MUKAYYİD-ZADE Dr.ŞUAYİP HÜSAMETTİN ALPAR
Mukayyidler Niksar’ın soylu ve ünlü ailelerinden biridir. Bu ailenin bilinen –benim öğrenebildiğim- en eski üyesi Osman Zehnî Efendi’dir. Şakire isimli bir hanımla evli olan Osman Zehnî Efendi’nin çok okuyan-yazan bir insan olduğu, şiirle ilgilendiği bilinmektedir. Örneğin Rumî 1306 yılında (Miladî 1890) Haç’tan dönerken ölen arkadaşı Şöhretoğlu Hacı Salih Ağa için -tarih düşürmek amacıyla- yazdığı şiir Samsun’da bir cami avlusundaki mezarın kitabesindedir.
Osman Zehni ile Şakire Hanım’ın evliliğinden ikisi erkek birisi kız üç çocuk olmuştur(1). Büyük oğul Ahmet Rıfat Efendi 1883 yılında, kardeşi Süleyman Sami Efendi ise 1891 yılında doğmuşlardır.
21 Haziran 1934’de soyadı yasası çıkınca Ahmet Rıfat “Alpar” soyadını, kardeşi Süleyman Sami de “Betil” soyadını almışlardır.
Ahmet Rıfat Efendi, dava vekili olarak; Süleyman Sami Efendi de çok yönlü tüccar, esnaf olarak yaşamları boyunca hep ilgi odağı olmuşlar, yaptıkları işlerle, yetiştirdikleri çocuklarla ünlenmişlerdir.
Örneğin, Ahmet Efendi’nin üç oğlundan ikisi albay, birisi doktor olmuş, küçük kızı ise ateşelik yapmıştır. Büyük oğlu Kimya Mühendisi Albay Sabahattin Alpar, Harbiye’yi birincilikle bitirdiği için Atatürk tarafından bir altın saatle ödüllendirilmiştir.
Süleyman Sami Efendi’nin büyük oğlu Zihni Betil (isim nüfusta Osman Zehni olarak –dedesinin adı- geçmektedir.) uzun süre Tokat Senatörü olarak TBMM’de görev yapmış, küçük oğlu Mehmet Sezai Betil de Albay rütbesiyle emekli olmuştur.
Mukayyid (2) Ahmet Rıfat Efendi çok zeki bir insandır. Fötr şapka giyen, geniş omuzlu, orta boylu, atın üzerinde dimdik oturan, keyf ehli biridir. 1800’lü yılların sonunda ve 1900’lü yılların başında yaşamasına rağmen arkadaşlarından çok farklıdır. Tüm dogmalarla dalga geçen, eleştirel aklı, kör inançların önüne alan bir yapıya sahiptir. Zengindir. Çiftliğinde ikinci bir hanımı –nikâhsız- daha vardır. Çok hoşgörülü bir hanım olan asıl eşi Zekiye Hanım elleriyle hazırladığı mezeleri tepsilerle çiftliğe, eşinin içki masasına gönderir. Zekiye Hanım, müziğe yeteneklidir. Armonika çalmaktadır. Çocuklarına çok düşkündür. Onları çok temiz giydirmekte, yediklerine, içtiklerine özen göstermekte, dersleriyle ilgilenmektedir.
Ahmet Rıfat Efendi hukuku çok iyi bilmekte, tuttuğunu kopartmakta, aldığı davaları hep kazanmaktadır. Bu yüzden epeyce de düşman edinmiştir. Hatta, bir evi işgal eden bir muhacir ailesini evden çıkarttığı için 1926 yılında, Atatürk’ e bir mektupla şikâyet edilmiştir (3).
Ahmet Rıfat Alpar, bugünkü Akasya Lokantasının bulunduğu yokuşta at sırtında giderken geçirdiği kalp krizi sonucu ölür.
Şuayip Hüsamettin Alpar, Ahmet Rıfat Efendi ile Zekiye Hanım’ın beşinci çocuğu olarak Rumî 1338’de (Miladî 1922’de) Niksar’da, Kale’nin Kazancı Mahallesi’ne bakan tarafındaki bir evde doğdu. (Eski bir ermeni evi olan bu ev, 1941 yılında ihale ile satılır. Evi Cemal Tüfekçi alır.)
O yıllarda Niksar’da Ermeniler’le Türkler iç içe yaşamaktadır. Evlerinin hemen önünde Ermeni Tiferikler’in evi vardır. O tarihlerde iki farklı kültür bir potada eritilmiştir. Bir Çerkes kızı olan Anne Zekiye Hanım, tüm komşularıyla olduğu gibi, Tiferikler’le de çok iyi ilişkiler içerisindedir.
