26 Nisan 2012

HAYVANLARI KORUMAK…

ile Hami KARSLI

Yıllarca büyük kentlerin hay-huyu, gürültüsü, patırtısı, kalabalığı içinde yaşadıktan sonra, 26 yıldır, yaz-kış Niksar’ın Çamiçi Yaylası’nda yaşayan birisiyim.

Evimin hemen alt tarafından akan Ketenderesi’nin, sabahın sessizliğinde duyulan şırıltısı, karşı çam ormanında rüzgârın seslendirdiği ezgiler, temiz hava; kötülerden, dedikodulardan uzak, çiçeklerim, kitaplarımla dolu sakin bir yaşam bu coğrafyayı sevmemin başlıca nedenleri…

Uzun süren kış aylarında yoğun kar nedeniyle evimin yolunun kapanması, 6 -7 ay soba yakmak zorunluluğu, doğaya ve doğadaki canlılara karşı insanların, kurumların gösterdiği duyarsızlığa, acımasızlığa şahit olmak ise burada yaşamanın olumsuz yanları…

*

Çocukluğumun Niksar’ında, her evde hayvan beslenirdi. Hemen herkesin bahçesi, bağı, tarlası vardı. Sığırtmaç Veysel Emmi, sabah erkenden her evin beslediği, inek, kömüş (manda), balak (malak), dana gibi hayvanları toplar, büyük bir sürü halinde kentin dışındaki otlaklara götürür, akşam geri getirirdi.

Ayrıca kedi, köpek, çatı aralarında güvercin beslenirdi.

Dedemlerin boz eşeği, yürüyüşte atları geride bırakırdı.

*

Yıllarca önce, “Eski Türklerde Hayvan Sevgisi” başlıklı bir inceleme yazısı yayımlamıştım. O yazıda atalarımızın hayvanlara davranışını, batılı kaynakların nasıl anlattığını belirtmiştim:

“Kalpleri sevgi ve şefkatle dolu atalarımız, sadece insanı değil gökte uçan kuşları bile düşünmüşlerdir. Kuşları barındırmak için, vakıf olarak yaptırılan “kuş evleri”,Türk mimarisinin ilgi çekici bir unsuru olarak göze çarpar. “Kuş köşkü” veya kuş sarayı da denilen bu evler, cami, medrese, mektep, saray gibi her türlü yapının bol güneş alan ve rüzgâr vurmayan cephelerinin ulaşılmayacak yüksekliklerine yerleştirilmiştir. Minareleri, yüksek kasnaklı kubbeleri, hilâl biçimindeki âlemleriyle bazıları birer Selâtin camiini andıran ve olağanüstü işçilikleriyle dikkati çeken kuş köşklerinin en muhteşemleri, Üsküdar’daki Cedîd Valide, Ayazma ve Selimiye camilerinde bulunmaktadır.

Türkler, kışın kar bastığında aç kalan kuşların beslenmeleri için bile vakıflar kurmuşlardır. Ödemiş’te Mûrseli İbrahim Ağa, hastalanarak sürülerinden geri kalan leyleklerin bakılması ve beslenmesi için ciğer ve işkembe vakfetmiştir. Bir başka vâkıf, kışın kar yağdığında; şehirlere ve kasabalara inen kuşlara serpilmek üzere darı ve buğday vakfetmiştir. Kuşların kolayca su bulması için, mezar sandukalarına kuş havuzları kazdıranlar pek çoktur.

Bir Türk düşmanı olan Fransız müellif Guer “Mouerset usages des Tures” adlı eserinde eski Türk hayrat ve hasenatı hakkında şu açıklamayı yapıyor:

Türk şefkati hayvanlara bile şâmildir; bunları beslemek için vakıflar ve ücretli adamlar vardır; bu adamlar sokak başlarında köpeklere kedilere et dağıtırlar. Bu hayvanlar o sadakaya alışmış oldukları için, besicilerin seslerini o kadar iyi tanırlar ki, işitir işitmez hemen sokak başlarına üşüşmekte hiçbir zaman kusur etmezler. Birçok Türkler de sırf azâd etmek için kuş satın alırlar.

Büyük Fransız şairi La Martine Türk şefkatini şöyle anlatır:

“…Türkler, canlı cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler. Ağaçlara, kuşlara köpeklere velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veyahut ta’zip edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler. Bütün sokaklarda mahalle köpekleri için, muayyen aralıklarla su kovaları sıralanır; bazı Türkler de ömürleri boyunca besledikleri kumrular için, ölürken vakıflar tesis edip, kendilerinden sonra da yem serpilmesini temin ederler.”

İsmail Hâmi Danişmend, batı kaynakları üzerinde yaptığı araştırmalardan sonra şu tespitlerde bulunuyor:

“Eski Türk hâyrat ve hasenâtı yalnız insanlara değil, hayvanlarla bitkilere bile şâmildir. Meselâ, kuşçulardan kafes içinde kuşlar satın alınıp derhal âzâd edilir; hiçbir hayvan ta’zîb edilemeyeceği için, öldürülmesi lazım olan zararlı hayvanlar bile işkencesiz itlâf edilirler. Kirliliklerinden dolayı evlere sokulmayan sokak köpekleri mahallelere göre teşkilâta tabi tutulup kedilerle beraber iaşeleri temin olunur, et ve ciğer dağıtılır, geceleri barınacakları yerler yapılır, bunları yapacak adamlar istihdam edilir. Ayrıca kasaplar da kedi ve köpek hisseleri ayırır. Çeşitli şehirlerde ve mesela Şam’da Türk eserleri olan hayvan hastaneleri kurulmuştur.

Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’nın tespiti ne kadar doğrudur: “Batıda doğduğu sanılan hayvanları koruma müesseseleri, bizim eski tesislerimizdir.”

*

Niksar Belediyesi’nin, Sayın Ahmet Duran Ünverdi’nin başkanlığı döneminde yaptırdığı bir hayvan barınağı var. Bu yer kum eleme tesislerinin hemen yanı başında. Mezbahaneye de çok yakın.

Geçtiğimiz günlerde Emekli Öğretmen Faruk Sükan’la oraya gittik.

Gördüğümüz manzara bizi kahretti. Görüntü Nazi toplama kampları gibiydi. Etrafı tel örgüyle çevrili bir bahçe ve ortasında bir bina vardı. Küçük yavru köpekler, büyük değişik cins köpekler oraya hapsedilmiş ve adeta ölüme terkedilmişti.

Binada ve bahçede kimse yoktu. Hayvanların aç ve çaresiz oldukları hallerinden belliydi.

İlgili arkadaşlardan öğrendiğimize göre hayvan barınağının belirli bir sorumlusu yokmuş. Temizlik hizmetlerinde çalışan işçiler boş kaldıkça oraya da bakıyorlarmış.

Halbuki, 13.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediyeler Yasası’nın 14. maddesinde sayılan “belediyenin görevleri” ve 5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. maddesinde belirtilen hususlar bu konudaki sorumluluğu Belediye’ye yüklemektedir.

 Yasa yapılacak işi açıkça belirtmiş: Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır.”

Koskoca Niksar Belediyesi’nin bir veteriner ve bir işçiyi bu konuda görevlendirmesi o kadar zor bir iş midir?