15 Mayıs 2013

MARTILAR NEDEN AH EDER?

ile Hami KARSLI

 

Ne zaman canım sıkılsa, kendimi anlatmada yetersiz kalsam, aklıma Münir Nurettin Selçuk’un kendine özgü sesiyle söylediği bu şarkı geliyor. Sözlerini Nâzım Hikmet Ran’ın yazdığı, Mesud Cemil’in hicaz makamında bestelediği bu eski şarkı belleğimde neden böyle yer etti, bilmiyorum. Aslında ben “hicaz” dan çok “segâh” makamını severim. Segâhta var olan gönül üzgünlüğü (hüzün) insanın içine işler!

*

            Hani, Melih Cevdet Anday’ın o ünlü “Telgrafhane” şiirinde dediği gibi “… Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin/ Durmadan sesler alacak/ Sesler vereceksin/ Uyuyamayacaksın/ Düzelmeden memleketin hali/ Düzelmeden dünyanın hali/ Gözüne uyku giremez ki…/ Uyuyamayacaksın/ Bir sis çanı gibi gecenin içinde/ Ta gün ışıyıncaya kadar/ Vakur metin sade/ çalacaksın.”

Emekli olduktan sonra büyük kentlerin kargaşasından, gürültüsünden, patırtısından kaçıp dağ başında yaptırdığım ufak bir kulübede yaşıyorum.

Yanı başımdan akan küçücük derenin sabah sessizliğinde ancak duyulabilen şırıltısı, karşıdaki çam ormanında rüzgârın söylediği ezgiler, bahçemdeki çiçekler ve kuş evindeki minik serçeler bile içimdeki kaygıyı yok edemiyor.

Artık, yalnız geçecek akşamüstlerini iki tek rakıyla da karşılayamıyorum.

İlerleyen yaşım nedeniyle içki dokunuyor!

*

            Geçen hafta Zeyid Aslan’a yayımladığım açık mektuba gelen eleştiri yazıları (Tokat Haber’in WEB sayfasındaki yazımın altına yapılan yorumlar) beni düşündürdü.

Gerçek adları ve gerçek cinsiyetleri mi, bilemiyorum. Çünkü sanal ortamda bir “bay” bayan kimliğine, bir “bayan” da bay kimliğine bürünebiliyor.

Yorumculardan Mesude İleri şöyle diyor: (Yazıyı, yazım yanlışlıklarına dokunmadan aynen veriyorum)

 “BİR MEKTUPTA KAMERE YAZ ÖĞRETMENİM

Atatürk gelmeden önce kamerin ninesi hangi dedenin kaçıncı eşi, halası hangi şeyhin kaçıncı hanımıydı onu yermeyin o ifadeleri yerin kamerin sözleri hoşunuza gitti mi? Ben Zeyid Aslanın sözleri değil tavrıyla gurur duydum Sözlerini de kendisi yok sayıcı özür beyanıyla kabul etmediğini ifade etti. Bir anlık refleks ve öfke patlaması o sözler Ama o duygular Tokatımızın haksızlığa refleks olarak tavır koymasıdır.”

            Ben, Mesude İleri’nin yeterli tarih bilgisinden yoksun olduğunu düşünüyorum.

Cumhuriyet öncesi, İslam hukukuna göre, erkeklerin birden fazla kadınla evlenebildiklerini, kadının sosyal konumunun hiç de iç açıcı olmadığını ya bilmiyor, ya da bilmezden geliyor.

Bilindiği gibi eski Türklerin İslam dini etkisinde olmadıkları dönemlerde kadın, erkeğe eşit oranda saygı görür, aile tek evliliğe dayanırdı.

Türkler, İslamlıkla beraber, Arapların ilke durumundaki geleneklerinin (örf) de etkisine girdiler. Çok eşlilik, erkeğin karısını istediği zaman boşayabilmesi, kız çocuklarının kalıttan (mirastan) erkek çocuğa göre yarım pay alması, bir erkeğin tanıklığının iki kadının tanıklığına eş sayılması, kadının eğitim olanaklarından yeterli yararlanamaması, kafes arkasında dışa kapalı bir yaşam sürmesi söz konusuydu.

Kadının erkekle eşit konuma gelmesi, Atatürk İlke ve Devrimleri’yle gerçekleşmiştir.

Zeyid Aslan’ın tavrıyla gurur duyan bir insanı tanımlamayı okuyucularımın yargısına bırakıyorum.