İki oğlu askerî okullarda okuyan Zekiye Hanım, küçük oğlu Hüsamettin’e çok düşkündür. Onun üzerine titremekte, ablaları Şerife ve Fahriye gibi onu da bir kız çocuğu gibi yetiştirmektedir. Bu nedenle küçük Hüsamettin’in arkadaşlarının çoğu kız çocuklarıdır. Erkek arkadaşı olarak Softaoğlu Cemalettin vardır. Mahallede, yaşıtı olan ve yaramazlıklarıyla ünlü Hacı Kâşif’in torunu Sabahattin Olcay ve arkadaşlarından farklı bir yapıya sahiptir. İlkokulu Niksar Gazi Ahmet Danişmend İlk Mektebi’nde bitiren Hüsamettin, ortaokul için Tokat’a gönderilir. Tokat ortaokulu o tarihte Sulusokak’tadır. Hakim Necati Öncül, Doktor Hüsnü Bozbeyoğlu ortaokuldan sınıf arkadaşlarıdır.
Şuayip Hüsamettin Alpar Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduğunda 24 yaşında, çok yakışıklı bir gençtir. Yıl 1946’dır.(4)
Dr. Hüsamettin Alpar Niksar’a gelir ve doğduğu büyüdüğü kentin insanlarına hizmet etmeye başlar. Sicil numarası: 5383’tür.
Resmi kayıtlarda onun Niksar’da serbest doktor olarak göreve başladığı tarih 19 Nisan 1948 olarak gösterilmektedir.
Almanya’da Würzburg Üniversitesi Dahiliye Kliniği’nde çalışmaya başladığında ise tarih 10 Eylül 1956’dır. Oradan ayrıldığı 26 Şubat 1962 tarihinde, Klinik Şefi Prof. Dr. E. Wollheim’in verdiği “Tanıklık Belgesi”nde şöyle denilmektedir: “. … Bu müddet zarfında muhtelif istasyonlarda, kabul istasyonunda, umumi kadın ve erkek istasyonlarında, intanî hastalıklar kısmında, hematoloji laboratuvarında ve bilhassa kliniğimizin verem kısmı ile röntgen kısmında faaliyette bulunmuştur. Dr. Alpar, bu zamanda dahili tıbbın her dalında, teşhis ve tedavi yoluyla kendini yetiştirme imkânlarını bulmuştur.
Dr. Alpar fevkalade bir gayretle, büyük anlayışla ve nadir bir itimatla çalışmıştır. Onun, dahili tıbbın bütün sahasında, bilhassa intani hastalıklar ve verem sahasında da kökten yetişmiş olduğuna kaniyim. Dr.Alpar’ın gayretli ve itimada şayan çalışmasıyla bizde kazanmış olduğu şahsî itimadım, kendisinin 1.10.1960’ dan, bizden ayrılışına kadar bir ilmî asistanlık kadrosunu işgal etmesi ile de ifade edilmiş oluyor. Dr. Alpar vatanına dönmek üzere bizi terk ediyor. Kendisinin dahili tıbbın esaslı bilgisini, veremin ve hematolojinin hususi araştırma metotları da dahil olmak üzere vatanına beraber götürdüğüne kani oldum. Bu bilgiler kendisine itimada şayan ve temiz karakteri ile birlikte istikbalde başarılı bir yol hazırlayacaktır”
Dr.Hüsamettin Alpar, Niksar’da doktorluk yapan ilk Niksarlı doktordur. Bu konuda çok eskiye dayalı bir araştırma yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Ancak benim kuşağımda olanlar Dr.Aziz Bey’in ismini çok duymuşlardır. Aziz Bey Niksarlı değildir. Ancak Niksar’da uzun süre kalmış hatta kızı Niksar Danişmend Gazi İlk Mektebi’nde öğretmenlik yapmıştır. O dönem de Keşfi Meydanı’ndaki Taş Bina’da, hükümet tabibliğinin bulunduğu bir sağlık merkezi vardır. Bu merkez sonraları Dr. Niyazi Göv döneminde Çilhane Camii’nin yanına taşınır. Benim kuşağım dispanser denilen bu sağlık merkezini çok iyi bilir.(5)
Bu merkezde Dr.Niyazi Göv’den sonra, Burdurlu Dr.Rıfat Karabacak, Alanyalı –“gavur” lâkaplı- Dr. İhsan Aral görev yapar. Dr. Hüsamettin Alpar, Dr. İhsan Bey’den sonra atanır. Hüsamettin Bey’den sonra o dispanserde yedi çocuklu Dr.Lütfi Altan, Dr. Necati Yeşilova (Niksar’da çalışan 2. Niksarlı doktor) ve Dr. Daim Diricanoğlu gibi isimler görev yapar.
