07 Mart 2016

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

ile Hami KARSLI


Artık öykü herkes tarafından biliniyor:
​8 Mart 1857’de New York kentinde 40 bin dokuma işçisi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için greve başlar. Polis işçilere saldırır. Onları fabrikaya kilitler, barikatlar kurar. Bu arada çıkan yangında 129 kadın işçi ölür. Cenaze törenine 10 binden fazla kişi katılır.

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

 

Artık öykü artık herkes tarafından biliniyor:

8 Mart 1857’de New York kentinde 40 bin dokuma işçisi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için greve başlar. Polis işçilere saldırır. Onları fabrikaya kilitler, barikatlar kurar. Bu arada çıkan yangında 129 kadın işçi ölür. Cenaze törenine 10 binden fazla kişi katılır.

1910’da, Uluslararası Sosyalist kadınlar Konferansında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması kabul edilir. 1921’de yapılan 3.Enternasyonal Komünist Partiler toplantısında da bu ad “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak değiştirilir.

***

Öncelikle altını kalın çizgilerle çizmem gerekir ki, erkek egemen bir toplumda tüm kadınlar emekçidirler. Bu nedenle Türkiye’de, emekçi sözcüğü kullanılsın ya da kullanılmasın, kutlanan günün adı “Emekçi Kadınlar Günü” dür.

Peki, ülkemizde 1921 yılından beri, (12 Eylül 1980 – 1984 arası dışında) kutlanan bu günün kadınlarımıza getirisi ne olmuştur?

Bence, bu sorunun yanıtını, Atatürk’ün kurduğu bu ülkede O’nun devrimlerinin izlediği çizgi içerisinde aramak en doğru yoldur.

Saltanat 1 Kasım 1922’de kaldırıldı. Bugünkü durum nedir?

Cumhuriyet 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Bugünkü durum nedir?

Halifelik 3 Mart 1924’te kaldırıldı. Bugünkü durum nedir?

Medeni Kanun 17 Şubat 1926’da kabul edildi. Bugünkü durum nedir?

Tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların kaldırılması 30 Kasım 1925’te gerçekleştirildi. Bugünkü durum nedir?

Laikliğin kabul edilmesi 1928 – 1937 yılları arasındaki bir süreçte gerçekleşmişti. Bugünkü durum nedir?

Kıyafet Kanunu 25 Kasım 1925’te kabul edilmişti. Bugünkü durum nedir?

Eğitim ve öğretim devrimi 3 Mart 1924’te; harf devrimi 1 Kasım 1928’de, dil devrimi 12 Temmuz 1932’de yapılmıştı. Bugünkü durum nedir?

Ve tüm Cumhuriyet Devrimleri için bugünkü durum ne ise, 1922 – 1937 yılları arasında kadınlara verilen bir takım haklar için de bugünkü durum aynısıdır.

Yani bu devrimleri yok sayma!..

***

1922’de yedi kız öğrencinin Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırarak bilim dünyasıyla tanışması;

1924’de Öğrenim Birliği Yasası’yla kız ve erkeklerin eşit haklarla eğitim görmeye başlaması;

1926’da Türk Medeni Yasası’yla erkeğin çok eşliliğinin kaldırılması, kadınlara boşanma, çocuklar üzerinde yetke (velayet) hakkının verilmesi;

1930’da belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınması, doğum izni düzenlenmesi;

1933’te köylerde muhtar ve ihtiyar heyetine seçilme hakkı verilmesi;

1934 Anayasa değişikliği ile seçme, seçilme hakkı tanınması;

1936’da yürürlüğe giren iş kanunu ile kadınların çalışma hayatının düzenlenmesi; 1937’de ILO sözleşmesinin kabulüyle kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde

çalıştırılmasının yasaklanması Atatürk döneminde kadınlarımıza tanınan hak ve özgürlüklerin başlıcaları sayılabilir.

***

Bugün kadın hak ve özgürlüklerinin ne durumda olduğunu anlamak için görsel bir yol daha vardır:

Lütfen 1920’li yılların sonlarından başlayarak günümüze kadar, içlerinde bu ülkenin kadınlarının bulunduğu fotoğraflara bakınız.

Kadın hak ve özgürlükleri konusundaki bir grafik çizgisinin 1930’lu yılların sonlarına kadar yükseldiğini, Atatürk’ün ölümünden sonra da aşağıya doğru kırıldığını görürsünüz.

