KOKUŞMUŞLUK…
Almanca özgün adı “Die Verwandlung” olan, dilimize “Değişim”, “Dönüşüm” adlarıyla çevrilen Franz Kafka’nın ünlü öyküsünde, öykü kahramanı Gregor Samsa, bir sabah kendini dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulur.
Türkiye’de de, 17 Aralık 2013 günü insanlar, yıllardır değişmez zannettikleri bazı şeylerin değiştiğini, kokusu dışarıya sızdırılmamak için, sarıp sarmalanan, özenle gizlenen bir pislik paketinin, o paketi hazırlayanların anlaşmazlığa düşmeleri nedeniyle –aslında yayılımcılık (emperyalizm) böyle istediği için- bir köşesinden açıldığını ve ülkeye pis kokuların yayıldığını gördüler.
***
Geçtiğimiz haftalarda, ülkemizde karşıdevrim yapan yayılımcılık ve onun yerli işbirlikçilerinin, ülkeyi dört parçaya ayırdıklarını yazmıştım.
“Kürtler”,
“yasama, yürütme, yargı erklerini elinde bulunduranlar”,
“Yasama, yürütme, yargı içinde kümelenen ancak adına ‘cemaat’ denilen bir bölüm”, “Türk olmakla övünen, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni savunanlar”
Ortaya çıkan bu pis kokular birinci parçayı sevindirdi, ikinci ve üçüncü parçaları korkuttu ve saldırganlaştırdı. Dördüncü parça olan Atatürkçüleri ise hem üzdü hem de artık bir şeyler yapmaları konusunda uyardı.
***
Kokuşmak, çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmaktır.
Ama biz bu sözcüğü, kişi ve toplum için değişmeceli (mecazi) olarak “yozlaşmak, iyi ve güzel özelliklerin yitirilmesi” anlamında kullanırız.
Benim doğduğum, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim Niksar’da, alışveriş yapılan yerlerin sahipleri (çarşı esnafı) kısa süreli bir yere gidecekleri zamanlar işyerlerini kapatmazlar, sadece bir sandalyeyi ters çevirip işyerinin önüne bırakırlardı. Kimse, sahibi olmadığı için o yere girmezdi.
Genelde ev, bağ, bahçe, ahır, samanlık kapılarının kilitleri yoktu. Var olanlar ise kilitlenmezdi. Hırsızlık yoktu.
Çocukluğumun geçtiği 40’lı yıllardan sonra, çok partili yaşama geçtiğimizde “köşe dönmeler” “iktidar olanaklarından fazla pay kapmalar” la ilgili öyküler duymaya başlamıştık.
***
Bir toplumda her türlü insan bulunur.
Toplum düzeni, toplumun temsilcilerinin yaptıkları yasalarla, bu yasaları uygulayanlarla korunur.
Peki, yasa yapıcılarla, bu yasaları uygulayanlar yozlaşıp, suç işlerlerse ne yapacaksın?
Halk arasında ünlü sözdür:
“Ananı öpen kadı ise kimi kime yakınacaksın (şikâyet edeceksin)?”
***
Türkiye Cumhuriyeti artık bir “hukuk devleti” değildir.
Bunu ben değil, TBMM Başkanı Cemil Çiçek söylemekte, “Bu nasıl hukuk devleti? Uymadığın kuralın arkasına nasıl sığınırsın?” demektedir.
Öte yandan T.C.’nin Başbakanı daha dün “Ben Ergenekon davasının savcısıyım” derken, bugün bu davanın avukatlığına soyunmaktadır.
At izinin, it izine karıştığı, her gün doğumunda veya gün batımında, gündemin hızla değiştiği bir ülkede yaşıyoruz.
Ayakkabı kutularındaki bağlam bağlam (deste deste) dolarlar, Bakan çocuğunun evindeki kasalar, para sayma makineleri, bakanlar, belediyeler, bankalar, vakıflar, birbiri peşinden patlak veren bir sürü iğrenç olay!..
Esenli (rüzgârlı) havada, bir masada unutulan kitabın hızla çevrilen yaprakları gibi, birbiri ardından ortaya saçılan kokuşmuşluk belgeleri…
Jet hızıyla görevden alınan bakanlar, valiler, emniyet müdürleri, savcılar, yargıçlar, polisler…
Yine jet hızıyla bunların yerlerine yapılan, verilecek buyrukları yerine getireceklerinden kuşku duyulmayan kişi (sadık bende) atamaları…
***
Anlamakta zorlandığım bir şey var:
Tüm aklı başında insanlar, Silivri yargılamalarının, bu ülkenin yurtseverlerini tutsak etmek için, hukuka aykırı olarak yapıldığını biliyorlar.
Yine tüm yurtseverler, Özel Görevli Mahkemelerin derhal işlerine son verilmesini ve verdikleri tüm kararların yok sayılmasını, tutsakların yasalara uygun (adil) yargılanarak salıverilmelerini de istiyorlar.
Ancak, TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun bu konuyu Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı gibi kişilerle görüşerek kotarabileceği usa (akla) uygun mudur?
Ergenekon, Balyoz gibi davaları başlatanlar bunlar değil mi?
Hakkındaki yolsuzluk savları için savcılıkça çağrılan oğlunu savcılığa göndermeyen, yargıyı bütünüyle kendine bağlı kılma çalışmaları yürüten bir Başbakan’ın güçlü olduğu böyle bir dönemde yasalara uygun yargılama yapılabileceğine inanılır mı?
Türk’e, Türklük’e, Atatürk İlke ve Devrimleri’ne yürekten inanmayan ve birbirlerinden ayrı olması gereken yasama, yürütme ve yargı erklerini tek elde toplayan bir insana nasıl güvenilir, ben anlamakta zorlanıyorum.
Karşıdevrime ve karşıdevrimcilerin erkine, gücüne (iktidarına) son verilmeden; Tam Bağımsız Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni savunan Atatürkçülerin erki kurulmadan, bu ülkede işlerin düzeleceğine, ancak kolayca aldatılabilenler (safdiller) inanırlar.
Saygın Öğretmenim Hami Karslı Beyefendi
Tokatlı, Niksarlı hemşerileriniz gibi ben de her yidgün (hafta), yurt sorunlarına ilişkin olarak, üstelik apak bir Türkçeyle yazdıklarınızı beğenerek okuyor, bilgileniyorum.
(İstanbul’dan, kimi başka yerlerden de okurlarınızın bulunduğunu biliyorum.)
Ülkemiz için geleceğimiz için düşündüklerinizin, önerdiklerinizin, yurt sevgisiyle devinen yüreğinizden taşan duygularınızın tümünü ben de paylaşıyorum. Atatürkçülerin “yeniden Anadolu Aydınlanma Devrimi” diyerek ayağa kalktıklarında, ülkemize yeniden bahar geldiğinde her tür yozlaşmanın görüntüsü de kokusu da yerlerini güzelliklere bırakacaktır diye düşünüyorum.
Bunun zor da olsa başarılacağını duyumsamak istiyorum.
Size en içten saygılarımı gönderiyor, gönenç diliyorum.
Tarık Konal / İstanbul