Dr.Hüsamettin Alpar’ın ilk muayenehanesi, orta çarşıda, Nalbantlar Camii’nin karşısında bulunan Softaoğlu Hacı Ahmet Efendi’nin mağazasının üzerindedir.
Almanya’da ihtisas yapıp döndükten sonra, Keşfi Camii arkasında (Şimdi Tuğlu’nun aygaz bayii olan yer) bir muayenehane açar. Yıl 1960’tır. Üç dört yıl sonra orası yanınca Kepçeli Çeşmesi’nin üst yanındaki Nalbant Hüseyin Dinçer’in dükkanının yerine taşınır ve ölünceye kadar da orada hastalarını kabul eder. (Nalbant Hüseyin Dinçer’in dükkanının yerinde eskiden Mukayyidlerin konağı vardır. Bu konak zelzelede tahrip olmuş, sonra da yıktırılmış, arsası Hüseyin Dinçer’e satılmıştır.)
Niksar halkı, hemşerileri olan Dr.Hüsamettin Alpar’ı çok sever. Bu sevginin altındaki ana etken, Hüsamettin Bey’in Niksar’ı ve Niksarlılar’ı çok sevmesidir.
Bugün, Şıhlar Yaylası’nda bulunan bir çam ormanına “Doktorun Çamlığı” derler. Bu ismin verilmesinin nedeni, Hüsamettin Alpar öğrenci iken yaz aylarında orada ders çalıştığı içindir.(6)
Niksar Halkı, Dr. Hüsamettin Alpar’ın çok iyi bir doktor olduğuna yürekten inanmıştır. Bunun birçok nedeni vardır. Başlangıçta Niksarlı hastalar, küçük bir ilçe doktorunun kendilerine koyduğu teşhis ve uyguladığı tedaviye şüphe ile bakmışlar, ancak gittikleri büyük kentlerde, büyük hastanelerde, isimlerinin başında prof. ünvanı olan doktorların da aynen Hüsamettin Bey gibi teşhis koyup tedavi yöntemleri uygulamaları karşısında, Hüsamettin Bey’e güvenmemenin utancını yaşamışlardır.
Dr. Hüsamettin Alpar mesleği ile ilgili tüm gelişmeleri yakından takip eden ve hastalarına bu gelişmeler açısından yaklaşan bir hekimdir. Örneğin, herhangi bir hastalık için yurt dışında uygulanan ancak henüz ülkemize girmemiş olan ilâçları, tedavi şekillerini yakından bilen bir hekimdir.
Dr. Hüsamettin Alpar, Niksar’ı ve Niksarlı’yı çok iyi tanıyan birisidir. Tüm yerli aileleri kökenleriyle, geçirdikleri hastalıklarla bilen ve bu yüzden de onların rahatsızlıklarına bu açıdan yaklaşan bir hekimdir.
1980’li yıllarda Niksar’dan ayrılan Kaymakam Ahmet Karabilgin’e bir veda ziyafeti verilmektedir. Kurulan uzun masada oturan Hüsamettin Bey, lokantanın kapısından içeri giren Şevket Tahmisçioğlu’nu (Kör Şevket) görür. Oradakilere: “Niksar’da 29 Şevket vardır” der ve saymaya başlar: “..Tahmisçioğlu Kör Şevket, Çekenoğlu Şevket, Patoğlu Şevket, Ekmekçi Şevket, Kamışlılı Şevket, Beğlerin Şevket Küpelioğlu Şevket, Cebecioğlu Şevket,….”
Çalıştığı yöredeki insanları tek tek adlarıyla, sanlarıyla tanıyan kaç hekim vardır?
Hüsamettin Alpar, neşeli, sempatik, espirili ve son derece yardımseverdir. Doktorluğunun dışında öğrenci gençlerle de ilgilenir. Arkadaşım Aydın Küpçü, 1952-53’te bazı arkadaşlarıyla beraber Hüsamettin Bey’den Fransızca dersleri aldığını anlatmıştı.
Bir hekimin yaşadığı coğrafyadaki insanların kökenlerini bilmesi büyük önem taşır. Dr. Hüsamettin Alpar Niksar’ın -köyleriyle beraber- hastalık haritasını en iyi bilen birisidir.
