29 Ekim 2014

İLERİCİLİK – GERİCİLİK

ile Hami KARSLI

 

On gün önce Zeki Sarıhan’ın, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan “Türkiye Halkı Gerici midir?” başlıklı bir yazısını okudum. (Ben, çocukluğumdan beri okuduğum Cumhuriyet’i, bu yıl Mart ayından beri para verip satın almıyorum. Bunun nedenlerini 5 Mart 2014 günü bu köşede yayımladığım “Hoşça Kal Cumhuriyet Gazetesi” başlıklı yazıda anlatmıştım. Sarıhan’ın yazısını e-postama gelen bir iletiyle okudum)

            Zeki Sarıhan, yaş olarak benden küçük emekli bir öğretmen arkadaş!

Türk okuru Sarıhan’ı “Öğretmen Dünyası” dergisinden, kitaplarından, basında çıkan yazılarından ve bir dönem bir televizyon kanalında yaptığı konuşmalarından tanır.

***

Eskiden birçok konuda aynı çizgide olduğumuzu düşündüğüm Sarıhan’ı uzunca süredir, anlamakta zorlanıyorum.

Örneğin, yazısında sözünü ettiği halkın, Türkiye’de yaşayan “Türk Halkı” olduğu anlaşılmasına karşın onun neden “Türkiye Halkı” diye söz ettiğini anlamam olası değildir.

Ancak ülkemizi yönetenlerin, BOP’un eş başkanı olduklarını övünçle söyleyenlerin “Türk” sözcüğünü kullanmamalarını anlayabiliyorum.

***

Sarıhan, yazısının başlangıç tümcesinde “Aydınlar arasında Türkiye halkının gerici olduğu hakkında yaygın bir kanı vardır” diyor.

Sarıhan, 12 Eylül’ün buyurgan paşası gibi, “aydın” la “aydın etiketli” yi birbirine karıştırıyor.

30 yıl önce, 15 Mayıs 1984’te, Aziz Nesin’in öncülüğünde 1383 yürekli yurtsever 12 Eylül’ün baskıcı yönetimine “Türkiye’deki demokratik düzene ilişkin gözlem ve istekler” başlığını verdikleri bir yazı sunmuşlardı. Kamuoyunda “Aydınlar Dilekçesi” diye anılan bu imza sahiplerine Kenan Evren “vatan haini” demiş, devamla “Vahdettin de aydındı. Ben ne yapayım öyle aydını” yanıtını vermişti. Evren, “aydın” kime denir, bilmiyordu.

Hiçbir gerçek aydın “halkının gerici olduğunu” düşünmez.

Bir başka deyişle “halkının gerici olduğunu” düşünen kişi “aydın” değildir.

***

Bir ülkede, çıkarları açısından toplumsal ilerlemeye karşı çıkan sömürgen egemenlerin dışında kalanlar o ülkenin halkıdır.

Özünde ilerici olması gereken halk, bilinçli olmadığı sürece, gerici olan egemen kitlenin yanında durur. Bu nedenle de gerici bir görünüm sergiler.

Buradaki çelişki, gerici olan egemen sınıflarının “gericiliği” bir bilinçle istemeleridir.         Yani egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda bir bilinci vardır. İlerici olması gereken halkın ise çıkarları doğrultusunda bir bilinci yoktur.

Gericilik, sömürgen egemen sınıfların toplumsal ilerlemeye, devrimci, demokrat ve ulusal kurtuluş çabalarına karşı koyar.

Eğer “devlet” sömürgen, egemen buyurganların elinde ise orada emekçi sınıfların özgürlüğünden, onlara “bilinç” taşıyan bir eğitimden ve onların serbestçe örgütlenmesinden söz edilemez. Dolayısıyla, daha iyi bir yaşam sürme isteğinde olan, ancak eğitilip bilinçlendirilmediği için bu isteğini gerçekleştiremeyen halkı suçlamak doğru bir davranış değildir.

