12 Şubat 2015

“KİMSE OSMANLIYA, OSMANLICAYA HAKARET EDEMEZ” MİŞ!…

ile Hami KARSLI

“KİMSE OSMANLIYA, OSMANLICAYA HAKARET EDEMEZ” MİŞ!..

 

AKP’nin Afyonkarahisar il kongresine katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, salondakileri selamlarken, bir dönem Afyon Hapishanesi’nde yatan Said-i Nursi’ye selam gönderdi. Konuşmasının bir yerinde “Bizim olduğumuz yerde, kimse Osmanlıya, Osmanlıcaya hakaret edemez” dedi.

Bilindiği gibi “hakaret” “Bir kimseye, bir şeye karşı kullanılan küçültücü söz ya da aşağılayıcı, küçük düşürücü davranış, onura dokunma, onur kırma” anlamında Arapça bir sözcük!

Bir insana söylenecek en büyük hakaret sözcüğü bence hayın (hain) sözcüğüdür.

Çünkü ‘hayın’ demek “kutsal sayılan şeylere, kavramlara kötülük eden” anlamını taşır.

Ben Başbakan Davutoğlu’na bir ihbarda bulunmak istiyorum.

Osmanlıya ve Osmanlıcaya, açıkça, tüm dünyanın duyacağı şekilde ve çok ağır bir biçimde hakaret eden, üstelik söyledikleri bir kitap haline getirilip, Türkiye’de her evde, her okulda, Devletin tüm kitaplıklarında, -hatta TBMM kitaplığında bile- bulundurulan bir ismi bildireceğim.

Bu şahıs Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. Padişahı ve 113. İslam Halifesi olan 2. Abdülhamit döneminde doğmuş, 623 yıllık Osmanlı Devleti’nin yerine başka bir devlet kurmuş, başarılarından dolayı da “gazi” ve “mareşal” unvanları almış bir kişi!

***

Bakın Sayın Başbakan, “Gazi” ve “Mareşal” unvanlı bu kişi, Osmanlı’ya, Üstelik Osmanlı’nın padişahına ve başbakanına ve Osmanlı Hükümeti’nin birçok üyesine –üstelik adlarını da sayarak-  neler söylüyor:

Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta…

            Damat Ferit Paşa ‘nın başkanlığındaki hükümet âciz, haysiyetsiz ve korkak! Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı…”

… . . .   .

“Ulusun “kahrolsun işgal!” diye yükselen sızıltılı çığlığını boğmaya çalışan, duygusuz ve anlayışsız kimselerden kurulmuş, dokusunda hayvanlık ve hayınlık bulunan bir hükümetin, böncesine, bilgisizcesine davranışlarına seyirci kalmak; aklı, anlayışı ve yurtseverliği olan kimselerden istenebilir miydi?”

… . . .  .

“…bu bozgunculuk olaylarını Damat Ferit Paşa, eski Dahiliye Nazırı Âdil ve daha önceki Dahiliye Nazırı Ali Kemal Beylerle Sait Molla’nın kışkırttıkları ve düzenledikleri anlaşılmıştır. Adları bildirilen bu kişiler, kendi vatan hayınlıklarından başka çok büyük ve tehlikeli yanlış işler daha yapmışlardır.”

… . . .  .

“Bugünkü Polis Genel Müdürü, vatan hayını olan düşük hükümetin ve adamlarının biricik koruyucusudur. Sait Molla’nın Bay Fru’ya yazmış olduğu mektuplardan anlaşıldığına göre de, bu adam karşıcıl (muhalif) kimselere, yani ulus düşmanlarına şimdi bir barınak ve sığınak oluyor.”

… . . .  .

“Düşük hükümetin ulusa düşman, düşmanlara dost olarak gütmüş olduğu hayınca siyasanın…”

            “1919 yılı içinde, ulusal girişimlerimize karşı başlayan iç ayaklanmalar hızla yurdun her yerine yayıldı. (…)tutuşan kargaşa ateşleri bütün yurdu yakıyor; hayınlık, bilisizlik, düşmanlık ve bağnazlık dumanları bütün yurt göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu.”

