CEMALETTİN AYKIN
CEMALETTİN AYKIN
İnsan, çok sevdiği bir yakınını kaybedince neler hisseder?
Bunu sözcüklerle anlatmak çok zordur.
Yaşasaydı, bugün 40 yaşında olacak olan büyük oğlumu kaybettiğimde ölmek istemiştim.
Babamı kaybettiğimde ise büyük bir “boşluk duygusu” yaşamıştım.
Günlerce, gökyüzüne fırlatılmış bir uydudan evrenin derinliklerine düşmüş, basacak yeri, tutunacak dalı kalmayan bir insan gibi dolaşıp durmuştum.
O’nun yüzü, davranışları, sesi, özellikle gülüşü, bir mermere nakşolunmuş kabartma bir tablo gibi gözlerimin önünden hiç kaybolmamıştı.
Aynı duyguyu ilkokul öğretmenim Ferit Günal’ı kaybedince de yaşamıştım.
Nazım Hikmet ölümü şöyle anlatır:
“Paydos” diyecek bir gün bize tabiat anamız,
“Gülmek, ağlamak bitti çocuğum…”
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak:
Görmeyen, konuşmayan düşünmeyen hayat…
Ben, Koca Şair’in aksine, yeryüzünde iken üretken bir yaşam sürenlerin, yeryüzünden ayrıldıktan sonra da “gördüklerine, konuştuklarına, düşündüklerine” inanırım.
Gölgesinde oturduğumuz ağaç bize, kendisini yetiştiren insan adına bir şeyler söylemez mi?
Dinlediğimiz müzik “bestekârı” adına konuşmaz mı?
Okuduğumuz bir kitap, yazarı adına bizi düşündürmez mi?
*
Acı haberi, telefonda, onun ortaokuldan sınıf arkadaşı olan Yekta Güngör Özden Ağabey verdi: “Hami, Cemalettin Aykın’ı kaybettik” dedi.
Bir an ne söyleyeceğimi bilemedim. Öylece kalakaldım!
Daha sonra gazetelerim geldiğinde Cumhuriyet ve Aydınlık’ta onun için yazılanları okudum.
*
Ben Cemalettin Ağabey’i ilk önce Varlık ve Türk Dili dergilerindeki yazılarından tanımıştım. 1999’da Türk Dili’nde okuduğum “Yoksulların Tanrısı” adlı öyküsünden çok etkilenmiştim. Yoksulluğu, umutsuzluğu ve umudu o kadar etkili anlatan başka bir öykü okumamıştım.
Daha sonra Adam Öykü dergisinde “Uzaklara Yolculuk” adlı öyküsünü okumuştum.
Geçmişle o anki durum arasındaki gel-gitleri, ruh çözümlemeleri beni büyülemiş, öykünün yazarını kıskanmıştım. “Ben hiçbir zaman bu kadar güzel bir öykü yazamam” diye düşünmüştüm.
O günlerde Cemalettin Aykın’ın Niksarlı olduğunu bilmiyordum. Neden sonra O’nun 1980’li yıllarda Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü alan Şair Bedrettin Aykın’ın ağabeyi olduğunu öğrendim. Bedrettin Aykın’ın, ödüllü kitabı “Gecede Söylenen Türküler” de “Ozanca” şiirindeki “Bal sızdırdım imgelerden / Girdim dilin gül bahçesine” dizelerinin altını çizmiş, “işte bir ozan böyle olmalı” diye yazmıştım. Ama şiirlerinin çoğunda geçmişte yaşanan acılara ve acının yaşandığı yerlere duyduğu o büyük öfkeyi anlamaya çalışmış fakat doğru bulmamıştım.
*
Cemalettin Aykın’ı daha iyi tanımama ve onunla dost olmama, O’nun ortaokuldan sınıf arkadaşı olan Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Nadir Aydın Ağabey neden oldu.
Benim, Niksar’da 1930’lu yılların başlarında ve ortalarında doğan iki kuşak insanla yakın dostluğum vardır. Bedrettin Aykın benden 3-4 yaş büyüktür. Cemalettin Ağabey ise 1928 doğumlu olmasına karşın, ortaokulda 1932 doğumlu olan Yekta Güngör Özden, Dr. Nadir Aydın ağabeylerle aynı dönemde okumuşlardır.
