Saygıdeğer Hemşehrilerim,

Güzel Tokat’ımızın çocuklarından  sayılan rahmetli Cahit KÜLEBİ, ülkemizin unutulmaz şairlerindendir. İçtenlikli, sıcak, halk dilinin güzellikleriyle dokuduğu şiirlerinde hepimizi etkileyen anlatımların kaynağıdır. Kendisiyle ailesinin bireylerinden birisi gibi yaşadığı sürece kopmayan ilişkimiz, ağabey- kardeş yakınlığı, karşılıklı sevgi, saygı ve güvenle yakınlarımızı da kapsamıştır.

Türk Dil Kurumu’nda üye ve hukuk danışmanı olarak görev yaptığım yıllarda Cahit Ağabey Genel Sekreter idi. Kimi sorunları birlikte aştık. Niksar’a ilişkin anılarını dinlemekten, günümüz olaylarının değerlendirilmelerini duymaktan mutluluk duyardım. Şiir konusu hepsinin önünde gelirdi. Bana şiirlerini okur, görüşümü sorar, sonra benim şiirlerimi eleştirirdi. Ortak dostlarımızla buluşmamızda hepimizi coşkulu konuşmalarıyla gönendirirdi. Mustafa Kemal Atatürk’ e yürekten bağlı idi. Bu yanını şiirlerinde, çok şairinden daha iyi yansıtıyordu. Duygu yoğunluğundan ötede düşünceleriyle ilkelerinin ülkemiz gerçeğine tam uygunluğu onu Atatürk’e bağlamıştı. Konuşmalarında da bunu belirtmekten kıvanç duyuyordu. 10 Kasım 1955’ de Atatürk’ü gözleri yaşararak anlatması benimsemesinin kanıtı idi.

 

            “Külebi’nin şiirlerinde Atatürk’ü anlatmak çok kolay. Arı dille yazılmış, duruluğu belirgin şiirlerini okuyan herkes Atatürk’ü nasıl anlattığını kendisi yazmışcasına saptar. Şiirlerinin gücü Külebi’ nin seçkin kişiliğine dayanır. İyi bir ailenin, iyi eğitim görmüş çocuğu olarak toplumsal düzeye çok önem veriyordu. Gelişmenin ışıklarını, Atatürk’de, Atatürk ilkelerinde bulduğu için şiirlerinde Atatürk’ün özgün bir yeri vardır. Çok sevdiği Türkiye’mizi değerli özellikleriyle dizelerine aldıktan sonra Türkiye için çok önemli yeri olan Atatürk’e yönelmiştir. Külebi için Türkiye ile Atatürk’ü birbirinden ayırmak olanaksızdır. Atatürk’ ü bir kişi olarak değil, bir yurt, bir ulus olarak algılamıştır. “Atatürk Kurtuluş Savaşında” adlı, oratorya olarak düzenlenen şiirini “Atatürk’e, birlikte savaşanlara ve çocuklarına adamıştır. Edirne’den Ardahan’a kadar Türkiye’yi Samsun’ la İzmir’ i, Niksar ve Tokat’ı anlattığı gibi anlatmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesinde ulusun yoksunluklarını, çektiği sıkıntıları, göğüslediği güçlükleri, ağaçlara, yapraklara varıncaya değin şiirleştirmiştir. Kemal Paşa’nın Anayurda sarılan kollarını , Yüce Komutan’ın arkasından yürümeye hazır dalgaları, Erzurum ve Sivas Kongrelerini, Kemal Paşa’nın inancını ve azmini, Sakarya Savaşı’nı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularının kahramanlıklarını, İnönü Savaşları’ndan başlayarak yurdu kurtarma gerçeğini, sanatkârlığını, yapıcılığını, önerilerini, öngörülerini, buyruklarını, Cumhuriyet’i kurmasını, halkçılığını, demiryollarını, davul-zurnalı bayramları en tatlı biçimde duyurmuştur. Hepsi bir tarih dersi, bir devrin öğretisi olarak belleklerimizi ışıklandırmaktadır. Emperyalistlerin “yeryüzünden silininceye kadar savaşacaklarını” söyledikleri Türk Ulusu’nun Atatürk’ ü yeterince tanıdığı kanısında değilim. Külebi’ nin şiirleri nedeniyle bu soruna biraz değinmeyi yararlı buluyorum.