İlericilik – gericilik kavramları, bilinçli olmak veya bilinçli olmamak kavramlarıyla yakından ilgilidir. Bunu en iyi bilen, kavrayan yayılımcılıktır. (emperyalizmdir)

Yayılımcılık, doğal kaynaklarını sömürmek, iş gücünü çok ucuza kullanmak istedikleri ülkelerin halkını bilinçlendirmemek için elinden gelen her şeyi yapar. Özellikle halkın eleştirel düşünmesini önleyebilmek için, onları dogmalarla koşullandırır. Böylelikle onların isteklerini bu dünyanın gerçeklerinden koparıp kör inançların bataklığına yönlendirir.

***

“İstemek” le “bilinç” aynı şey değildir.

İstemek, istek duyumsamaktır. Yani kişinin bir şeye karşı duyduğu, yerine gelmesi halinde mutlu olduğu yönsemedir. Eski dildeki “arzu” hatta “talep” sözcüklerinin eş anlamlısıdır.

Bilinç ise, insanın kendisini, çevresini ve olup-biteni tanıma, algılama, kavrama, fark etme yetisidir.

İstemek eylemi, bilinçten yoksunsa, o isteğin yerine gelmesi -bazı rastlantıların dışında- olanaksızdır.

            Toplumsal bilinçlenme aydınlanmayla ilgilidir.

“… Eski Yunan’daki “antik aydınlanma”, 18. yüzyıldaki kurgusal varsayımlarla dolu olan –bilimsel olmayan- aydınlanma çabalarını bir yana bırakırsak; bilimsel toplumbilim 19. yüzyılın 2. yarısında oluşmuş, toplumun tarihsel – nesnel yasaları bulunup açıklanmıştır. Toplum, geçmişi, geleceği ve şimdisiyle ancak bu yasaların bilgisi ışığında çözümlenebilmiştir. Ancak bu bilgiyle aydınlanmış ve çağının bilimiyle tutarlaşmış kişiye aydın denir. Yoksa belli bir öğrenim, belli bir görgü, belli alanlarda uzmanca bilgiler aydın olmaya yetmez.” (Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü, S.26)

***

            Zeki Sarıhan’ı, öğrenciliğinden beri izleyen birisiyim.

Geçmişte birçok söylemini ve eylemini alkışladığım bu arkadaşın, özellikle 2012’den bu yana, yani İşçi Partisi’yle ters düşüp istifa etmesinden –doğrusu partiden ihraç edilmesinden- bu yana dillendirdiği söylemleri anlamakta hep zorlandım.

Köy Enstitüleri’ni “devrimci kuruluşlar olarak görmediğini anlattığı yazısı;

Yıldırım Koç’un Aydınlık’ta –ve sonra Öğretmen Dünyası’nda- yayımlanan “Ana Dilde Eğitim” yazısına yazdığı karşı yazısı;

Ulusal Kurtuluş Savaşını ve Atatürk’ü küçümseyen yazısı;

Sözde demokratik sosyalizmi, feminizmi ve anti milliyetçiliği savunan, özde PKK ideolojisini yasallaştırmaya çalışan HDP’nin Lideri Selahattin Demirtaş’ı övmesi ve benzeri birçok yazısı;

Atatürk Ulusçuluğunu yadsıması ve tüm bunları “sol” adı altında görüntülemesi bana hep ters geldi.

Bu nedenle artık bu arkadaşın internette paylaştığı yazıları okumaktan vazgeçtim.

***

Emre Kongar, “insan-doğa çelişkisinin” ardından gelen “insan-insan çelişkisinin” toplumsal değişmeyi etkinleştirdiğini yazar.

Ancak, yaşadığımız günlerde bizi yönetenlerin bir gün önce söylediklerini, bir gün sonra yalanlamalarına; inançlarını yiyecek kadar acıkanlara öylesine alıştık ki, artık dün birlikte olduklarımızın bugün karşımızda olmalarına şaşırmıyoruz.