3 Ağustos 2012 tarihli Cumhuriyet’te okuduğum bir haber beni yıllar öncesine götürdü.

Türkiye’nin birçok kentinde gerici eğitime karşı yoksul aile çocuklarına eğitim veren Halkevleri, İstanbul’da 12 ilçede“Geleceği karanlığa bırakma, çocuklara kucak aç” adıyla eğitim kampı düzenliyormuş.

Şimdiye dek yaklaşık 700 öğrencinin eğitim aldığı yaz okulunda çocuklara üniversite öğrencileri ve gönüllü öğretmenler tarafından ritim, matematik, evrim, satranç, sinema, tiyatro ve felsefe dersleri veriliyormuş

Bir Halkevi ilgilisi, 4+4+4 eğitim sisteminin yürürlüğe girdiği bir dönemde Halkevleri olarak alternatif (onun yerine geçecek başka bir seçenek) eğitim programı uyguladıklarını anlatarak: “Gericiliğin ciddi anlamda örgütlendiği mahallelerde halkın önüne çocuklarını Kuran kursuna yollamaktan başka seçenek yok. Bu seçeneğe karşı aydınlanmacı seçeneği oluşturmaya çalışıyoruz” diyor.

*

Bilindiği gibi, 1932 yılında, Atatürk’ün isteği ile kurulan ve ülkenin her tarafına yayılan Halkevleri çok önemli kültür kurumlarıydı.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra halk eğitimiyle en çok uğraşan kurumlar özellikle “Türk Ocakları” ve “Millet Mektepleri” olmuştu.

Türk Ocakları “kitap ve dergi yayıncılığı, kütüphaneleri, dil ve edebiyat çalışmaları, köycülük, kır gezileri ve sportif etkinlikleriyle” halk eğitiminde önemli bir yere sahipti. 1929 yılında açılan Millet Mektepleri ise “halka yeni harflerle okuma-yazma öğretmek amacıyla kurulmuş, yeni harfler yaygınlaşıp, okuma-yazma öğrenenler belli bir düzeye yükselince” kapanmışlardı.

Halkevlerinin açılmasının, siyasi ve kültürel olmak üzere iki nedeni vardı:

Siyasi neden, Türk Ocakları’nın gitgide Turancı görüşlerle devletin dış politikasına zarar vermeleriydi.

Örneğin; Türk Ocakları merkez binasının mimarı Arif Hikmet Koyunluoğlu’nun belirttiğine göre Azerbaycan Elçisi İbrahim Abilof’un Atatürk’e “Paşam, biz sizinle dostuz. Kurtuluş Savaşı’nda bu dostluğu ispatladık. Para, silah yardımı yaptık. Ancak Türk Ocağı’nda dostluğa yakışmayan bazı olaylar oluyor. Burada Türkistan’ı alacağız, Azerbaycan’daki Türkleri kurtaracağız diye konferanslar veriliyor. Bu dostluğa yakışmaz, bunun önlenmesini istiyoruz” şeklinde eleştiride bulunmuştu.

Kültürel neden ise, Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan devrimlerin halka tam olarak anlatılıp, mal edilmesi düşüncesidir.

19 Şubat 1932 tarihinde kurulan Halkevleri, 11 Ağustos 1951’de, Demokrat Parti tarafından kapatılmış, binalarına, tüm mal varlıklarına el konularak hazineye devredilmiştir.

19 yıllık bu dönemde Halkevleri 478 şube ve 4322 halkodası ile 10 milyon 73 bin 153 kişinin okuma-yazma öğrendiği, Cumhuriyet devrimlerinin halka anlatılarak halkın aydınlatıldığı bir adres olmuştur.

*

Niksar Halkevi 23 Şubat 1936’da (1), “yıllığı 100 lira icarla bir bina bulunarak” açılmıştır.

Halkevleri çalışmalarını, kurulan 9 şube ile yürütüyordu. Bu şubeler, dil, edebiyat, tarih; güzel sanatlar; temsil; spor; sosyal yardım; halk dershaneleri ve kurslar; kütüphane ve neşriyat; köycülük; müze ve sergi şubesi adlarını taşıyordu. Her şubenin kendi içinde bir başkanı ve örgütlenmesi vardı.

