DİLDE ÖZLEŞME ÜZERİNE 2
Geçen hafta bir anımdan söz ederek, dilimizin yabancı sözcüklerden arındırılması üzerinde durmuştum. Bugün de aynı konuya devam edeceğim.
Dilimizin özleşip gelişmesi iki yolla olur:
1- Yeni sözcükler edinme
2- Dilimize herhangi bir nedenle girmiş olan yabancı sözcüklerden kurtulma
Ölümsüz Atatürk’ün 12 Temmuz 1932 tarihinde kurdurduğu “Türk
Dilini Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu), Türkçe’mizin yabancı diller boyunduruğundan kurtulması açısından, Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kazanımlarındandır.
Özellikle bu kurumun çalışmalarıyla dilimize giren yeni sözcükleri kaynakları ve yapıları bakımından 4 kümede toplayabiliriz:
A)Halk ağzından alınıp ortak kültür diline mal edilen sözcükler:İşkil. kınamak, çaba, kavşak, siftinmek, aylak, kov, çömçe, çor, çaput, yumak … gibi.
B)Eski metinlerden alınarak bugünkü dilimize mal edilen sözcükler: Esrik, sonuç, konuk, yeğ, tanık, nitelik, arı, arıtmak, esen, giysi, il, oran, çiğin, bunluk, kaytarmak, ilenmek, utmak, ivmek, bağlam, denli… gibi.
C)Türetme yoluyla yapılan sözcükler: Türkçe kök ve eklerden yararlanılarak türetilen bu sözcüklerin dilimizde eskiden beri benzerleri vardır: Sözlük, uçak,gelenek, kazı, belirti, küçümsemek, yetinmek, uydu, olumlu, sakınca, göçmen, paydaş, ayrıntı, yaratık … gibi.
D)Birleştirme yoluyla yapılan sözcükler: Bunlar, iki sözcük birleştirilerek yapılmıştır: içgüdü, tekdüzen, sağduyu, tıpkıbasım, başkent, akaryakıt, tekel, gözaltı, gökdelen, kapkaççı, bilirkişi, önsöz, sıkıyönetim, yakınçağ, yerçekimi, oldubitti, gecekondu, öngörmek, gensoru, yüzyıl, sıvıyağ, olağanüstü, sürgit, uçaksavar, ilkokul, basımevi, içtüzük, zamanaşımı, yurtsever…gibi.
Dilimize girmiş yabancı sözcüklerden sıyrılma yolu:
Yüzyıllardan beri dilimizi “boyunduruğu altında” bulunduran Arapça ve Farsça sözcüklerle kurallardan birçoğu 1932 yılından buyana atılmış, geri kalanlar da eski gücünü yitirmiştir.
Buna karşılık Batı dillerinden Türkçeye hayli sözcük girmiştir. Batıdan gelen bu sözcüklerin sayısı, dil konusuna duyarsız olan –özellikle etkili ve yetkili- kişilerin vurdumduymazlığı yüzünden azımsanmayacak bir ölçüdedir.
Yabancı sözcüklerden elden geldiğince geniş ölçüde sıyrılma çabamıza “tasfiyecilik” adının verilmesi yanlıştır. Çünkü bu çaba ile dilimizde yabancı sözcük bırakmamak gibi -hiçbir dilin erişemediği- bir amaç güdülmemektedir. Amaç, dilimizin yabancı diller baskısından kurtarılması ve kendine yeter bir kültür dili durumuna yükseltilmesidir.
Başka dillerde olduğu gibi Türkçede de, şüphesiz, yabancı sözcükler bulunacaktır. Ama bunlar, şimdiye değin olduğu gibi Türkçenin gelişip serpilmesine engel olamayacaktır.
Şurası bir gerçek ki, dilimizin son 74 yıl içindeki özleşmesi, gelişmesi, kazandığı yeni sözcüklerden çok, kullanılagelmekte olan Arapça ve Farsça sözcüklerin bırakılması yoluyla olmuştur. Bırakılan bu sözcüklerin yerine ileriden beri dilimizde bulunan Türkçe sözcüklerin kullanılması bilinci uyanmıştır.
Çeşitli ulusal yayın organlarında – son günlerde Yeşil Niksar’da da- yazıları, gerek dil gerekse içerik açısından, büyük bir beğeni ile okunan sevgili hemşerimiz Sayın Yekta Güngör Özden bugün 74 yaşındadır.(Kendileri Türk Dil Kurumu’nun kuruluşundan 37 gün önce doğmuştur) Bakın O’nun doğduğu yıllarda, dilimizdeki şu Arapça ve Farsça sözcükler bol bol kullanılıyordu:
“Âb, âsâ, âsûde, ârâm, batî, bedîhî,bıdâa, bint, bûy, bünyad, dâmen, deragûş, dûridiraz, evlâ, hâil, ısga, izâa, ibham, ibram, ibtidar, ibzal, icazet, ictinab, iddihar, ifate, ifram, ifrag, ihfa, ihticac, ihtirak, iktiham, ilhak, imrar, incizab, inficar, infisal, in’itaf, insidad, intişar, irkâb, irsal, irtihal, irtişa, îsal, iska, istihbar, istihlâs, istihmam, istihrac, istishab, istişhad, ittihad, ittikâ, ittikan, ittisaf, ittisal, ittisam, izabe, îzam, mahkûk, me’nûs, mergub,merkum, mezbur, muhât, müşarünileyh, mütehaşi, paymal, penah, peyam, pür, serfürû, sezâ, suûbet, sühûlet, şebnem, tahvîz, tahrîr, tasni’, tathir, tabaiyet, tecennün, tecvîz, tecziye, teehhül, teemmül, tefhim, tenâvül, terdif, teslih, tevaggul, tezekkür,vâhi, vikaye, elyevm, bâdema, fimâba’d, sümmettedarik, behemahal, nümune-i imtisal, farz-ı muhal, medâr-ı mâîşet, ber minvâl-i sâbık, gayr-i kabil-i ıslah, minelbâb ilel mihrab,fi yevminâ hâzâ …gibi.
