28 Kasım 2012

CAHİT KÜLEBİ’NİN TÜRK DİLİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

ile Hami KARSLI

Türk yazınında özel bir yeri olan Cahit Külebi’yi eğer sonsuzluğa uğurlamasaydık, 20 Haziran 2012’de onun 95. yaş gününü kutlayacaktık.

“Anadolu insanının yaşamını, doğa ve toplum ilişkilerini, acılarını, – içinde yaşadığı çağın olumsuzluklarını, Türk Devrimi’ni ve onun önderi Atatürk’ü – gerçekleri soyutlamadan, kendine özgü bir dil kıvraklığı ve yalınlığıyla yansıtan” Cahit Külebi’nin Niksar ve Niksarlı için ayrıca özel bir yeri vardır.

Çünkü, Türk yazınının bu büyük ustası, artık çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği Niksar’da yatmaktadır.

Bilindiği gibi Ozan Külebi ve Sevgili Eşi Süheyla Külebi’nin gömütleri Niksar’a taşınmış ve 25 Haziran 2010 günü de kendileri için yapılan anıtgömütün açılışı yapılmıştı.

Daha önce de Cahit Külebi ile ilgili yazdığım yazılarda belirttiğim gibi, gömütlerin taşınması, anıtgömütün açılışı ve arkasından yapılan toplantılarda onun yayılımcılık karşıtı (antiemperyalist) kimliğini, Atatürk Devrimleri’ne bağlılığını ve çağ dışı düşüncelere karşı çıkan şiirlerine hiç vurgu yapılmadığını acı duyarak izlemiştim.

Geçtiğimiz günlerde, dil devriminin yılmaz savaşımcısı Sevgili Tarık Konal’la konuşurken, aklıma takılan bir konuyu araştırmak için, Türk Dil Kurumu’nun 60’lı yıllarda yayımladığı bazı kitapları yeniden karıştırdım.

Bu arada Cahit Külebi’yle, radyoda “Ana Dilimiz” saatinde yapılan bir konuşmayı tekrar okudum.

Dilde özleşmeye karşı olan bir kesimin sahiplenme sevdasına kapıldıkları Cahit Külebi’nin bu konudaki düşüncelerini, radyodaki “Dil Uzmanı” ve “Dilsever” in sorularına bundan 46 yıl önce verdiği yanıtları – bir gazete yazısına sığdırmak için ayrıntıları ayıklayarak- köşemde aynen yayımlıyorum.

 

SoruTürkçemiz bugün yeterli bir dil mi?

KülebiEvet, öz Türkçemizle yazabileceğim her şeyi söyleyebiliyorum. İlk şiirimi yayımladığım 1935 yılından sonra 30 yıl geçmiş. Bu süre içinde yazdığım şiirlerde aransa, -birtakım halk deyimleri dışında- pek az yabancı sözcük bulunabilir. İstediğimde yeni sözcükler, deyimler bulabilirim. Bununla birlikte başarısızsam, suç benim suçum. Sorumluluğu dilimizin yetersizliğine yükleyemem. (… . .)

Ülkümüz, dilimizdeki yabancı sözcükleri atarak Türkçemizi kendine vergi özelliğe kavuşturmak, anlatımı en güç düşünce ve kavramları, en yeni nesneleri öz Türkçe sözcük ve deyimlerle karşılamaktır.

Ne var ki, kimi aydınlarımız, birtakım bilim adamlarımız, hatta yıllar boyunca söz ustası olarak anılan bazı tanınmışlarımız bu ülküyü gerçekleştirmeyi amaç edinecek yerde, kendi yetersizliklerini güzel Türkçemize yüklüyorlar. Öz Türkçemizden yakınmayan sanatçılarımızın, dilimizi daha da özleştirme yolundaki tutkularına, çabalarına karşılık, bu gibi kişiler, Osmanlı kırması bozuk-düzen dilleriyle, fırsat buldukça, dilimizi kötülemekten geri kalmıyorlar. Neredeyse, öz Türkçenin yetersizliğini ileri sürmek, dilin özleşmesini yermek Türkçülüğün, ulusçuluğun belgesi sayılıyor. Okuyup yazarken, karma dilin herkesin harcı olan en duyulmuş sözcüklerini bile yerli yerinde kullanıp söyleyemeyen nicelerini, öz dilimizle alay ederken görmekteyiz. (… . .) Öte yandan, yazılarında, farkında olmadan birçok öz Türkçe sözcükleri kullandıkları halde, yine dilin özleşmesine karşı çıkan yazarlarımız da var. (… . .) Birtakım aydınlarımız, yazarlarımız, bilim adamlarımız dilin geliştirilmesi ödevini yalnız Türk Dil Kurumu ile sanatçılarımızın, az sayıda bilim adamımızın ve bir avuç genç öğretmenin omuzlarına bırakmamalı, bizlere karşıt durum almaktan vazgeçip, kendi alanlarının sorumluluğunu benimseyerek, her şeyden önce, özenle yazmağa ve öz Türkçeyi geliştirmeğe önem vermelidir. (… . .)

Soru: Öz Türkçenin, bilim dallarında da yeterli bir dil olması için ne yapmalıyız?