*

            Zeyid Aslan’a yazdığım mektupta, aynı kentli olanlardan kimilerinin o kent için yüz akı, kimilerinin de yüz karası olduğunu yazmış; örnek olarak da, Cumhuriyet’i, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni, hukuku, hukukun üstünlüğünü savunan Anayasa Mahkemesi Eski Başkanlarından Sayın Yekta Güngör Özden’i yüz akımız; adına Tokat’ta vakıf kurulan Tokatlı Şeyhülislam Mustafa Sabri’yi ise, Tokat’ın yüz karası, hain, soysuz olarak nitelemiştim. Bu anlatımıma karşı çıkan Aysel Akar isimli okuyucu, bana karşı incelikli ve saygılı bir ifade ile, şu yorumu yapmış:

“Yanlı olmayın lütfen

Kendi düşüncelerinize yakın diye birini yüz akı, sizinle aynı kanaatte değil diye bir başkasını yüz karası hatta soysuz diye nitelendirmeniz hoş değil. Küfür kabul edilemez, doğru, ama hakaret de kabul edilemez. Saygılar…”

Farklı düşüncelerde ve farklı eylemlerde bulunan insanlar karşısında yansız olmak olası değildir. Çünkü insan iyiden, doğrudan, güzelden ve olumludan yanadır. (Sayın Aysel Akar’ın bu konuda 07.9.2011 günlü “Herkesi Seven Adam” başlıklı yazımı okumasını salık veririm. Yazıyı Tokat Haber’in WEB sayfasında bulabilir.)

 

Ben, Aysel Akar’ın Mustafa Sabri hakkında yeterli bilgisi olmadığını düşünerek, bu kişi hakkında kısa bilgi vermek istiyorum:

Bu kişi Damat Ferit Hükümetleri’nde Şeyhülislamlık yapan, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve Atatürk Devrimleri’ne karşı çıkan Tokatlı bir haindir.

Bu hain:

            Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılanları “Kudurmuş haydutlar” diye nitelemiş ve onlara karşı savaşırken öleceklerin “cennete gideceğini”  söylemiş;

            Mustafa Kemal için “Hilafet ve saltanatı kaldırarak ‘Sultan Osmanoğlu’nun makamına’ geçmek isteyen kişi” demiş;

            İngiliz Muhibleri (sevenler) Cemiyeti üyesi olmuş;

            Damat Ferit’i, Anadolu’da kurtuluş savaşı başlatanlara karşı sert önlemler almadığı için “aciz, bilgisiz, beceriksiz” bulmuş;

            Türkiye’yi parçalayan Sevr Antlaşması’nı imzalayan hükümette yer almış;

            İşgalci devletlerin kurdurduğu ve Kuva-yı Milliye karşıtı bildiri yayımlayan ‘Tealî-i İslam Cemiyeti’ nin yöneticisi olmuş;

            Türk ordularının İzmir’i kurtarıp, İstanbul’a yönelmesi üzerine Padişah Vahdettin’den ‘sadrazamlık’ isteyerek” Müslümanlardan ve Ermenilerden kuracağı bir ordu ile Türk ordusuna karşı savaşma isteği göstermiş;

            Ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca da oğlu, kızları ve damatlarıyla yurt dışına kaçmış;

            Ölünceye kadar yurt dışından Atatürk ve Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti karşıtı çalışmalar yaparak, tüm devrimlere karşı çıkmış Tokat’ın yüzkarası bir kişidir.

           

Atatürk Büyük Söylev’inde; Rauf Bey’e gönderdiği 21.2.1920 tarihli mektupta “… Bir yandan Zeynelabidin, Hoca Sabri, Sait Molla gibi kişilerin Padişahın isteğine dayanarak ve yalnız Ulusal Kuvvetleri ortadan kaldırmak amacıyla, her yerde kurmaya çalıştıkları “Tealiî İslam Cemiyeti” adı altındaki kuruluşlar, ulusal örgütlere açıkça saldırılara başlamışlardır”  diyerek bu kişinin hainliğini anlatır. (Söylev, TDK Yayınları,1978 Sayfa: 215 ve 281)

Hainliği Atatürk’ün söylemiyle de kesinleşen bu kişi hakkında T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nın yayın organı olan derginin 13. cilt, Kasım 1997 tarihli ve 39. sayısında yayımlanan Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu’nun çok geniş kapsamlı araştırma yazısı bulunmaktadır. Sayın Aysel Akar’ın ve konuya ilgi duyanların bu yazıyı okumaları aydınlatıcı olur.

*

            En basit yazım kurallarını bile bilmeyen, benim “Mustafa Sabri’nin kazûrâtı (dışkısı, pisliği) bile edemeyeceğimi” yazan, Yekta Güngör Özden’i “zalimlikle” suçlayan ve “mertliği ile nam salmış Zeyidimize laf ettirmeyiz” diyen, beni aşağılamaya çalışırken gülünç duruma düşen Osman Gazi Armağan gibilere gereken yanıtı okuyucuların vermesi gerekir diye düşünüyorum.

Ancak, WEB sitesindeki yazımı tıklayarak okuyan 400’ü aşkın okurdan sadece bir kişinin yazdıklarımı beğenmesi, benim gibi düşünenlerin toplumdaki sayısının çok da fazla olmadığını gösteriyor.

Ve bana yapılan bu küfürleri görmezden gelerek gazetenin WEB sitesine koyan gazete ilgilisine ise “pes” sözcüğünün dışında ne diyeceğimi bilemiyorum!