16 Mart 2011

HANGİ PARTİ?

ile Hami KARSLI

Genel seçimlere üç ay kaldı.

 Artık, eş dost ziyaretlerinde, sohbetlerde en çok “seçim” odaklı konular konuşuluyor.

Aynı siyasi partinin taraftarları, kendi aralarında çoğu kez partileriyle ilgili eleştirel konuşmalar yapıyorlar.

Kimsenin kimseyi yakından tanımadığı büyük kentlerde insanlar, genellikle futbol kulübü gibi tuttukları bir partinin adaylarına oylarını veriyorlar.

Küçük kentlerde durum biraz farklı. Çünkü seçmen, Parlamento’ya girmek isteyen adayı daha yakından tanıyor.
 

Aday, belki onun kapı bir komşusu…

Belki alış-veriş ettiği bir iş yerinin sahibi…

Belki kendi memleketinde çalışan bir devlet memuru…

Belki, ara sıra karşılaştığında “merhaba” dediği bir hemşerisi…

Durum böyle olunca, büyük kentteki insanın, gönül rahatlığıyla, sadece taraftarı olan partiye oy vermesi durumundan farklı bir tablo çıkıyor ortaya!

Seçmen sorgulamaya başlıyor:

-“Bak adamdaki yüzsüzlüğe, hangi bilgisine, hangi özelliğine güvenerek bu adam benden oy istiyor?”

-“Şimdiye kadar kişisel çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen bu adama mı oy vereceğim?”

-“Adamdaki cesarete bak, daha doğru dürüst konuşamıyor, elifi görse mertek zannediyor, milletvekili olmaya kalkıyor.”

-“Ben bu adamın ciğerini bilirim. Yaralı parmağa işemez, şimdi aday olmuş.”

Veya daha önce milletvekili olmuş ve şimdi de aday olan birisi varsa:

-“Yahu bu adam milletvekili olduğu dönemde, memleketim için, ülkem için ne yaptı da şimdi tekrar karşımıza çıkıyor?”

 

Bu ve benzeri konuşmalara sıkça şahit oluyoruz.

İnsanlar bir ikilem yaşıyorlar.

Genellikle insanların beğendikleri, sempati duydukları, taraftarı oldukları bir siyasi parti vardır. O partinin iktidara gelmesini isterler.

Ancak o partinin adayı olan insanı niteliksiz buluyorlarsa ne yapacaklarını şaşırıveriyorlar.

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!

***

 Üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş yaşlı bir dostumla konuşuyorduk:

“Ben aslında İşçi Parti’liyim. Ama bu seçimde oyumu CHP’ye vermeyi düşünüyorum. Çünkü AKP’den kurtulmamız gerektiğine inanıyorum. Ama itiraf etmeliyim ki, CHP’ye oy vermek de içime sinmiyor. Zira bu partinin yönetim kademelerinden hoşlanmıyorum. Atatürk’ün kurduğu partinin bir yöneticisi kara çarşaflılara rozet takıyor. Aklı sıra onların oylarını alacaklarını zannediyor. Adamların kendi partileri varken sana oy verirler mi? Adam bu hareketinin asıl CHP’lileri partiden uzaklaştırdığının ayırdında bile değil!” dedi.

Gençliğinde ülkücü hareket içinde yer almış bir dostum telefonda:

“N’olacak bu memleketin hali, kendimi çok kötü hissediyorum. Oyumun ziyan olmasını istemiyorum. Bu nedenle de CHP’ye oy vermeyi düşünüyorum ama partinin yönetim kadrolarına gelen isimler beni endişelendiriyor.

 Örneğin, ayrılıkçı Kürt siyasetinin başını çekenlerden Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in danışmanlığını yapan Tarık Şengül nasıl CHP’ye üye yapılır?

 Habur Çadır Mahkemeleri’nde avukatlık yapan Sezgin Tanrıkulu; Barzani’den övgüyle söz eden Mesut Değer; Fethullah hayranı Muhammet Çakmak; Soros’un sözcülüğünü yapan Binnaz Toprak; okullarımızda söylenen “Andımız” a karşı olan Enver Aysever; Kemal Derviş’in yakın adamları olan Faik Öztrak, Hurşit Güneş, Umut Oran gibi isimlerin yönetimde etkili oldukları CHP de beni kaygılandırıyor” dedi.

***

 Bugün ülkemizde tam bir bölünme görülmektedir.

Bir tarafta iktidar yanlılarının ortalığı tozpembe gösteren söylemleri, bir tarafta da hızla karanlığa doğru gittiğimizi, laik, demokratik, bağımsız Atatürk Cumhuriyeti Devleti’nin yok edilmek istendiğini söyleyen iktidar karşıtları!

Ben böyle bir kutuplaşmayı 1950’li yılların sonlarına doğru da görmüş, yaşamıştım. 1959 yılında öğretmenlik yaptığım bir Anadolu kentinde camilerin bile bölündüğü, karşıt görüşlü insanların farklı camilere, farklı kahvehanelere gittiği bir dönemi yaşamıştım.

Ancak o yıllarda, ordu komutanlarının, üst rütbeli generallerin, üniversite rektörlerinin, profesörlerin, gazetecilerin tutuklanıp cezaevlerine konması; politikada da bugünkü gibi bir biçem (üslup) kirliliği yoktu.

Yine o günlerde, ülkemizi etnik bölücülüğe sürükleyen Atatürkçü düşünce karşıtı siyasi partiler ve 35 bin yurttaşımızı öldüren kanlı terör örgütleri de yoktu.

Ülkemizde gözü olan emperyalist devletler bugünkü gibi pervasızca, açıktan bir saldırıda da bulunmuyorlardı.

2011 seçimleri ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.

İnsanlar gördükleri düşmana karşı ellerinden geldiği kadar savaş verirler.

Ya düşman açıkça görülemiyorsa?

Ya da dost kılığında görünmesini becerebiliyorsa?

Çinliler’in çok sevdiğim bir sözleri vardır:

“Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma, beyaz taşlardan kork!” derler.

 

Aydınlık günler dileğiyle…