 

Öğrencilik yıllarından beri ülkesi için düşüncelerini açıklayıp çözüm önerilerini anlatan Atatürk, yurdu kurtararak yeniden kazandıran, devlet kuran en büyük Türk büyüğü, en çağdaş Türk Milliyetçisidir. O’nun savunmaya ve övünmeye gereksinimi yoktur. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin ölüm fetvası “Bu millet bir sürüdür, bende çobanıyım” diyen işbirlikçi Padişah-Halife Vahdettin’in idam fermanı O’nu doğru bildiği yoldan çevirememiş, müdafa-i hukuk ruhu ve kuva-yı milliye ateşiyle hukuk yollarını izleyerek ülkemizi düşmanlardan arındırmış, teokratik monarşiyi yıkarak demokrasiyi amaçlayan cumhuriyeti kurmuştur. Cumhuriyet tam bir halk demokrasisi, tam eşitlik bir yurttaşlar düzenidir. 10. Yıl Söylevi’ nde açıkladığı gibi temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan bir yönetim biçimidir. Yine Atatürk’ün anlatımıyla ulusumuzun yaradılışına, yapısına ve karakterine en uygun yönetim biçimidir, demokrasinin yaşama geçiş biçimi ve yönetimdeki adıdır. 1 Kasım 1928 TBMM Açış Konuşmasında “Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir”diyerek sosyal yönünü de vurgulamıştır. Nasıl Atatürk’ü tanıtmak ve anlatmak konusunda başarısız isek, cumhuriyetin karalanıp yozlaştırılmasından da sorumluyuz. Cumhuriyetin gereklerini yerine getiremeyen kötü siyasetçiler yüzünden eleştiriler gelmektedir.1930’ larda dünyanın en iyi birkaç cumhuriyeti içinde gösterilip Milletler Cemiyeti’nin üyeliğe çağırdığı ülkemizin günümüzdeki sorunları da Atatürk yolundan ayrılmaya bağlanmalıdır. Cumhuriyetimizi anayasal niteliklerinden soyutlamak isteyenlerin çirkinlik ve azgınlıklarını sergiledikleri günümüzde, müslüman çoğunluğun yaşadığı, dünyadaki 50-55 ülke içinde Türkiyemizi düşünmek yeter. Hiçbirinde müslümanlık Türkiye’deki gibi mutlu yaşanmadığı gibi yine hiçbirinde uygarlık ve demokrasi Türkiye’dekine yakın değildir. Terörle, köktendincilerin neden olduğu kıyım ve yıkımlarla acı çeken ulusların Atatürk’ü olsaydı bu durumlara düşmezlerdi. Mustafa Kemal, düşmanları Çanakkale’ de Marmara’ya gömmekle, 9 Eylül’e Akdeniz’ e dökmekle haçlıların kutsal toprakları ellerine geçirmelerini önlemiştir. Tüm yaptıklarıyla Tanrı’nın Türk Ulusu’na hem armağanı, hem de ödülüdür. Kendisini saltanat-haneden bağımlılığından, inanç sömürüsünün bencilliğinden, Arap milliyetçiliğinin bağnazlığından, bilgisizlikten ve aymazlıktan kurtaramayanlar Atatürk’ e ve ilkelerine saldırırlar. Laikliğin bağımsızlık ve demokrasinin kaynağı; siyasal, hukuksal ve ulusal birliğimizin dayanağı; eşitlik, dostluk, ahlak, adalet ve insanlığın en iyi iklimi; başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerin güvencesi olduğunu bilmezler, bilmek istemezler. Atatürk’ün 7 Şubat 1923’de Balıkesir Paşa Camii Hutbesi’nde, 27 Ocak 1923’de annesinin mezarı başında Allah’ı en güzel biçimde andığını unuturlar. Üç tür okuldan, beş tür mahkemeden, onbeş tür nikâhtan, kapitülasyonlardan kurtardığını da…

 

