“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNDEN, ÜSTÜNLERİN HUKUKUNA GEÇİŞ…”
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Tokat Eğitim-İş’te yaptığı konuşmada böyle dedi. “Hukukun üstünlüğünden, üstünlerin hukukuna geçtiğimiz bir dönemi yaşıyoruz”
*
Evet, yasal dayanağı olmadan, eylemsel (fiili) bir durum yaratılarak, türban TBMM’ye girdi.
Hayırlı, uğurlu olsun! (!)
Cumhurbaşkanı, Başbakan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu başta olmak üzere TBMM üyeleri ve ABD Adana Başkonsolosu mutluluklarını dile getirdiler.
Atatürk Devrimleri, Laik Cumhuriyet savunucuları…
Başınız sağolsun!
*
AKP’li hacı vekil Sevde Beyazıt Kaçar, televizyonda, “Hacca giderek, temizlendiğini, bir daha başını açarak kirlenmeyeceğini” söyledi.
Yani başı açık olanlar kirli!
*
Biliyorum, bu yazıdan sonra birçok kişi yine bana saldıracak, küfredecek.
Çünkü daha önce oldu.
TBMM’de küfreden bir milletvekili için eleştirel bir yazı yazarken; Atatürk’e, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na, Türk Ulusu’na karşı çıkan, hakaret eden Hain Mustafa Sabri’den söz ettiğimde, bana “ Mustafa Sabri’nin kazûrâtı (dışkısı, pisliği) bile edemeyeceğimi” yazan türde okuyucularımın olduğunu da biliyorum!
*
Benim annem 1909 yılı doğumluydu.
Günlük gazetesini de okur, namaz da kılardı.
Başını da bir eşarpla örterdi. Eşarbının altından erken beyazlaşmış saçları da görünürdü.
Sesi de, kendisi gibi çok güzeldi. Bazen, iş yaparken hüzzam bir şarkı mırıldanırdı.
“Açmam, açamam, söyleyemem, çünkü derinde…”
Cumhuriyet’ten önce doğmuştu, ama Atatürk Devrimleri’ne inanmış tam bir Cumhuriyet kadınıydı!
*
Kız kardeşim Yargıtay Tetkik Hâkimliği’nden emekli oldu.
O güzel saçlarını hiç örtmedi.
Güzel sesiyle şarkı da söylerdi, kanun da çalardı.
“-dı’lı” yazdığıma bakmayın, Ankara’da yaşıyor, yine çalıyor ve söylüyor!
O da, onun kızı da Laik Cumhuriyet sevdalıları!
*
Dinci partilerin Türk siyasi yaşamında boy göstermesinden önce, ben ne yaşadığım kentte ne de, büyük çoğunluğunu gezdiğim ülkemin diğer kentlerinde, bugün adına “türban” denilen bir başörtüsü görmemiştim.
Ne annemin eşarbı, ne de mahallemizde herkesin “Büyükanne” dediği Beğler’in İbrahim Bey’in sevgili eşi Hafize Özbay’ın başına örttüğü yazması kesinlikle türbana benzemiyordu.
O yıllarda, Mehmet Şevki Eygi’nin deyimiyle hiçbir ‘süslüman’ görmemiştim.
*
Başbakan, İzmir’de yaptığı bir konuşmada: “Başörtüsü bizim dinimizin gereklerinden bir tanesidir” dedi. Bunu bilmeyenleri “cahillik” le suçladı.
Doğrusu ben çok merak ediyorum. Sayın Başbakan ve türban takan milletvekillerimiz dinin diğer gereklerini de yerine getirecekler midir?
İslam dininin ana kaynağı “kuran” dır.
Örneğin:
Kadının erkeğe göre kalıttan (mirastan) yarım pay alması; faizin, içkinin yasaklanması; ceza olarak el, ayak kesilmesi gibi konular Kuran’ın çok açık emirleridir.