***

Sayın Başbakan,

Toz kondurmadığınız, söz söyletmediğiniz, özlemiyle yanıp tutuştuğunuz Osmanlı’ya ve Osmanlıca’ya karşı olan, Osmanlı Padişahını, hükümetini, hükümet üyelerini hayınlık, alçaklık, soysuzlukla suçlayan bu kişi, Türk Ulusu’na yaptığı konuşmanın bir yerinde de aynen şunları söylüyor:

“Sayın baylar, pek güzel bilirsiniz ki, padişahlarla, halifelerle yönetilmiş ve yönetilen ülkelerde yurt için, ulus için en büyük tehlike, padişahların ve halifelerin düşmanlarca satın alınmalarıdır. Bu çoğu zaman kolaylıkla sağlanabilmiştir. Meclislerle yönetilen ülkelerde ise en yıkıcı durum, kimi milletvekillerinin, yabancılar adına ve çıkarına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine dek girmek yolunu bulabilen yurt hayınlarına rastlanabileceğine, tarihin bu konudaki örnekleriyle inanmak zorunluluğu vardır. Bunun için ulus, vekillerini seçerken çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır.”

***

Evet Sayın Başbakan, sizin ve herkesin hemen anlayabileceği gibi, yukarda tırnak işareti içinde yazılmış cümleleri Atatürk’ün 1927 yılı Ekim ayında yaptığı söylevden (nutuk) aldım.

O günün tüm yöneticileri, komutanları ve dünya uluslarının önünde söylenilen bu sözler de Osmanlı’nın özellikle son dönem padişah ve yöneticilerine ağır hakaretler vardır.

Okunması 6 gün süren; bir ABD dergisinin “Türk Cumhurbaşkanı’nın 400 bin sözcüklük iletisi” diye nitelendirdiği bu söylevin içeriğinde, yukarda alıntıladıklarımdan daha ağır anlatımlar (ifadeler) da var.

Söylev Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm kitaplıklarında vardır.

 

Haydi, gücünüz yetiyorsa bu söylevi yok edin!

 

Osmanlıcaya gelince, Sayın Başbakan böyle bir dil yok.

Halktan kopuk Osmanlı’nın kullandığı dile “elsine-i selâse” (Türkçe, Arapça, Farsça) dense de, Orhan Hançerlioğlu, Osmanlıca adı verilen bu karma ve melez dilin başta Farsça ve Arapça olmak üzere Almanca, Cermence, Bulgarca, Ermenice, Fransızca, İbrânice, İngilizce, Slavca, İspanyolca, İtalyanca, Latince, Rusça, Yunanca, ve Türkçe on altı dilin karışımından oluştuğunu yazar.

Ancak, 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan; geniş kapsamlı ilk Türkçe sözlük olan “Kamus-ı Türkî” adlı yapıtı hazırlayan Arnavut asıllı Osmanlı yazarı Şemsettin Sami ise Osmanlıca denilen dil için şöyle diyordu:

 

“Türk’e okusak anlamaz

Arap’a okusak anlamaz

Acem’e okusak anlamaz

Öyleyse bu dil ne dilidir?”

***

Sayın Başbakan,

Sizin doğduğunuz 1959 yılında ben öğretmendim.

Afyonkarahisar’dan selam gönderdiğiniz Said-i Kürdi, o yıl yurt gezisine çıkmıştı.

İktidarda Adnan Menderes vardı. Said-i Kürdi Menderes’i destekliyor, Menderes de ona saygıda kusur etmiyordu.

Said-i Kürdi’nin gittiği illerde olaylar çıkıyordu. En son Ankara’ya gitmiş bir otele yerleşmişti.

Bunun üzerine TBMM’de olaylar çıkmış, İsmet İnönü, dinin siyasette kullanılmasına karşı çıkan bir konuşma yapmıştı.

Olayların büyümesini istemeyen Menderes, bir yakınını Said-i Kürdi’nin kaldığı otele göndermiş, onun memleketine geri dönmesini rica etmiş, o da bu isteği kabul etmişti.

Sayın Başbakan, dinsel olguları, duyguları siyasete karıştırmak şimdiye dek kimseye hayır getirmemiştir. Lütfen bunu aklınızdan çıkarmayın.

Bu ülke, bu Ulus için, yolumuzu aydınlatan Büyük Atatürk’ün ilke ve devrimlerinden başka bir yol gösterici aramak boşuna bir uğraştır.