15 Ekim 2006

HAS EKMEĞİN KİLOSU 9 KURUŞ

ile Hami KARSLI

Geçmiş zaman olur ki…

 

 

HAS EKMEĞİN KİLOSU 9 KURUŞ

        

        

         Bugün size Niksar Belediyesi’nin aldığı bir re’sen karardan söz edeceğim. Geçen hafta re’sen sözcüğünün “kimseye  danışmadan, kendi kendine, doğrudan doğruya” anlamına geldiğini yazmıştım.

         Bu re’sen kararın no’su 227

         Karar tarihi 15 Ağustos 1938.

 

         “Dahiliye Vekâleti (İçişleri Bakanlığı) yüksek makamının 7/ 5/ 938 gün ve 4130/ 11 sayılı “hayat Ucuzluğu” hakkındaki buyrukları okundu:

         Hasad ve harman mevsimi olan bu aylarda ekmeğin asıl maddesi olan buğdayın ucuzladığı ve un fiyatlarının da bu nisbette ucuzladığı encümence yapılan tetkikattan anlaşılmış olmakla halkın en mühim ihtiyacından birisi olan ekmeğin de ucuzlatılması zaruri (zorunlu) görülmüştür.

         Bu itibarla (nedenle) has ekmeğin (katışıksız, en iyi cins ekmeğin) beher (her bir) kilosunun 9 kuruştan ve ikinci ekmeğin (herhalde kepekli ekmek kastediliyor) 7 kuruştan satılmasına ve kabul edilen bu narhın (belediyece konan fiyatın) 18/ 8/ 938    gününden itibaren tatbikine ve işbu karara muhalif (aykırı)  satanlar hakkında cezai hükümlerin tatbikine karar verildi. 15/ 8/ 938

 

İmza (Belediye Reisi Hakkı Taşdelen), imza (Aza Ahmet Celeboğlu), imza (A.Y. soyadı okunamadı), imza (Kâtip Bedri Turhan), imza ( Muhasip Salim Turaçlı)

 

         Günümüzde ekmeğin kilosu 1 milyon 200 bin lira.

         Hayat  68 yılda  -sadece ekmek ölçütünde-  133 bin kattan fazla  pahalanmış.

         Söz ekmekten açılmışken, şunları da yazmakta fayda var.

         Benim çocukluğumda -1940’lı yıllarda- Niksar halkı –genellikle-  çarşıdaki fırınlardan ekmek almazdı. Her evin ya avlusunda ya da bahçesinde muhakkak bir ekmek fırını bulunurdu. İnsanlar kendi ekmeklerini kendileri yaparlardı. Çarşı fırınlarından  kentteki yabancı memurlar ekmek alırdı. Çarşı fırınlarındaki ekmeğe  “çarşuekmeği” denilirdi.

         O yıllarda Niksar halkının büyük bölümünün tarlası, evinde beslediği hayvanları vardı. Buğdayını ya kendi yetiştirir ya da ortakçıya verdiği tarlalardan temin ederdi. Eve gelen buğdaylar ilk önce bir güzel yıkanır, yerlere serilen temiz örtülerde kurutulur, sonra ayıklanır ve çuvallarla değirmene götürülüp öğütülürdü. Bu değirmenlerde kepeğin ayrılması olanaklı olmadığı için elde edilen unlardan yapılan ekmek bir parça esmer ve sert  olurdu. Çarşı fırınlarındaki ekmek ise beyaz ve yumuşaktı. Yerli halkın çocuklarıyla memur çocukları bazen ekmeklerini değiştirirdi.

         Mahallelerde  çok kere sadece bir fırın yakılır ve mahalle sakinleri ekmeklerini o fırında pişirirlerdi. Bu fırınlarda “parmak” denilen cevizli ekmekler, gömbeler yapılır afiyetle yenilirdi.

         Yazıyı dudaklarınızda tebessüm yaratacak hoş bir anıyla bitireyim. Niksar’ın tanınmış tüccarlarından biri İstanbul’a  mal almaya gittiğinde bir lokantada  karnını doyurmak ister. Yanına gelip isteğini soran garsona “Oğlum bana çarşu ekmeğiyle pirinç pilavı getir” der.