            “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” sözü birleştiriciliğin, halk adamı olmanın, geleceği birlikte kurmanın en güzel, en anlamlı anlatımıdır.Bölücülük ve yıkıcılıkla insanlık suçu işleyenlerin bir kez daha düşünmesi, kendini dindar sanarak dinin en gerçekçi ve sağlıklı koruyucusu laikliğe saldıranların dinlerin bir kültür kurumu olduğunu, insanlık gereklerini dışlamanın dinle bağdaşmadığını anlamaları gerekir. Padişah- halifenin kulu kölesi, Osmanlı devletinin tebaası olan insanımızı, onur ve erdem saydığımız hak ve özgürlüklerle donatarak devletin sahibi “yurttaş” yapan, ümmeti “ulus” düzeyine çıkaran Atatürk’e her şeyimizi borçlu olduğumuzu yadsıyamayız. Türkiye’ de yaşayıp da yediği ekmeği, içtiği suyu, soluduğu havayı Mustafa Kemal ve arkadaşlarına borçlu olduğunu unutanların insanlık değerleri tartışılır. İnsandan devlete, anlayıştan ilkelere, kurallardan kurumlara, her şeyiyle yepyeni Türkiye Cumhuriyeti, hepimizin yaşamını, namusunu, onurunu kurtaran 30 Ağustos Zaferi’nin en büyük kazanımıdır. Yoktan var eden ölüm-kalım savaşının “Türk Mucizesi” olarak adlandırılması boşuna değildir. Atatürk ilkelerinin temelini oluşturduğu Türk Devrimi, sonsuza değin bağımsız yaşamamızın en büyük gücüdür. Çok ırklı, çok dinli, çok hukuklu, çok dilli bir toplumdan ulus bilincine erişmek, ulus yapısını ve ulusallığı benimsemek çağdaşlığa yükselmenin sonucudur. Şeriat düzenini hilâfetle birlikte dışlayıp inanç sömürüsünü engelleyerek aklın özgürlüğünü, vicdanın aydınlığını, devletin dinden bağımsızlığını ve dinler yönünden saygın yansızlığını sağlamış, bilime öncelik tanıyarak “İnanıyorum o halde varım” demekten “Düşünüyorum o halde varım” yüksekliğine taşımıştır. Türk Gençliğine Seslenişi’ yle tamamladığı 15/20 Ekim 1927 Büyük Söylevi’ nin sonunda “Bilimin ve teknolojinin son gereklerine göre bir devlet kurdukları” nı belirtmiştir. Türk dilinin arındırılmasına, sanatın tüm dallarına verdiği önemi vurgulayan özdeyiş niteliğindeki sözleri hep kulaklarımızda, sevgisi yüreklerimizde, kazanımları belleklerimizdedir. İçtenlikle yineliyorum: Türkiye Atatürk’tür. Atatürk Türkiye’dir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” özdeyişini yinelemekten kıvanç duyan herkes için Atatürk, bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik, çağdaşlık, yurt, ahlâk, adalet, onur demektir. Tarihsel ve ulusal değerlerimizle varlıklarımızın özeti ve simgesi, Türkiye Aydınlanmasının kaynağı Türkiye’mizle özdeşleşerek kurumlaşan ilkeler anıtıdır. Külebi, bu Türkiye gerçeğini şiirlerinde kendine özgü anlatımıyla yaygınlaştıran şairimizdir.

 

            Bağımsızlık ve insanlık tutkumuzu özetleyen Türk Milliyetçiliği, soyumuzun en güzel özelliklerini ve değerlerini koruyup geliştirmek, başka uluslara saygıyla dostlukları sürdürmek, ulusal varlığımızı canımızı adayarak korumak ülküsüdür. Milliyetçilik, tutuculuk; tutuculuk da milliyetçilik değildir. Soy bağı, ulus bağı, din bağından önce gelir. Bu soylu anlayış, bizim Atatürk’ ün kazandırdığı bilinçle, batılılar karşısında onurlu durmamızı  sağlamasıyla karakterimiz olmuştur. Barışçıyız ve kimseye düşman değiliz. Yurdumuzu da kimseye vermeyiz. Günümüzdeki duruşlar, ödünler, AB ve ABD baskıları, oyunları gözetilirse Atatürk ilkelerinin değeri daha iyi anlaşılır.

 

