27 Temmuz 2011

D E P R E S Y O N

ile Hami KARSLI

  Uzun süredir yaşama sevincimi kaybettim. Kendimi mutsuz ve kederli hissediyorum.

 Daha önce zevk aldığım birçok şey artık bana zevk vermiyor hatta ilgimi bile çekmiyor.

Önceleri kendimi bir “obez” gibi hisseder ve bütün gün bir şeyler atıştırırdım. Son bir aydır, lokmalar ağzımda büyüyor. Kilo kaybettiğim, pantolon kemerindeki bolluktan açıkça anlaşılıyor.

Geceleri uyuyamıyorum. Eğer bir ara dalmışsam, birden uyanıyor ve tekrar uyuyamıyorum. Odanın ışığını ve pencereleri hatta televizyonu açıyorum.

Beynim, fireni tutmayan bir araba gibi çalışıyor. Takıldığım konudan başka bir konuya geçemiyorum. Düşünme ve konsantrasyon yeteneğimi kaybettim.

Eskiden sabahın köründe kalkar, dünyanın işini yapardım. Şimdi tüm enerjimi yitirdim. Kendimi yorgun ve halsiz hissediyorum.

Etrafımdaki insanların beni küçümsediğini, düşüncelerimi değersiz bulduklarını zannediyorum.

Çok olumsuz ve kötümser duygular içerisindeyim.

En yakın arkadaşlarımdan oluşan bir topluluk içinde bile kendimi yalnız hissediyorum.

Daha az konuşuyor ve artık karşımda konuşanı dinlemekten bile sıkılıyorum

Bütün mutlu günlerin geride kaldığını ve bundan sonra sürekli bir mutsuzluk yaşanacağını düşünüyorum.

***

Bu durumumu ilk önce çok yakınım olan bir arkadaş fark etti.

– “Sende bir değişiklik var. Eski Hami değilsin!” dedi.

– “Evet, farkındayım. Bir psikiyatra görüneceğim” dedim.

Gittiğim doktor benimle, özel hayatımla ilgili ayrıntılı bir konuşma yaptı.

Her ailede olduğu gibi, benim ailemde de can sıkıcı olaylar vardı. Bazı hastalıklar,

Çocukların iş durumu, ekonomik durum v.s…

Doktora bunları anlattım. O da bana bir antidepresan ilaç verdi.

Şimdi her gün sabah kahvaltısından sonra bu ilaçtan bir tablet yutuyorum.

Yani artık ben bir depresyon hastasıyım!

***

 Doktordan eve geldiğim gece uzun uzun düşündüm.

Aslında beni depresyona sokan olaylar ailevî değildi.

Hangi ailede ekonomik sıkıntı yoktu ki!

Türkiye’de işsizlik sorunu, daha doğru bir deyişle “iş sorunu” yaşamayan mı var?

Onbinlerce üniversite mezunu ya iş bulamıyor ya da eğitimini aldığı dal yerine çok farklı dallarda, yaptığı işi sevmeden çalışıyor!

Aslında ben ve benim aile bireylerim, Türkiye’deki ortalama yaşam standardının belki de biraz üstünde yaşıyor.

Bu nedenle beni depresyona sokan asıl nedenler ailevî değildi.

Ben, içinde yaşadığım ülkenin yönetiliş biçiminden duyduğum kaygılar nedeniyle depresyona girmiştim.

***

 Bir ülke düşünün ki üzerinde yaşayan halk ikiye ayrılmış. Yarısı Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Laik Cumhuriyet’i savunurken diğer yarısı okyanus ötesindeki bir vaizi lider kabul etmiş.

Ülkenin bir köşesinde birtakım isyancılar “demokratik özerklik” adı altında kendi bağımsız devletlerini kuruyorlar. Şimdiden silahlı güçleriyle askerlerimizi öldürüyorlar. Bayraklarını, Atatürk heykellerine asacak kadar kendilerini kuvvetli hissediyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü ve siyasal kimliğini koruyacak olan güçlerin bir kısmı Hasdal’da, Silivri’de mahpus… Bir kısmı ise olup bitenleri ciddiye almıyor…

Dünyada, hiçbir bağımsız ülkenin yöneticileri, elinde silah olan terör örgütünün lideriyle pazarlık yapmaz. Bizimkiler bu lidere “Sayın” sıfatıyla hitabediyorlar.

ABD ve AB emperyalizminin “böl ve yönet” ilkesi ülkemizde hayata geçiriliyor.

Ekonomide çizilen pembe tablolara rağmen 350 bin esnafımız iflas etmiş vaziyette.

İçlerinde binlerce üniversite mezunu bulunan 5 milyon kişi işsiz…

Her gün gazetelerde, kredi kartı borcunu ödeyemediği için intihar eden insan haberleri…

Kanunsuz telefon dinlemeleri, yıllarca süren tutukluluk halleri, onbinlerce sayfalık iddianameler… Sınav skandalları… Yolsuzluklar…

İnim inim inleyen insanlar…

Yarın ne olacak, kaygısı…

Ve ülkemizde bir üniversitede gerçekleştirilen 2011 Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçları: Türkiye’de yaşayan her 100 kişiden 77’si kendisini mutlu hissediyormuş(!)…

Böyle bir ülkede her 100 kişiden 23’ünün depresyona girmemesi mümkün mü?