Halkevi başkanı Mustafa Özden’di. (2)

 Kuruluşundan itibaren ilk 8 aylık çalışma raporuna baktığımızda, Niksar Halkevi’nin ne denli hızlı çalıştığını ve ne denli büyük işler başardığını görürüz.

O günlerden bugüne kalan en önemli belge, Niksar Halkevi Kütüphane ve Neşriyat Şubesi’nin ilk sayısını 1936 Ağustos’unda çıkardığı ve 6 sayı devam eden Ülker Dergisi’dir.

Dergi’nin yazı işleri müdürü Doktor Aziz Ülker’dir.(3) Aziz Bey aynı zamanda Halkevi’nin Sosyal Yardım Kolu başkanıdır.(Hep, dergiye verilen Ülker adı, Aziz Bey’in soyadından mı kaynaklanıyor, diye düşünmüşümdür. H.K.)

Ülker Dergisi’nin 4. sayısında Necati Elgin imzasıyla yayımlanan ilk 8 aylık çalışma raporunda:

  1. Halkevinde çeşitli konulara ait –özellikle Türk devrimiyle ilgili- 16 konferans verildiğini, bu konferanslara 1900 yurttaşın katıldığını;
  2. Başkanı Turgut Baykal olan Ar kolunun (Güzel sanatlar), ulusal şarkılar söylenen 5 müzik gecesi düzenlediği, Şair Emrah için ayrıca bir gece düzenlenerek, şairin şiirlerinin okunduğu, edinilen bir piyano ile keman eşliğinde konserler verilmek için hazırlık yapıldığını, Gösterit (temsil) kolunun sahne perdelerinin Turgut Baykal tarafından yapıldığını;
  3. Başkanı Kadir Karslı olan Gösterit kolu’nun sekiz ay içerisinde Mavi Yıldırım, Kozanoğlu, Himmetinoğlu, Canavaradlı 4 oyun sahnelediğini; (Bunlardan ikisinin halka parasız, diğer ikisinin de kente gelen göçmenlere yardım amaçlı sergilendiğini;)
  4. Spor kolunun Niksar’ın gençlerini Halkevi’nde toplayarak ‘spor teknikleri’ üzerine eğitim verdiğini; Niksar İdman Yurdu ile işbirliği yaparak, tanışmak, kaynaşmak amacıyla Ünye Sporcularını Niksar’a davet ettiklerini ve bir maç yaparak berabere kaldıklarını, Tokat’a gidilerek federasyona bağlı kulüplerle karşılaşmalar yapıldığını ve mıntıka ikinciliği kazanıldığını;
  5. Başkanlığını Dr. Aziz Ülker’in yaptığı Sosyal Yardım kolunun, ilçemize gelen göçmenlerle(4) ilgili olarak toplantılar yaptığını, onlar için ev araç gereçleri temin edildiğini, parasal destek sağlandığı ve bir ay boyunca onlara sıcak yemek verildiğini;
  6. Halk Dershaneleri ve Kurslar kolunun biri cezaevinde, diğer ikisi de okullarda olmak üzere, yetişkin kadın ve erkeklere halk dershaneleri açarak bunların tüm gereksinimlerini karşıladığını;
  7. Kütüphane ve neşriyat kolunun ilk 8 ayda 500 kitaplık bir kütüphane kurduğunu, bunun halka açıldığını, ayrıca aylık, 8 sayfalık ‘Ülker’ isimli bir dergi çıkardığını;
  8. Köycülük kolunun, köylülerin kasabadaki işlerini takip etmek üzere iki kişiyi görevlendirdiğini, Cumhuriyet Bayramı’nda onlar için özel bir gece düzenlendiğini, onlara devrimle ilgili konuşmalar yapıldığını, ‘tütüncülük’ hakkında ayrıca bir konferans verildiğini öğreniyoruz.

