PARTİLER VE SEÇİM
PARTİLER VE SEÇİM
(Demokrasi mi, oligarşi mi?)
Demokrasi, en basit tanımıyla, toplumsal bağlayıcılığı olan kararların, o kararlara uyması beklenen ya da zorlanan kişilerin iradesini yansıtacak biçimde oluşturulduğu bir yönetim şeklidir.
Halkın yönetimsel kararları, halk oylaması yoluyla bizzat belirlemesine doğrudan demokrasi, seçtiği temsilciler yoluyla belirlemesine de temsili demokrasi denir.
Ülkemizdeki demokrasi, görünüşte temsili bir demokrasi dir.
*
Anayasamızın 68. maddesine göre, “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olan partiler” demokrasiyi nasıl algılıyorlar ve nasıl uyguluyorlar? Bu soruya verilecek yanıt ülkemizdeki demokratik siyasi yaşamın da göstergesi olacaktır.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 3. maddesine göre “Siyasi partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzelkişiliğe sahip kuruluşlardır.”
Aynı yasanın 4. maddesinin ikinci paragrafında ise “Siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz” denilmektedir.
*
Peki, ülkemizde demokratik siyasi hayatın asli unsuru olan partilerin işleyişi, faaliyetleri ve kararları “demokrasi esaslarına” uygun mu?
22 Temmuz 2007 günü yapılacak milletvekili genel seçimleriyle ilgili olarak siyasi partiler aday listelerini 4 Temmuz 2007 günü YSK’ye (Yüksek Seçim Kurulu) bildirdiler.
23 Temmuz günü bu isim listelerinde öncelikli sıralarda olanlar TBMM üyesi olarak ülkemizi yönetecekler.
Siyasi partiler YSK’ye verdikleri milletvekili aday listelerini nasıl hazırladılar?
Eğer bir ülkede demokrasiden söz edilecekse, bu konuda ilk adım bu listelerin hazırlanmasıyla atılır.
TBMM’ye kendilerini temsilen bir vekil gönderecek olan herhangi bir siyasi partinin üyeleri ilk iş olarak ortaya çıkan aday adaylarından, yasanın istediği sayıda ismi bizzat kendileri seçerler. Yani siyasi partiler her ilde ortaya bir seçim sandığı koyarak, o ildeki tüm üyeleri vasıtasıyla, vekil olmak isteyen kişileri seçerler. Eğer bu işlem bu şekilde yapılmazsa orada demokrasiden söz edilemez. Bir partinin delegeleriyle yapılan ön seçim bile –delege oluşturulmasındaki uygulamalar nedeniyle- sağlıklı değildir. Milletvekili aday seçiminde‘doğrudan demokrasi’ şarttır.
Demokrasi daima halkın egemenliğinden, siyasi iradenin halka ait oluşundan, bizzat veya vekilleri yoluyla karar oluşumuna katılımından söz eder.
Lincoln demokrasiyi , “Halk için, halk tarafından, halka doğru bir hükümet” diye tanımlar. Yani halk istencinin (iradesinin) oluşumuna ne kadar dikkat edilirse, modern demokrasinin eşitlikçi içeriğinin değeri o kadar artar.
Temsili demokrasinin dayandığı ulusal egemenlik, gerçekte bunun nasıl sağlandığına bağlıdır.
Eğer tek bir kişi veya üç-beş kişi bir liste hazırlıyor ve bu listeyi halkın önüne koyarak “Ben –veya biz- sizin vekiliniz olacak kişileri seçtik. Hadi bakalım siz de onaylayın” diyorlarsa bunun adına, ne doğrudan ne de temsili demokrasi denilemez.
Bu, geniş halk kitlelerinin, küçük bir azınlığın yahut belirli bir sınıfın egemenliği ve denetimi altına alınmasıdır. Bunun adı ise dünyanın bütün sözlüklerinde “oligarşi” dir.
Bir siyasi parti, eğer kendi içinde demokrasiyi gerçekleştirememişse, bunun sonucu sadece o parti için değil, o ülke için tehlikelidir. Çünkü o parti iktidara gelirse, partiyi yöneten tek veya birkaç kişinin iradesi devlet iradesi şeklini alır ki bu da demokrasinin ölümüdür.
*
1950 yılında yapılan seçimlerden büyük bir utkuyla (zaferle) çıkan Demokrat Parti’nin (DP) Genel Başkanı Adnan Menderes, 1954 seçimlerine girerken övünerek, “Ben odunu aday göstersem bu millet seçer” diyordu.
1957’de DP % 47’ye yakın oy alarak, mevcut seçim sistemi nedeniyle 400’den fazla sandalyeye sahip olmuştu. %41 civarında oy alan CHP’nin sandalye sayısı ise 150 civarındaydı. DP’nin oligarşik yapısı CHP’nin aldığı %41 oyu görmezden geldi. Sonuç?!..
Sonucu biliyorsunuz, 27 Mayıs 1960!..
Halktan yetki almak, o yetkiyi halka karşı kullanmak değildir.
*
Bir halkı “cemaat” kültürüyle yönetmek isteyenlerde “demokrasi” kavramı yoktur. