13 Nisan 2016

(Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 76. yıldönümü nedeniyle) “ANTİGONE’DEN MIZRAKLI İLMİHAL’E…”

ile Hami KARSLI

 

Yazının başlığını tırnak içine aldım. Çünkü bana ait değil!

Yalçın Kaya’nın, üst başlığı “Bozkırda Doğan Uygarlık” olan “Köy Enstitüleri” adlı iki ciltlik yapıtının alt başlığı “Antigone’den Mızraklı İlmihal’e” dir.

Köy Enstitüleri üzerine benim bildiğim 300’e yakın kitap, binlerce köşe yazısı yazıldı. Bunlardan birçoğu kitap, gazete kesiği olarak kitaplığımda var.

Günümüzde, köy enstitüleri üzerine yazılacak bir deneme için bence en uygun başlık bu cümledir diye düşünüyorum.

                       ***

Antigone, M.Ö. 5. Yüzyıl Atina’sında yaşayan Sophokles’in bir ağlatısıdır.(Tragedyası)

Dünya yazınının ilk direniş örneği kabul edilen bu ağlatı, bireysel özgürlüğe inanan Antigone adlı kahramanın, inançları ile devlet yasalarının çatışması sonucunda, devlet yetkesine (otoritesine) başkaldırışını konu edinir.

                         ***

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’da kurulmuştu.

Dönemin Milli Şef’i İnönü, “köy enstitülerini Cumhuriyet’in eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi saydığını” kendi el yazısıyla belirtmiş ve “Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim” diye söz vermişti.

  1. Asaf Aktan, “Canlandırıcı Eğitim Yolunda” adlı kitabında İnönü’nün köy enstitüleriyle ilgili bir anısından söz eder:

“İsmet Paşa Savaştepe’ye gelmişti. Kendisini tuğla ocağına götürüyorduk. Yolda giderken tepeden, şimdi anımsıyorum, Pamukçu’dan Hatice Kolukısa o gün galiba kümes nöbetindeydi., onu çağırdı; geldi ‘ne var torbanda?’ dedi. O da, ‘Torbamda peynirim, ekmeğim var, köftem var’ dedi. ‘Başka neyin var? Göster bakayım!’ dedi. Torbadan bir de Sophokles’in Antigone kitabı çıktı. Antigone’yi görür görmez İsmet Paşa’nın gözleri yaşardı. Yanındaki Abdurrahman Nafiz Gürman Paşa’ya, ‘Paşam, görüyorsunuz, bu klasikler daha yeni çıktı. Ankara’da bile okunmuyor. Benim çocuklarım okuyor. Köylümüz, şehirlimiz, generalimiz ne zaman kitabı da kumanyasına ekleyecek duruma gelirse o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş olur” dedi.

                           ***

Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun üzerinden 76 yıl geçti. Bu geçen süreyi en özlü (veciz) anlatan cümle “Antigone’den Mızraklı İlmihal’e…”cümlesidir.

Mızraklı İlmihal, 16. yüzyılda, kim tarafından yazıldığı kesin belli olmayan, İslam dininin ilke ve kurallarını anlatan bir kitaptır. Dini, Tanrı’yla kendi arasında ikili bir ilişki olarak gören dindarlar bu bilgilerden faydalanırlar.

Ancak “Mızraklı ilmihal”, eleştirel düşünceden rahatsız olanların; ulus yerine ümmet özlemi içinde olanların, “dindar ve kindar” insanlar yetiştirmek isteyenlerin; Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kör inançların bataklığında çırpınacak bir din devletine dönüştürmeyi düşünen dincilerin de başucu kitabıdır.

Dindar la dinci arasındaki ayırım, sanırım artık biliniyor.

                               ***

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yayılımcılığa (emperyalizme) karşı verilen bir savaşla kurulmuştu. Ancak, Ulusun büyük çoğunluğu ortaçağ koşullarında yaşıyordu.

1935 yılında 16 milyon civarında olan nüfusun 14 milyonu (%82’si) köylüydü.

Okul, öğretmen yok denecek kadar azdı. Üretim araçları ilkeldi. Halk ağaların, tefecilerin elinde sömürülüyordu. Doktor, ilaç, ebe, hemşire yoktu. Hastalar evliyanın, üfürükçünün, muskacının ellerine bakıyor, insanlar kör inançların bataklığında kulaç atıyorlardı. Bu ise Cumhuriyet’in felsefesine, içinde yaşanılan yüzyıla uymuyordu.

Halkın eğitilmesi, bilinçlendirilmesi, üretimin çağın koşullarına uydurulması, sömürüden kurtulması gerekiyordu.

1937 yılında, önce köylerde tek tük de olsa okur-yazar olup, askerliğini çavuş, onbaşı olarak yapan gençler 6-7 aylık eğitime alınarak “eğitmen” adı altında köylerine gönderildi. Eğitmenli okullar üç yıllıktı.

17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri yasası çıkınca, eğitmen kursları enstitülere bağlandı. 1937’de önce Eskişehir Çifteler, sonra sırasıyla İzmir Kızılçullu’da açılan, 1939’da sayıları 4’ü bulan eğitmen kursları köy enstitülerinin çekirdeği sayılır. 1936-1947 yılları arası eğitmen kurslarından 8 675 eğitmen yetişti.

Enstitülerin sayısı 1948’de Van Erciş’te açılanla 21’i bulmuştu.

Bu okullardan, kapatıldıkları 1953 yılı sonuna kadar 17 341 köy öğretmeni, 1 248 sağlık memuru diploma almıştır.

                                 ***

Köy enstitüleri her ne kadar 27 Ocak 1954’te 6234 sayılı yasayla Demokrat Parti tarafından kapatılmış olsalar da aslında, 1946 seçimlerinden sonra İsmet Paşa’nın Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u görevden almasıyla, bu kurumları nitelikli yapan özellikleri de yok edilmişti.

1946 yılı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir dönemeç noktasıdır.

Ülkemiz, Ulusal kurtuluş savaşıyla yurdumuzdan kovulan yayılımcılıkla (emperyalizmle) bu tarihten sonra, Marşal yardımı adı altında tekrar karşılaşacak, bugünlere gelişimizin temel taşları döşenecektir.

“1946’larda çok partili yaşama geçmemize sınıfsal temelleriyle baktığımızda fırsatçı, dışalımcı, dışsatımcı kârlarıyla zenginleşen gerici asalak bir sınıfın ortaya çıktığını görürüz.

Köy enstitülerinin dayanabileceği ilerici kadrolarının iktidar ağırlığı kaybolmuştu.

Ayrıca, enstitülerde yetişen öğretmenlerin, yeni oluşan gerici, asalak sınıfla uyuşması olanaksızdı.

Köy enstitüleri yasası, Meclis’in 426 üyesinden 278’inin oyunu alarak kabul edilmişti. Çekimser yoktu ama milletvekillerinden 148 tanesi meclise gelmemiş, oy vermemişti. Bunların içinde Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Yahya Kemal Beyatlı da vardı. Bunlar ve o zamanlar mecliste bulunan Emin Sazak gibi toprak ağaları, 11 Haziran 1945’te TBMM’ce benimsenen 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na da karşı çıkacaklar ve daha sonra da 7 Ocak 1946’da ‘Demokrat Parti’yi kuracaklardı.”

Köy enstitüleri daha kuruluşundan itibaren gericilerin boy hedefi olmuştu. 1943’te (kuruluşundan üç yıl sonra) Eskişehir Milletvekili Abidin Potuoğlu (ki kendisinin Sivrihisar’da büyük toprakları vardı) köy enstitülüler için “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafalarımızı keserler” demişti.

                             ***

Sonuç olarak köy enstitüleri:

            Atatürk Devrimi’ni Yurt bütününe yaymak için kurulmuş kurumlardır.

Eğitimde, kültürde bağımsızlığın en gerçek örneğini vermişlerdir.

İnsanı güçlendirmek, kendisini ve çevresini iyiye güzele, olumluya doğru değiştirmek amacında olan eğitimin en güzel örnekleri Köy Enstitüleridir.

Köy enstitüleri, öğrencileri de yönetime ve üretime katarak, onların tartışma ve eleştiri yapmalarına olanak sağlayarak demokratik bir düzen sağlamışlardır.

Türkiye için gerekli öğretmen tipinin, halkın kültür değerleriyle beslenmiş, iş içinde yoğrulmuş, köyün ve köylünün yaşamını her yönden iyiye doğru etkileyen öğretmen tipi olduğunu bu okullar kanıtlamıştır.

Eğitimin temelinin “iş” olduğu, sömüren – sömürülen çelişkisinin ne kadar önem taşıdığı, bu okullarda yapılan eğitim-öğretimle ortaya konmuştur.

… . . .

Hep sorarlar:

“Köy enstitüleri kapatılmasaydı ne olurdu?”

Bu sorunun en kısa ve doğru yanıtı:

Eğer Köy Enstitüleri kapatılmasaydı bugünkü karanlık Türkiye tablosu olmazdı!