Tüm yaşamı boyunca muayene ettiği hastaların sadece varlıklı olanlarından para alan, fakir fukara hastalardan bırakın para almayı, onlara gerekli ilaçları ücretsiz olarak veren bir yapıya sahiptir. Hüsamettin Bey, dostluk ilişkileri içerisinde bulunduğu insanlara verdiği tıbbî yardımlardan da kesinlikle para almamıştır. (Daha sonraları Niksarlılar, para almadan kimseyi muayene etmeyen bir hemşerileri doktorla karşılaşacaklar ve Hüsamettin Bey’i şükranla anacaklardır.)
Galiba ortaokul 1. sınıftaydım. Bir yaz gecesi kardeşim Sami hastalandı. Ateşler içerisinde yanıyor, bazen yatakta doğruluyor “geliyorlar, geliyorlar” diye bağırarak hallusilasyonlar görüyor, anneme sarılıyordu. Babam, mağazamıza mal getirmek için Samsun’a gitmişti. Annem beni Dr. Hüsamettin Bey’e gönderdi. Çantasını kapıp gelen Hüsamettin Bey o gece ve ertesi iki gün uzun süre kardeşimin başında bekledi. Kendi eliyle ilaçlar verdi. Sami kendisine gelince, anneme “Hayriye Abla büyük geçmiş olsun. Artık korkulacak bir şey kalmadı” dedi ve gitti.
Niksar’da tüberküloz vakalarının çokça görüldüğü o yıllarda, gelen hastaları muhakkak aynadan geçirirdi. (Halk, akciğerleri görmek için kullanılan skopi isimli alete “ayna” derdi.) Muayenesinde çok titiz davranırdı. Ailelerin kalıtımsal rahatsızlıklarını bildiği için yeni evlenen çiftleri bu konuda uyarırdı.
Dr. Hüsamettin Alpar, sadece Niksarlılar’ın değil çevre il ve ilçelerde yaşayan insanların da çok sevdikleri güvendikleri bir hekimdi. Hükümet tabibliği yaptığı dönemde yanında çalışan personelini hep korumuş onlara maddi ve manevi yardımlarda bulunmuştur. Ancak görevini aksatan personeli de cezalandırmayı ve disipline etmeyi ihmal etmezdi. Örneğin gezici sağlık memurlarının aylak aylak oturmalarına müsaade etmez onları sağlık taramaları için köylere gönderirdi.
Hiçbir haksızlığa göz yummazdı. Niksar’da doktorluk yapan göğüs hastalıkları uzmanı Fevzi Muslular, Ünye Hamamı’nın üzerindeki muayenehanesine “dahiliye mütehassısı” diye levha asınca, onu uyarmış, levhadaki unvanını değiştirmesini ve doğrusunu yazmasını istemiştir. Dr.Muslular bunu yapmayınca, levhayı mahkeme kararı ile indirtmiştir.
Hüsamettin Alpar çok okuyan bir insandı. Okuması sadece mesleği ile ilgili değildi. Edebiyatla da ilgilenir, hatta şiirler –çokça taşlamalar- yazardı.
Hüsamettin Bey’in Niksar’da serbest doktorluk yaptığı dönemde bir ara Niksar Hükümet Tabibliği boşalır. Aradan birkaç gün geçince sağlık merkezine üstü başı düzgün bir adam gelir ve kendisini yeni atanan hükümet tabibi olarak tanıtır. Çok ciddi görünümlü, disiplinli bir adam olan bu zat, orada çalışanların ayak ayak üzerine atmalarına bile müsaade etmez. Onlara bağırır, azarlar. Bir iki hastaya bakar, reçete bile yazar. Hüsamettin Bey’in yanında çalışan sıhhıyeci lakaplı Durmuş Canik’i kefil yaparak esnaftan alış-veriş yapar. Veresiye otelde yatar, lokantada yemek yer. Kısa bir süre Hüsamettin Bey’i de ziyaret edip çayını içer. Sonra ortalıktan kaybolur. Bu adamdan şüphelenen Hüsamettin Bey onun izini sürerek Ordu civarında adamı yakalattırır. Adam, kendini doktor olarak tanıtan bir sahtekârdır.
5 Aralık 1987 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi nedeniyle kaybettiğimiz Dr.Şuayip Hüsamettin Alpar’ın 21 Ocak 1966’da evlendiği ilk eşi Mihrinur Hatice Hanımefendi’den olma bir kızı vardır. Yurt dışında diş hekimi olarak çalışan Berna Hanım 18 Aralık 1966 doğumludur.
