“İSTİŞARELERDE BULUNMAK…”
02 Mayıs 2014 günü akşamı televizyonda haberleri izliyordum.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, görüntülü bir konuşması veriliyordu.
Konu, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleriydi.
Sayın Cumhurbaşkanı, “Bu konuyu Sayın başbakanla oturup konuşacağız. Ancak daha önce Sayın Başbakan bazı istişârelerde bulunacak” dedi.
“İstişâre” Arapça “şûrâ” sözcüğünden gelen “danışma” anlamında bir sözcüktür.
“şûrâ” ise “konuşmak için toplanma” anlamına gelir.
Arapçada bir sözcüğün çoğul şekli, Türkçeden ayrıdır.
Bizde olduğu gibi –ler, -lar gibi çoğul ekleri kullanmazlar.
Danışma anlamındaki Arapça “istişâre” sözcüğünün çoğulu “istişârâd” sözcüğüdür.
Yani “istişâre” sözcüğüne, Türkçe –ler ekini ekleyemezsiniz.
***
Sanırım 1998 yılı sonlarıydı.
Yine televizyondan sabah haberlerini izliyordum.
Tansu Çiller, bir gün önce Bülent Ecevit’le yaptığı bir görüşmeyi anlatıyordu. Bir ara, “…biz arkadaşlarla meseleyi tezekkür ederiz” demişti.
Arapça “zikr” sözcüğünden üretilen ve “bir konuyu görüşme” anlamına gelen “tezekkür” sözcüğünü duyunca yıllar öncesine gitmiş ve gülümsemiştim.
1962 yılında Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciydim. Servet-i Fünun (Edebiyat-ı Cedide) dönemi yazınına (edebiyatına) özel bir ilgim vardı. Bu nedenle konuşurken, yazarken, yerli-yersiz Arapça, Farsça bazen de batı kökenli dillerin sözcüklerini kullanıyor, bunun beceri isteyen bir ustalık (hüner) olduğunu düşünüyordum.
Bir gün sınıfta, bu nedenle gülünç duruma düşmüş olmalıyım ki, yazın (edebiyat) öğretmenimiz Kadri Ziya Kiper Bey, “Evladım, dilini eşek arısı soksun” demişti.
Daha sonraları, öğretmenlik yaşamımda ve emeklilik sonrasında ben de sık sık bu tümceyi kullanmış, yabancı bir dilin sözcüklerine öykünenlere “Hay dilini eşek arısı soksun!” demiştim.
***
Dil, insanların duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşmadır.
Bir ulusun bireylerinin birbirleriyle en iyi anlaşabildikleri dil, o ulusun kendi öz dilidir.
1931 yılında Afet İnan imzasıyla yayımlanan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı kitabın “Ulus” bölümünü Atatürk’ün kendisi hazırlamış; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir” tanımını yaptıktan sonra, ulusu oluşturan 6 etken arasında “Dil Birliği”nin büyük önem taşıdığını vurgulamış, Türkçeyi şöyle değerlendirmiştir:
“Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ulusunun geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda, ahlâkının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının, özetle, bugün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla korunduğunu görüyor.
Türk dili, Türk ulusunun kalbidir, belleğidir.”
Bir konuşmasında da:
“Türk demek dil demektir. Ulusallığın çok belirgin özelliklerinden birisi dildir. Türk ulusundanım diyen insanlar, her şeyden önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk ekinine (kültürüne) topluluğuna bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz” demişti.
***
Atatürk’ün tüm devrimleri gibi, Dil Devrimi de, en çok, ulusun önderlerinin o devrimi benimsemesiyle, ulusça özümsenir, yaygınlaşır.
Gönül isterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan 27 yıl sonra doğan Sayın Cumhurbaşkanı ve ondan 4 yaş büyük olan, bir dönemin Başbakanı Sayın Prof. Çiller Türkçe konuşmaya karşı özen göstersinler…
Prof. Dr. Şerafettin Turan, “Türkçenin, bir uluslar topluluğu demek olan Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları dönemlerinde, bir yandan İslam uygarlığının bilim dili kabul edilen Arapça ile sanat-yazın dili kabul edilen Farsçanın, öte yandan da İtalyancadan başlayarak Fransızcaya kadar Avrupa dillerinin etkisi altında kalmasını doğal karşılamak gerekir” diyor.
Doğal olmayan bu etkiyi ortadan kaldırarak kendi öz dilimiz için bir uğraş vermememizdir.
***
TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) döneminde Sevgili İsmail Safa Güner öğretmenimiz, irtica sözcüğünü; “İyiyi kötüye, güzeli çirkine, doğruyu yanlışa, faydalıyı zararlıya çeviren geri vites” tanımlardı.
Güzelim Türkçe sözcükler varken, doğru dürüst kullanmayı bilmediğimiz yabanın sözcüklerini kullanmak “irtica yanlısı” olmak değil midir?
………… . . . . .
Tokat Belediye Başkanı Sayın Eyüp Eroğlu’na: Sayın Başkan, 30 Mart seçimleri öncesinde cep telefonuma sizin adınızla bilgilendirme iletileri gelmekteydi. Bu iletiler, siz seçimi kazanıp Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra da –içerik değiştirerek- gelmeye devam ediyor. Ben Niksar’ın bir yaylasında yaşayan, emekli bir öğretmenim. Sizin seçmeniniz değilim. AKP’li hiç değilim. Bu iletiler beni rahatsız ediyor. Lütfen, beni “ileti gönderilecekler listesi”nden çıkarınız. Teşekkür ederim.
Saygın Öğretmenim
Her yazınızı beğenerek okurum; her yazınızdan yeni bilgiler edinirim. Sağ olun, var olun.
Saygın Öğretmenim. Güzel Türkçemizin sözcükleri dururken yaban’ın sözcüklerini -gülünç olmayı bile göze alarak- kullanan “ulusal bilinç yoksunu” kişilere ne söylesek umursamıyorlar.
Cumhurbaşkanına kaç kez beti (mektup) yazdım. Konuşmalarında, basına verdiği yazılı açıklamalarda kullandığı sözcüklerin Türk Ulusunun sözcükleri olmadığını, oysa onun ulusal dili Türkçe olan bir devletin başkanlık orununda (makam) oturan biri olarak, Türkçemize özen göstermekle yükümlü, görevli olduğunu anlattım. Bana yanıt vermediği gibi, Arapça-Farsça sözcükleri yeğlemeyi sürdürdü.
TBMM’deki son konuşmalarından birinde bağdaşık, anlaşmazlık, gerekli, nedence, sonul gibi Türkçeleri varken müttefik, ihtilaf, elzem, vesile, nihai gibi Arapça-Farsça sözcükleri kullandı. Bununla da yetinmedi, bunalım, duruk, etkin gibi Türkçeleri varken kriz, statik, aktif gibi Fransızca sözcükleri kullandı.
Bununla da yetinmedi, Türkçe düzenek yerine İtalyanca mekanizma sözcüğünü de kullandı. Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı biraz ondan biraz bundanla, karma bir dille konuşarak, güzel Türkçemizi yetersizmiş gibi göstermekle bir anayasa suçu da işlemektedir, diye düşünüyorum.
Sizi kucaklar, erinç, gönenç dilerim.
Tarık Konal