“ÖLDÜRÜLEN GAZETECİLER GÜNÜ”
24 Ocak’ta, yurdumuzun çeşitli yerlerinde toplantılar yapılarak 1993’te hain bir şekilde katledilen “Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik, antiemperyalist, özgürlükçü, insan hakları savunucusu, bağımsız Türkiye’den yana, yobazlara, hırsızlara, vurgunculara, çıkarcılara karşı olan” sevgili Uğur Mumcu anıldı.
Bu konuda, daha önce yazdığım bir yazıda şöyle demiştim: Ne kadar acıdır ki, bu topluma unutulmaz hizmetler veren birçok değerli insanı, onları kaybettiğimiz tarihlerin yıldönümlerinde tek tek anma ve onlara duyduğumuz minnet ve şükran duygularımızı ifade etmek artık olası değil. Çünkü kayıplar takvimine baktığımızda, eğer tek tek anmış olsa idik, hemen hemen her gün kendilerine çok şeyler borçlu olduğumuz birçok büyük insanı anmak için sürekli toplantılar düzenlememiz gerekecekti.
1993 yılının 24 ocak’ı üzerinden 18 yıl geçti!..
Birer birer düşen takvim yaprakları bize daha güzel, daha gönençli günler getirecek diye boşuna bekledik. Şimdilerdeyse bir zamanlar sağ partilerin arka bahçesi olarak görülen imam hatiplerden yetişen bazıları, şimdi iktidar koltuğundan ülkeyi, sonu bilinmez karanlıklara mı sürüklüyorlar diye kendi kendime sormadan edemiyorum.
Bizi, kendileriyle eşit koşullarda almayacaklarını her fırsatta söyledikleri halde Avrupa Birliği kapısında sürekli kan kaybediyoruz.
1923 devrimi ile kazandıklarımızı birer birer elden çıkarıyoruz.
Atatürk döneminin onurlu ve aydınlık dış politikası yerine Amerika’nın güdümünde bir dış politika; Atatürk döneminin bağımsız ve kimseye el açmayan ekonomik politikaları yerine IMF’ nin emirlerini kayıtsız şartsız uygulayan, neredeyse gelirinin yarısını borçlarının faizine yatıran bir ekonomik politika izliyoruz.
Meclis’in çoğunluğunu ele geçiren bir siyasi iktidarın uygulamalarıyla adım adım laik, bağımsız cumhuriyetten nereye gidiyoruz? Şeriatçı, bağımlı bir din devletine mi? Değilse nereye?..
Çiftçisi bitmiş, memuru borç yükü altında intihara giden, esnafı kepenk kapatan, aydınları hapsedilmiş bir Türkiye’de yaşıyoruz.
Tabii buna yaşama denilirse!…
Cumhuriyet döneminde bir örneği daha görülmeyen bir siyasî kadrolaşma ile üniversiteleri, mahkemeleri, okulları, tüm devlet daireleri huzursuz edilen bir ülke haline geldik!
Bir iki istisnası dışında, mütareke dönemi basınını anımsatan bugünkü basına ve adeta bir şeriat devletinin televizyonuna benzeyen bugünkü devlet televizyonlarına baktıkça, düşündüğünü korkusuzca yazan, halkın çıkarlarına ters düşen her türlü olumsuzluğun üzerine yılmadan giden Uğur Mumcu gibi yazarları daha çok arıyoruz.
Geçmiş yıllarda yapılan bir anma toplantısında Uluslararası PEN Kulüpleri Federasyonu Türkiye Merkezi Genel Başkanı Üstün Akmen, Mumcu’nun gazeteci olarak varlığına duyulan ihtiyacın, bugün daha iyi anlaşılmakta olduğunu vurgulayarak şunları söylemişti: “ Kalabalıklar tarafından sevilen, fikirleriyle, davranışlarıyla toplulukların önünde yürüyen, bağımsız düşünceli üniversite hocaları, gazeteciler, sendikacılar, avukatlar, savcılar ve doktorlar yakın tarihimiz içinde kurşunla, bıçakla, bombayla birer birer yok edildiler. Ölümlerine ilişkin soruşturmalar birbirlerine şaşılacak derecede benziyordu. Anlaşılmaz bir güç soruşturmalara sızdı, mahkemelere hükmetti. Tanıklar susturuldu, zanlılar nedense bulunamadı, belgeler tahrif edildi, tarihlerle, sayılarla oynandı. Suçları en açık, en kesin olanlar bile beraat ettirildi. Katillerin bazıları, sahte pasaportlarla yurtdışına gönderilip, devlet tarafından ‘istihdam’ edildi. Bunların, daha sonra yine devlet çarkının başına oturtularak itibarlı iş adamına dönüştürüldüğüne tanık olduk. Hatta ve hatta ‘devlet için kurşun atan kahraman’ payesiyle taçlandırıldıklarına ağzımız bir karış açık, gıkımız çıkmadan tanık olduk.”
Uğur Mumcu ve öldürülen diğer aydınlar için “Onlar fikirleriyle bizim içimizde yaşıyor” düşüncesinin, artık yetmediğini ifade eden Sayın Üstün Akmen, 24 Ocak gününün, dünyanın her noktasında öldürülmüş yazarları bir arada anmak amacıyla “Öldürülmüş Yazarlar Günü” olarak kabul edilmesini istemişti.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1996 yılında “6 Nisan” tarihini “Öldürülen Gazeteciler Günü” olarak kabul etti. Çünkü Türkiye Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan Fehmi 6 Nisan 1909’ da Galata Köprüsü üstünde kurşunlanarak öldürülmüştü. O günden bugüne 90 civarında gazeteci öldürüldü. Bunların içinde yakından tanıdığım Turan Dursun, Onat Kutlar, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve 1980’de öldürülen okul arkadaşım Garip Tatar’ın (Ümit Kaftancıoğlu) kayıpları beni çok derinden sarsmıştı.
Aslında toplum vicdanında yara açan, iz bırakan olumsuz olayların yıldönümleri, ağlama, sızlama, nutuklar atmalarla değil; ülkemiz, ulusumuz için iyiye, güzele, doğruya doğru neler yapabileceğimizin tartışılacağı ve alınan kararların yaşama geçirileceği günler olmalıdır.
Devamlı söylüyoruz, iktidarı ele geçiren bir siyasi parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarında kadrolaşmasını tamamladı. Düşünün siyasetin hiç girmeyeceği Türkiye Bilimsel Araştırmalar Kurumu’nda bile din esaslarının geçerli kılınacağı algılamasına yol açacak bir yapılanmaya gidildi. Sağlıkta, özellikle eğitimde iktidarın neler yaptıkları gözler önünde.
Acaba bugünlerde de kimseden korkmadan, çekinmeden açıkça 1923 devrimlerini yıkmak, Lozan yerine Sevr’i geri getirmek için çalışmalar mı yapılıyor?
Kanımız, canımız pahasına elde ettiğimiz tam bağımsızlığımız açıkça deliniyor. Yabancılar, mahkemelerimize, üniversitemize, ordumuza, akla gelen her şeyimize pervasızca karışıyorlar. Ve Yüce Mustafa Kemal Anıtkabir’den hüzünle bu manzarayı seyrediyor.
Bu iktidara oy vermeyen kesim nerede, ne yapıyor, neden bir araya gelip bu gidişe dur demiyor? İşte zurnanın “zırt” dediği delik burasıdır.
Bu ülkeyi, bu ulusu gerçekten sevenlerin şapkalarını önlerine koyup düşünecekleri, tartışacakları ve ne yapmalarına karar verecekleri konu budur.