Külebi’nin şiirlerinde anlattığı ve andığı Atatürk, benim tanıtmaya çalıştığım bu Atatürk’ tür. Külebi, Atatürk’ e gerçekten hayrandır. Evrensel kişiliğiyle dünyanın beğenisini kazanan Atatürk birçok şairimizin övdüğü ulusal değerimizdir. Külebi’nin şiirlerinde duygusal yaklaşımından çok, ülkemiz bağlamında değerinin gerekçelerini bulduğumuz Atatürk’ü yaşarız. Türk düşmanı Osmanlı yönetiminin kışkırtmasıyla bastırılan 200’ den fazla isyan, azınlıkların sapkınlığı, Mütareke Basını’nın kötülükleri çekilenleri anlatmaya yeter. Dört yıl gibi çok kısa bir sürede bütün bu olumsuzlukları aşıp yurdu kurtararak devlet kurmak, sonraki on dört yılda yüzyıllara sığmayacak devrim atılımları gerçekleştirmek, görülmesi doğal sonuçlar değildir. 12 Ocak 1934’ de zamanın Yunanistan Başbakanı Venizelos’ un Nobel Barış Ödülü’ ne aday göstermesi, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Komisyonu UNESCO’ nun 1963 ve 1978 Genel Kurullarında aldığı kararla 100. doğum yıldönümünde 1981’ de tüm üye ülkelerde törenlerle anılmasını ayrıntılı bir gerekçeyle istediği Atatürk’e ülkemizde yönetilen haksız eleştiriler ve sergilenen çirkin  karşıtlıklar her yurtseveri derinden üzmekte, yaralamaktadır. Lozan’ da kesinleşip dünyanın kabul ettiği sınırlarımız, kanla çizilen yaşam alanımızı kucaklamaktadır. 10.Yıl Marşı’nın yansıttığı coşku, Türklüğümüzle haklı övünmenin, uygarlık ve çağdaşlık alanlarındaki kazanımların destanlaşmasıdır. Yurdumuz baştanbaşa bir okul, bir fabrika olmuş, Atatürk’ün gösterdiği yönde, yürüdüğü yolda ulusal kalkınmamızın mutluluğuyla kendimizi bulmuştuk. İsviçre’nin 1970’lerde tanıdığı kadın haklarını köylerde 1930’da, belediyelerde 1933’de, yasama organımızda 1934’de yaşama geçirerek analarımıza, kardeşlerimize, eşlerimize gereken değeri vermiştik. 3 Mart 1924 Devrim Yasaları ve Medeni Yasa ile hızlanan devrim yürüyüşü bizi yarınlara taşıyacak istencin hukuksal çağrıları idi. Bizi uygar uluslar ailesinde yaraşır yerde tutan olgular Atatürk’ün armağanlarıdır. 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’yle Anadolu İhtilali bayrağının açılması, 20 Ocak 1921 Anayasası ile lâikliğin ve hukuksallığın temelinin atılması da böyledir. 23 Nisan 1920’ de açılan Meclis’le cumhuriyet kurulmuş, 29 Ekim 1923’ de adı konulmuştur. Bugünlerde hepimize düşen görev, bu kutsal yapıyı korumak, güçlendirmek ve yükseltmektir. Damarlarımızdaki soylu kan bunu gerektirmektedir.

 

            Külebi, Atatürk’lü şiirlerinde bu çağrıyı yapmakta, özetle değindiğim oluşum ve gelişmeleri benimsediği için yaratıcılarını övmekte, onlarda birleşip büyümeyi önermektedir. Benliğimizi ve kimliğimizi Atatürk’le edindiğimizi çok iyi bilmektedir.

 

            Askerlikten siyasete, eğitimden ekonomiye, sanattan spora her alana, her dala el atarak en iyilerini kazandıran Atatürk, ikinci güneşimizdir, hepimizin adıdır. O’na karşıtlıkları, karalama ve unutturma çabalarını geri çevirmek, O’nu sevip saymak, insanlık ve yurttaşlık görevimiz, hatta borcumuzdur. O’nun çocukları olmakla, O’na sahip çıkmakla, O’nu izlemek ve yaşatmakla ne kadar övünmek azdır. Başka ülkelerin böyle liderleri yoktur. 23 Nisan’ ın yıldönümünü yeniden doğuş anlamında çocuklarımıza, 19 Mayıs’ın yıldönümünü atılım ve dirilik anlamında gençlerimize, 30 Ağustos Zaferi’nin yıldönümünü vatan kurtarıp cumhuriyetimizi kuran Türk Silâhlı Kuvvetleri’ ne, 29 Ekim’ in yıldönümünü Büyük Türk Ulusu’na bayram olarak armağan etmesi yüceliğinin bayraklaşmasıdır. Önderimiz, öncümüz, Başöğretmenimiz devrimci Atatürk’ ü şiirlerinde gelecek kuşaklara sevgi ve saygı kaynağı olarak tanıtan Külebi, yazın yaşamımızın unutulmaz değerlerinden biridir, Üstelik bizim, Tokat’ ımızın övüncüdür. Misak-ı Milli’yi, Misak-ı Maarif’i gündeme getirmiş Atatürk’ ün örnek eğitimcilerinden biridir.

 

            Atatürk’ümüze, Cahit Külebi Ağabeyimize ışıklar içinde yatmalarını dileyerek saygılarımı yineliyor, hepinize  iyi dileklerimi sunuyorum.

 

Yekta Güngör ÖZDEN

 Anayasa Mahkemesi

 Önceki Başkanlarından