 

Niksar Halkevi bu çalışmalarının dışında, yerli mallarından oluşan bir piyango düzenleyerek elde ettiği geliri yoksullara dağıtmıştır.

Ayrıca Tokat Ortaokulu’nda iki Niksarlı yoksul çocuk okutularak 80’er lira olan pansiyon ücretleri ve giyim-kuşam, ders araç ve gereçleri karşılanmıştır.

Çalışma raporundan öğrendiğimize göre, Niksar Halkevi 6 lambalı ve gramofonlu bir radyo getirerek halkın bu yoldaki ihtiyacına da cevap vermiştir.

Bütün bunlar yapılırken Niksar İlçebay’ı (Kaymakamı) Pertev Balmumcuoğlu ve CHP İlçe Başkanı Şükrü Turan Halkevine yardımcı olmuşlardır.

Niksar Halkevi’nden bir başka yazıda tekrar söz edeceğim.

 

 

 

D i p n o t l a r:

 

(1)Bu tarih, temeli ‘Jülyen Takvimi’ olan Rumi takvim tarihidir. Mali takvim de denilir. Miladî takvime göre 13 gün geriden gelir. Yılın başlangıç ayı mart’tır. Ekim ayına teşrîn-i evvel, kasım’a teşrîn-i sâni, aralık’a kânûn-u evvel, ocak’a kânûn-u sâni denilir. Şubat Rumî takvimin son ayıdır.

 

(2) Mustafa Özden, Mukayyitler’den Sabri Özden’in büyük oğludur. Kepçeli Çeşmesi’nin karşısında hırdavat dükkânı bulunan Sabri Özden’in iki oğlu vardır. Küçük oğlu Selahattin Özden müteahhitlik yapan bir inşaat mühendisidir. Çok kısa evli kaldığı ilk eşi Dr. Hüsamettin Alpar’ın kız kardeşi Türkân Hanımdır. İkinci eşi ise Rize Çayeli Kız Sanat Enstitüsü Öğretmeni Keriman Hanım’dır. Bu evliliğinden üç çocuğu olmuştur. Bugünkü Niksar Evi’nin yeri Sabri Özden’e aitti. Selahattin Bey buraya ağabeyi Mustafa Özden için yeni bir ev yapmıştı. Niksar Evi bu evdir. Mustafa Özden Niksar Halkevi’nin ilk başkanıdır. Eşinin adı Saliha’dır. Niksar’da CHP İlçe Başkanlığı yapmış 1947’de ayrılınca CHP İlçe Başkanı Kadir Karslı olmuştur. Mustafa Özden’in Yaşar ve Müşerref isimli iki kızı vardı. Yaşar, Necmettin Özbay’la, Müşerref ise Salih Saraç’la evlenmiştir.

 

(3)Dr. Aziz Ülker, Niksar’a gelen ilk sivil doktordur. Seferberlik günleri öncesi ve sonrası Niksar’da hastane olarak kullanılan bazı evlere askerî doktorlar gelmişler ama uzun süreli kalmamışlardır. Aziz Bey’in halk arasındaki lakabı “Deli Doktor” dur. Niksar’a geliş yılı muhtemelen 1933’tür.

 

(4)<Cumhuriyet döneminin en önemli ve en yoğun göç hareketi 1922 yılında imzalanan Lozan Anlaşması hükümleri uyarınca gerçekleştirilen Türk-Yunan halkları değişimidir.  Bu değişim sonucu 100 bin Türkiyeli Rum Yunanistan’a gitmiş, yaklaşık 100 bin aileye mensup 400 bin Türk de Anadolu’ya göç etmiştir.  Yunanistan ve Balkanlardan gelen göçmenlerin malları ve yerleştirilmelerine ilişkin olarak çıkartılmış olan kanunlar doğrultusunda,  “Mübadil” olarak tanımlanan göçmenler Anadolu’dan Yunanistan’a gönderilen Rumların bıraktıkları evlere, ticarethanelere ve topraklara mesleklerine göre yerleştirilmişlerdir.  Bu göç hareketi 1949 yılına kadar devam etmiştir.