nisan 1945’de İtalyan direnişçileri tarafından öldürülerek, Milano’da Loreto Meydanı’nda sallandırıldı.
Tarihin en kanlı buyurganlarından Adolf Hitler, Almanya’da 1934’de Hindenburg’un ölümü üzerine devlet başkanlığı ile başbakanlığı birleştirerek buyurgan oldu. 2. Dünya Savaşı’nda tüm dünyaya büyük acılar yaşatan Hitler, 1945 Nisan ayı sonunda, Almanya’nın yenilgisi kesinleşip Ruslar Berlin’de ilerlerken, son anlarda evlendiği Eva Braun ile beraber yaşamına son verdi (intihar etti)
Libya’da Muammer Kaddafi, Irak’ta Saddam Hüseyin, Tunus’ta Zeynelabidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Romanya’da Nikolay Çavuşesko, Yugoslavya’da Slobodan Miloseviç, Portekiz’de Antonio de Oliveria Salazar, Filipinler’de Ferdinand Marcos, Zaire’de (Kongo’da) Mobuutu Sese Seko, Paraguay’da General Alfredo Stroessner, Etiyopya’da Mengistu Haile Mariam adlı buyurganların sonları, bugünün buyurganlarına örnek olmalıdır.
Turgut Özakman, “Tarih kutup yıldızı gibidir, insana yol gösterir” der.
İsmet İnönü de bir konuşmasında, “Büyük adamlar, büyük siyasetçiler, büyük yargıçlar olaya tarihin kürsüsünden bakmalıdır” demişti.
Ama, günümüzün “ak” ile “kara” yı ayırt edemeyen cüce siyasetçileri geçmişi bilmedikleri veya anımsamadıkları için, kesinlikle tarihi yineleyeceklerdir.