Niksar’da iz bırakan Eczacı Fuat İnsel’in oğlu Işık İnsel, Dr. Necati Yeşilova, Dr. İsmet Sakarya, Yargıç Orhan Bilgin, Öğretmen Kemal Günseren, Nevzat Yürür, İsmini unuttuğum ama lakabı olan Uzunağa’yı unutmadığım bir ağabey, amcam Hilmi Karslı, Üçdirhemler’in Mustafa Ağabey, Bakoğlu Sıtkı Ağabey, Fırıncı Hamdi Ağabey gibi yaşları arasında birkaç yaş fark olanlar Niksar’da –ve de benim yaşamımda- ayrı yerleri olan bir kuşaktır.
Genelde yurdumuzda iki dünya savaşı arasında doğan bu 1930’lu kuşağın çocuklukları, Atatürk Devrimleri’nin ülkemizde yarattığı aydınlık bir dönemde geçmişti. O yıllara ait görseller incelendiğinde, bugünkünden çok daha uygar, mutlu ve hatta romantik bir yaşamın izleri görülür. O yılların kadınları, bugünkü kadınlardan daha özgürdür.
Cemalettin Ağabey, yoksulluk içerisinde geçen çocukluk yıllarına karşın durmadan kendini geliştiren bir yapıya sahiptir. Bunda, onun okumaya karşı olan büyük tutkusu rol oynar. Arkadaşları onu, ya elinde bir kitap okurken, ya da son derece efendice, herhangi bir konuda fikir yürütürken anımsıyorlar.
Sözcüklerle dostluğu, okuduğu, konuştuğu, yazdığı ‘dil’e karşı düşkünlüğü ta ortaokulda okuduğu yıllarda görülür.
Dr. Nadir Ağabey anlatmıştı: 1943 yılında Niksar Ortaokulu’nda yapılan bir münazarada kullanılan ‘sempati’ sözcüğünün anlamını arkadaşları bilmeyince onlara “falanca lügata lütfen bakınız” diyerek kaynak gösterecek kadar, farklılığını ortaya koyan biridir. Okul müdürü ve aynı zamanda Türkçe öğretmeni olan Korkut Araz bu yetenekli ve çalışkan öğrencisini çok sevmektedir.
Ancak, çok okumakla elde ettiği bilgi birikimi, bir bakıma onu, içinde yaşadığı çevreye karşı da yalnızlaştırır.
Cemalettin Aykın eleştirel aklı kendisine rehber aldığı için, kör inanç sahipleri onu hemen “komünist” diye damgalarlar.
1950’li yıllarda Cemalettin Ağabey 20’li yaşlardadır. Tokat Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Filolojisi bölümünde okumaktadır.
O yıllar Amerika’da Cumhuriyetçi Parti’nin Wisconsin Senatörü olan Joseph McCarthy, elinde bir liste ile komünist avına çıkmış, bir korku imparatorluğu yaratmıştır. Bu akımdan, Amerika ile dostluktan gurur duyan (!) Türk yetkililer de etkilenmiş, ülkemizde de, kör inançlara kapısını kapamış, yurtsever aklı başında birçok insan “Komünist” olarak suçlanmıştır. İşin komik tarafı, suçlama yapanların, komünizmle ilgili en ufak bir bilgi sahibi olmamalarıydı.
O bunlara kulak asmadan, 1970 yılına kadar ülkemizde yaşamını sürdürmüş, Ankara’da bir süre kütüphane memurluğu yapmıştır.
1970’te Fransa’nın Provence Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde okutmanlık göreviyle yurt dışına çıktı. Aynı üniversite de akademik kariyer çalışmalarına başlayarak 1972 de modern edebiyat dalında Maîtrise diploması aldı. 1975 de, “Çağdaş Türk Şiirine Fransız Etkilerinin Toplumsal ve Kültürel Görünümleri” başlıklı doktora teziyle edebiyat doktoru oldu. Daha sonraki çalışmalarıyla da Fransa Eğitim Bakanlığı’nın bilimsel değerlendirme üst kurulu “Jury National” den geçerek aynı üniversiteye “Maître de conferences” titriyle öğretim üyesi atandı. Dil ve edebiyat dersleri okuttu. Emekli olduktan sonra da yaşamını Marsilya’da sürdürdü.
18 Ocak 2012 tarihinde, 84 yaşında iken kaybettiğimiz Cemalettin Ağabey öykü, inceleme yazıları ve eleştirilerini Varlık, Pazar Postası, Dönem, Dost, Türk Dili, Güzel Yazılar, Adam Öykü dergilerinde yayımladı.