Türk Ceza Yasası ve Türk Medeni Yasası’nın değiştirilerek dinin emirlerinin –aynen türban gibi- yerine getirilmesi gerekmez mi?
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku anabilim dalından Prof. Abdullah Kahraman, “İslamda farklı hukuk doktrinleri (öğretileri) var. Bazıları, kadından devlet başkanı olamaz, çünkü erkeklere namaz kıldıramaz; kadından hâkim de olamaz, çünkü kadınlar duygusaldır” demiş.
Ne dersiniz, acaba ilerde, bu nedenle hanım yargıçlarımızın işlerine de son verilebilir mi?
Yeşil Niksar Gazetesi Sahibi Cemalettin Bilgin’e:
Cemalettin,
30 Ekim 2013 tarihli köşe yazını gülümseyerek okudum. Bilirsin, ünlü sözdür: “Deveye boynun eğri demişler. O da nerem düzgün ki, yanıtını vermiş.” Yazından, senin o gece beni iyi dinlemediğini, o yazıyı da alelacele kaleme aldığını anladım. Keşke o yazıyı yazmadan, senin gazetende çalışan, efendiliği ve saygılı davranışlarıyla herkesin beğenisini kazanan Sevgili Mehmet Türkü’ye verdiğim konuşma metnini bir kez okusaydın. O zaman yazındaki birçok yanlışlığı yapmayabilirdin.
1- Ben kimseyi hain ilan etmedim. Sadece Atatürk’ün Büyük Söylevi’nin başlangıç bölümcesini (paragrafını) okudum. Orada sözü edilen Vahdettin ve Damat Ferit Paşa başkanlığındaki hükümet için söylenilen sözler Atatürk’e aittir. Eğer, dediğin gibi “onlar senin geçmişteki büyüklerin ise” onlara, ben değil Atatürk hakaret etti. Hemen git, Atatürk’ü mahkemeye ver.(!)
2- “İktidara ve Başbakana ağır ifadeler kullandı” demişsin. Benim konuşmamda kimseye hakaret yoktur. Zaten konuşma metnini, aynen, Niksar ve Tokat Haber gazetelerinde yayımladım. Bilgin olsun, ayrıca baştan sona video kaydı da yapıldı. Ben, sadece Türkiye’nin 29 Ekim 2013 günü görünüşünü birer cümle ile anlatmaya çalıştım. Uzun dediğin konuşma Word’te 12 punto ile iki sayfadır. Konuşma süresi de sadece 8 dakikadır.
3- Sevgili Cemalettin, sen okullarda hiç “Andımızı” okumadın mı? Ben o gece 10. Yıl Marşı’nı değil, “Andımızı” okuttum. Yazında “Ben ayağa kalkmadım, başka kalkmayan var mıydı, bilmiyorum” demişsin. Merakını gidereyim. Evet, salonda tekerlekli sandalyelerinde oturan bazı arkadaşlarımız da kalkmadılar.( Biliyorsun, burada “kalkmadılar” değil, “ellerinde olmayan nedenle kalkamadılar” diye yazmam gerekliydi.)
4- Beni, “halkın bilmediği, uydurukça kelimeler kullanmakla” suçlamışsın. Bunu yaparken Arapça “kelime” ile beraber Türkçe “sözcük” ü de kullanmışsın. Ne güzel! Senin anlayamadığın ve uydurukça dediğin o sözcüklerin hepsi Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu sözlüğü’nde vardır. Ben, dil konusunda, senin gazetende de birçok yazı yayımlamıştım. Onları tekrar oku. Yakında bu konuda bir yazı daha yazacağım. Onu da oku!
5- Sevgili Cemalettin, yazındaki yazım (imla) yanlışlarından hiç söz etmeyeceğim. Çünkü bunu hep yapıyorsun.
Hoşça kal, yazmaya devam et. Sana esenlikler diliyor, kucaklıyorum.