Bu ülkede bir kitle partisinin başkanı ve TC’nin başbakanı olan Tansu Çiller, 1998’ yaptığı bir konuşmada “meseleyi tezekkür ederiz” demişti. Bu hanım 1946 doğumluydu ve “konuyu görüşürüz” anlamında kullandığı sözcüğü eminim ki dinleyenlerden çoğu anlamamıştı.
Türkiye Öğretmenler Sendikası döneminde bizim Sevgili İsmail Safa Güner öğretmenimiz, “irtica” sözcüğünü “iyiyi kötüye, güzeli çirkine, doğruyu yanlışa, faydalıyı zararlıya çeviren geri vites” diye tanımlardı.
Binde bir kişinin bile anlamını bilmediği Arapça bir sözcüğü –güzelim Türkçe karşılığı varken- bilgiçlik taslamak üzere kullanan kişi “mürteci” değil midir?
Eğer Türkçe olmayan bir sözcüğü, o dili iyi bilmeden kullanırsak çok kere yanlış yaparız.
Niksar Belediyesi’nin yeni yayımladığı bir kitabı tanıtma ilanında,”..bedeli mütakibinde temin edilebilir” yazılmış. Eminim ki, bu bir dalgınlığın sonucu. Belki cümleyi ilk yazan “mukabilinde” diye yazmış, sonradan bu sözcük “mütakibinde” ye dönmüştür. “Mütakibinde” sözcüğünü kim yazmışsa onu da yanlış yazmış. Sözcüğün aslı ‘ardından gelen’ anlamında “mütaakıb” dır. Eğer bu cümleyi yazan arkadaşımız en baştan Türkçe “ederi karşılığında” yazsaydı bu gülünç durum ortaya çıkar mıydı?
Bir arkadaşımız yazısında “suhulet” sözcüğünü kullanmış. Aslında böyle bir sözcük hiçbir dilde yok. Arkadaş Arapça “sühûlet” sözcüğünü –Arapçayı bilmediği için- yanlış yazmış. Bu sözcük yerine, herkesin bildiği ve anladığı “kolaylık” sözcüğünü kullansaydı bu yanlışlık olur muydu? Örnekler çoğaltılabilir.
Dilimize giren Batılı sözcüklerden örnekler:
Türkçeye Doğudan olduğu gibi Batıdan da giren birçok sözcük vardır. Başka uluslarla olan sosyal, ekonomik, kültürel ve benzeri ilişkiler beraberinde ‘dil’ alışverişini de getirir.
“antipati, angajman,mersi, pardon, sempati, kompliman, rezerve, loca, personel, lokal, terminal, final, moral, natürel, kalite, kalifiye, karakter, pozisyon, problem, trafik, restoran, turizm, enteresan, empoze, baraj, plaj, garaj, patinaj, teknik, alternatif, füze astronot, slayt, kompozisyon, nosyon, formasyon, enformasyon, aksiyon, lavabo, tuvalet, manikür, pedikür, eşarp, ekose, konfeksiyon, rektör, dekan, üniversite, enflasyon, reklam, propaganda, şef, ofis, gişe, tez, konfor, klasik, romantik, demokrasi, lider, büro, etiket, sembol, spiker, dekor, aktör, artist, tansiyon, pansiyon, mesaj, spor, apartman, broşür, rötuş… gibi.
*
Sonuç olarak dil, insanların anlaşmasını sağlayan, onları birbirine bağlayan, canlı, toplumsal bir varlıktır.
Atatürk’ün: “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” sözü hepimizin uyması gereken bir emir olarak algılanmalıdır.
Dillerini ihmal eden, işlemeyen, geliştirmeyen ulusların yabancı etkilere çok kolay kapılıp, yabancı baskılara boyun eğdikleri unutulmamalıdır.
***
Not: “istiklal marşı için ‘ulusal düttürü’ ; hostes için ‘gök konuksal avrat’ “ gibi “sözde özleştirmeler” dilimizi özleştirmek isteyenleri karalamak ve onlarla alay etmek için ‘özleştirme karşıtlarının’ uydurmalarıdır. Türk Dil Kurumu kesinlikle bu şekilde bir özleştirme çalışması yapmamıştır.
(Bu yazı 1993 yılında kaybettiğimiz ünlü ‘dilci’ Ömer Asım Aksoy’un çalışmalarından faydalanılarak hazırlanmıştır.)