Yanıt: Ulusçuluğun vazgeçilmez gerekliliğinin önce dil özleşmesi olduğunu, demin dokunduğum kişilere anlatmağa daha çok önem vermeliyiz. Bilinen olumlu çalışmaları yaparken, bunun sonucu olarak dilimizi yeterli zenginliğe ulaşmasını ve bir gün dilimizi ölçüye, düzene sokacak büyük sanatçıların gelmesini beklerken; öte yandan da, bir tümcenin başında öz Türkçe sözcük kullanıp ardından aynı anlamdaki yabancı sözcüğü kullananlara böyle yazı yazılamayacağını öğretmeliyiz. En ilkel ve kolay yabancı sözcükleri bile doğru söyleyemedikleri halde, bu sözcüklerin vazgeçilmez olduğu kanısında bulunanlara durumlarının gülünçlüğünü anlatmalıyız. Üstelik öz Türkçe yazıyorum kanısıyla, öz Türkçeye en büyük kötülüğü yapan yetersizlere, kolaycılara, savruklara, bilimin de, sanatın da, uygarlığın da dil savrukluğuyla yürütülemeyeceğini göstermeliyiz. Sonuç olarak, dilin bir de törebilimi olduğunu hepimiz benimsemeliyiz.

Soru: Şiirlerinizde yeni sözcükler kullanmaktan çekinir misiniz?

Yanıt: Ben hep yeni sözcükleri kullanmaktan değil, yabancı sözcüklerden çekindim. Kendime göre bir dil anlayışım, dili sezişim var. Otuz yıldır yerinde olduğunu sandığım, usuma, beğenime uygun bulduğum her yeni sözcüğü kullandım. Şimdi eskiden yazdıklarımı karıştırınca, kullandığım hiçbir Türkçe sözcüğün sırıtmadığını, bunlar arasında ortadan çekilenler olmadığını görüyor, ulusal dilimiz bakımından kıvanç duyuyorum. Tersine, eskiden karşılığını bulamadığım ya da halk deyimi olduğu düşüncesiyle kullandığım bazı yabancı sözcükler var ki, bugün işte asıl onlar eskimiş kalıyor. Çoğunun karşılıkları tutunmuş, ya da, dilimizin kazandığı olanaklarla büsbütün başka biçimlerde söylemek kolaylaşmıştır. Gerçek olan, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, Atatürk’ün önderliğiyle dilimizin de bir savaş kazandığıdır. (… . .)

Soru: Sevdiğiniz, şiirlerinizde kullandığınız ya da kullanmak istediğiniz birkaç öz Türkçe sözcük söyler misiniz?

Yanıt: Bütün ozanlar gibi ben de, sözcükleri, deyimleri, canlı varlıklarmış gibi severim. Yalnız kendi yazdıklarımda değil, başkalarının şiirlerinde de, sözcük ve deyimleri okşama isteği gibi bir duygu belirir içimde. Sevip özendiğim her sözcüğü kullandım. Özenip de kullanmadığım sözcük yok. (… . .) “Atatürk Kurtuluş Savaşında” ya da daha başka eski şiirlerimden farklı olarak denediğim bazı sözcüklerden birkaç örnek vereyim: “Eldesiz çağrı”, “Toprağın tütenliği”, “bulutların ordusallığı”, “Kara gözlerinde çakışır yıldızlar” gibi.

Soru: Türkçe olmadığı, üstelik Türkçesi de bulunduğu halde kullanmadan edemediğimiz sözcükler var mı?

Yanıt: Türkçesini bile bile, biçim güçlüğüne uğramadan kullandığım yabancı sözcük yoktur. Dilimiz baş döndürücü bir gelişme içinde. Yıllarca önce kullandığım yabancı sözcüklerden bir kısmının günümüzde, öz Türkçe sözcüklerle karşılanması ya da o dizelerin başka biçimde, öz Türkçe olarak söylenmesi artık mümkün. Şunu da belirteyim ki, eski yıllarda kullandığım yabancı sözcüklerden çoğu halk deyimleridir.

Soru: Hangileri bunlar?

Yanıt: Örneğin, “şavk”, “zalım” gibi halk sözcükleri.

Soru: Bu sözcüklere ayrı bir tutkunluğunuz olmalı.

Yanıt: Önceleri öyleydi. Şimdi bu gibi deyimlere karşı bile tutku kalmadı. (… . .) Sözcükleri işime yaradıklarında kullanır, sonra sözlükteki yerlerine gönderirim ben de her ozan gibi. Ardından yeni biçimler içinde yeni düşünceler, sözcüklerini de yanlarına takıp gelecektir.

(… . . )

Soru: Bizde, birtakım ozanların dili zorladıkları görülüyor. Bu zorlama, sizce dil için gerekli mi?

Yanıt: Ozanların dili zorlamasından daha olağan, daha olumlu ne var? Bir kapı çalmadan kolay açılmaz. Dillere yeni olanaklar kazandırmada her ulusun ozanları başta gelmiştir.

(… . . )

Soru: Güzel Türkçe örneği diye gösterebileceğiniz herhangi bir şiirden birkaç dize söyler misiniz?

Yanıt: Cumhuriyet şiir kuşağından yüzlerce örnek verilebilir. Birkaç ozandan aklıma gelenleri sıralayacağım:

 

“Şoförün karısı kıyma bana

El etme öyle pencereden,

Soyunup, dökünüp…” (Orhan Veli)

 

“Eviniz, kutu gibi küçük bir evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi,

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede,

Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede,

Bahçede akasyalar açardı baharla,

Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla…” (Ahmet Muhip)

 

“Kardaş, senin dediklerin yok,

Halay çekilen toprak bu toprak değil.

Çık hele Anadolu’ya,

Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayri,

O kadar uzak değil…” (Fazıl Hüsnü)

 

(… . .)

 

Evet, Sevgili Cahit Ağabey 1966 yılında bunları söylüyor. Konuyla ilgilenenlere, TDK yayınları arasında çıkan Ali Püsküllüoğlu’nun düzenlediği “Konuşmalar” kitabından yazının tümünü okumalarını salık veririm.

 

 

 

“Türk” demek “dil” demektir.

Ulusun çok belirgin niteliklerinden biri dildir.

Türk ulusundanım; diyen insan,

her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır.”

17 Şubat 1931 – ATATÜRK