Bunların dışında “Zor Zamanlar” adlı bir roman ve “Uzaklara Yolculuk” “Gecenin Bekçileri” adlı öykü kitaplarını yazdı.
Üçlü bir dizi oluşturacak olan romanlarının ilki olan Zor Zamanlar’ın konusu XIX. Yüzyılda Osmanlı egemenliği altındaki Bulgaristan’da bir kasabanın (Plevne Kasabası’nın) yaşamıdır. Bu çerçeve içinde egemenlik ve bağımlılık koşulları, etnik köken, din, dil ve kültür farklılıkları, kuşaklar boyu, sorunların ana kaynağı olarak yönelimleri belirler. Kasabada yaşam, komşuluk ilişkileri, bu ortamda bireylerin yarınlar için güvensizliğiyle, baskı ve acılar, özlemler içinde, bir çöküntü dönemi beraberliği olarak sürdürülür. Romanda bütün birey ve toplum gerçekleri insancıl bir bakış ve duyarlıkla dile getirilmiştir. Bu özellikleriyleZor Zamanlar, konusunun tarihselliğine karşın, günümüzdeki etnik ve dinsel sorunların bunalımlarını yaşayanlarla ortak ilgi alanlarında, uygar insana yakışır, çağcıl bir dünya görüşünün duyarlığını taşıyan bir romandır.
Cemalettin Ağabey yaz tatillerini İzmir Mordoğan’daki evinde geçirirdi. Zor Zamanlar’ı bana oradan göndermiş, üzerine de beni onurlandıran bir yazı yazmıştı. 800 sayfalık bu dev eseri gece yattığım yerde okumakta zorlanınca ortadan ikiye bölmüş ve iki cilt yapmıştım. Bunu kendisine söylediğimde, “Zaten öyle olmalıydı” diyerek onaylamıştı.
Gecenin Bekçileri adlı öykü kitabının arka kapağında, onun öykücülüğüyle ilgili şu saptama yapılıyor: “ Günümüz öykü sanatında tekil birinci kişi gerçekleri, özellikle de ruhsal yaşam gözlemciliği ortak bir ilgi alanı önemi taşıyor. Bu genel yönelime karşın, Cemalettin Aykın, bireyin toplumsallığını da belirtme amacı güden bir yazar. Onun öykülerinde çevre ve düzen sınırlanışları içinde bilinç yaşamı açısından gözlemleriyle birey, toplumsal ortamı yansıtan bir simgesellik boyutu da kazanıyor. Bu temel üzerinde gerçekleştirilmesi amaç olan, güncel yaşam verilerini estetik değer yaratma yolunda gereç olarak kullanırken, uygarlık tarihinin kalıcı, ortak değerlerine bağlılığı da vurgulayan insancıl bir sanattır.”
Öykücü ve romancı Mehmet Güler Cemalettin Aykın için “Edebiyat dünyasında sessizce kozasını ören” nitelemesinde bulunuyor.
Gerçekten o, son derece mütevazi bir yaşam süren ve çağımızda artık soyu tükenen gerçek bir beyefendiydi.
Tam anımsamıyorum, 2003 veya 2004 yılı yaz aylarıydı. Cemalettin Ağabey Türkiye’de idi. Niksar’ın Kuyucak Beldesi’nde bir etkinlik vardı. Onu da davet etmişlerdi. Kalktı, geldi. Toplantı sonrası üzgündü. Çok niteliksiz bir kalabalık, gürültü, patırdı içerisinde konuşmuştu. Çamiçi Yaylası’ndaki evimde bir gece, sevgili Ali Nejat Ölçen Ağabeyin katılımıyla da yedik, içtik, sohbet ettik.
Bir telefon konuşmasında, Dr. Nadir Aydın Ağabey’e “Zor Zamanlar” dizisinin ikinci kitabını da yazıp bitirdiğini söylemiş. Umarım, yayıncısı –benim de akrabam olan- Ragıp Zarakolu serbest kalır ve kitabı yayımlar.
Gerek Cemalettin Aykın, gerekse ondan 8 yaş küçük olan kardeşi Şair Bedrettin Aykın, Türk Edebiyatı’na kazandırdıkları eserlerle, Niksar’ın yüzakı olan ve kendileriyle övündüğümüz insanlar!
Işıklar içinde yat Sevgili Cemalettin Ağabey, seni çok özleyeceğim.