Hüsamettin Alpar daha sonra 20 Ekim 1973 tarihinde, Öğretmen Mahmut Halis Özden Bey’in kızı Günal Hanım’la evlenmiştir.
Niksar’a, Niksarlıya verdiği hizmetlerle tüm kent sakinlerinin gönlünde taht kuran Sevgili Hüsamettin Alpar Ağabey ışıklar içinde yat!
D İ P N O T L A R :
(1) Zehni ile Şakire evliliğinden doğan üç çocuktan en küçüğü Şefika’nın Niksar Nüfus Müdürlüğü kayıtlarında babası Osman Vehbi olarak yazılıdır. Zannımca bu kayıtlarda bir hata var. Zehni ile Şakire’nin çocukları ve torunları şunlardır: l.Büyük oğul Ahmet Rıfat Alpar (Zekiye Hanım’la evli)Beş çocuklu(Çocuklar büyükten küçüğe doğru: Şerife Aşkın(Eşi Refik), Ömer Sabahattin Alpar, Fahriye Alpar, Celal Alpar, Şuayip Hüsamettin Alpar Türkân Alpar) 2.Oğul Süleyman Sami Efendi(Nazile Hanımla evli)(Çocuklar büyükten küçüğe doğru:Zihni Betil, Şakire Bilge(Sağlık Memuru Nuri Bey’le evli), Mehmet Sezai Betil, Mecbure Bayrakçıoğlu(Eşi Nâsır Bayrakçıoğlu 3. Kız Şefika Ünver (Eşi Küpçüoğullarından İlhami Ünver)(Çocuklar büyükten küçüğe: Hilmi Ünver, Zekiye Özdemir)
(2) “Mukayyid” sözcüğü Arapça bir sıfattır.”kayd” dan geliyor.”kaydeden”, ”kayıt memuru” anlamında kullanılıyor.
(3) Bu şikâyet dilekçesini ve ekindeki fotoğrafı, Devlet Arşivleri’nde, Niksar’la ilgili belgeleri tarayan arkadaşımız Sevgili Hasan Akar’dan aldım.
(4) Bu yazının yazıldığı tarihte 86 yaşında olan ve Hüsamettin Alpar’ın ilkokul 4. sınıfa kadar beraber okuduğu sınıf arkadaşı Hacı Kâşifler’in Sabahattin Olcay’ın ifadesine göre Hüsamettin Bey Ankara Tıp Fakültesi’ni okulun 10. öğrencisi olarak bitirmiş. (Yani diploma numarası 10 muş.). 1980 Büyük Tıp Almanağı s.57’de Dr. Hüsamettin Alpar hakkında bilgi verilmektedir. Bu kaynaktan onun Almanca ve Fransızca’yı iyi derecede bildiğini öğreniyoruz.
(5) “dispanser” Fransızca bir sözcüktür. Ayakta tedavi edilebilecek hastalara parasız bakılan ve ilaç verilen yer anlamındadır. Çilhane Camii’nin bitişiğindeki (kabukluktaki) Dispanser’in yeri önceleri Dilli İbrahim’in çay ocağıdır.1939 depreminden sonra Keşfi Meydanı’ndaki Taş Bina’da bulunan sağlık merkezi (Hükümet Tabibliği) buraya taşınır.(Daha sonraları Hükümet tabibliği, Çilhane Camii’nin yanından, şimdiki İlçe Tarım Müdürlüğü’nün yerine, oradan tekrar Kabukluktaki yere, oradan da sırasıyla orta çarşıda Reşadiyeli Rahmi Efendi’nin dükkanının üstüne, oradan Sabri Yücel’in dükkanının üstüne, oradan Raşit Uslu’nun binasının üstüne, oradan da (1958’de) şimdiki devlet hastanesinin yerindeki ilk sağlık ocağına taşınır. Bu sağlık ocağı 1972’de Niksar Devlet Hastanesi olur. Alt tarafa yeni sağlık ocağı yapılır.
(6) Eskiden Niksar’daki zâdegân aileler yaz aylarını Niksar’ın civarındaki yaylalarda geçirirdi. Mukayyidler genelde Şıhlar Yaylası’na çıkar “Öküzpınarı” denilen yerde kalırlardı. Şıhlar Köyü’nün efsanevi ağası Emin Ağa Niksar’dan gelen bu eşrafa kolaylıklar gösterir ev sahipliği yapardı. Emin Ağa da Niksar’a indiğinde el üstünde tutulurdu.