Bu kırılma, ülkemizde siyasal ve ekonomik gücü ellerinde tutanların ve onları yönlendiren ağababaları yayılımcıların becerisidir.(!)

Kadın, bir dönem, giyimi kuşamıyla nasıl Atatürk Devrimleri’nin simgesi gibiyse, günümüzde de yine giyimi kuşamıyla karşıdevrimin de simgesi gibi olmuştur.

***

Sadece 2015 yılında 414, bu yılın ocak ayında da 26 kadının öldürüldüğü ülkemizde, kadını ikinci sınıf insan gibi gören anlayışı değiştirebilmenin yolu nedir?

Kuşkusuz bu sorunun yanıtı “eğitim” dir.

Ama hangi ve nasıl bir eğitim?

Güçlülerin yönetimini, egemenliğini kabul ederek (Onlara biat ederek) yaşamayı öğreten bir eğitim mi, yoksa eleştirel aklı kullanarak, olaylar karşısında “neden”, “niçin”, “nasıl” gibi sorgulamalar yaparak yaşamayı öğreten bir eğitim mi?

Bir ülkede eğitim-öğretim izlencelerini siyasal iktidarlar hazırlar.

Devlet, egemen güçlerin örgütüdür. Siyasi iktidarlar, kendilerini sürekli iktidarda tutacak bir eğitim izlencesi isterler.

Örneğin, eleştirel aklı kullanarak; üreten, sorgulayan, yaşamın her evresinde kadın-erkek eşitliğini savunan bir insan yetiştiren “Köy Enstitüleri” gibi eğitim kurumları egemenlerin işine gelmez.

Bugün ülkemizde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni dine göre biçimlendirmek isteyen ve “Anayasa’ya, Laiklik ilkesine aykırı bir dayatma içeren ‘Cuma Namazı İzni’ genelgesi yayımlayan bir siyasi iktidar var.

Bu siyasi iktidarın denetiminde, “Babanın kızına şehvet duyması haram değil” sapıklığını fetvalaştıran, “kürtajın cinayet olduğunu” vurgulayan bir Diyanet İşleri Başkanlığı var.

Prof. Dr. Necla Arat’ın Başbakan Davutoğlu’na yazdığı mektupta belirttiği gibi “Kadınların örtünmeleri, çalışmamaları, yalnızca erkekleri için yaşamaları, konuşmamaları, şarkı söylememeleri, nişanlılarıyla el ele tutuşmamaları, hamileyken sokağa çıkmamaları, kız yurdunda kalan kız öğrencilerin yurt içinde pijama ile dolaşmalarının ahlaka aykırı olduğu gibi ataerkil ve cinsiyetçi kompleksleri yansıtan akıl dışı öneriler kitleler arasında yaygınlaştırılmaktadır”

***

Bu ülkede, sadece kadını değil, kadın–erkek tüm insanları dogmaların bataklığından kurtarıp eleştirel aklın buyruğuna sokmadıkça ve üreten bireyler haline getirip ekonomik özgürlüklerine kavuşturmadıkça; yok kadınlar günüymüş, yok anneler, babalar, öğretmenler günüymüş hepsi fasa fisodan öte bir değer taşımazlar.

Sevgili Ali Nejat Ölçen Ağabeyin deyimiyle “böyle biline, çare buluna!”

 

Yazımı konu ile ilgili hoşuma giden, Okan Bayülgen’in, maganda erkeklere seslenişi ve bir de özlü sözle bitirmek istiyorum.

“Düşen sütyen askın yok. Canını acıtan ağda, cımbız yok. Duştan sonra saatlerce uğraşacağın saçın yok. Karnında taşıyacağın bebek yok. Sancısını çekeceğin reglin yok. Cinsel ilişkiye girsen kaybedeceğin bir şeyin yok. Tek başına gece dışarı çıksan, laf atacak kimse yok. Şort giysen bakacak insan yok. Altı üstü bir adam olacaksın. Onu da olamıyorsan, geber daha iyi!”

 

NE ZAMANKİ BİR KADINI, SADECE DİŞİ DEĞİL, ‘KİŞİ’ OLARAK GÖRÜRSEK İŞTE O ZAMAN UYGAR VE AHLAKLI BİR TOPLUM OLURUZ.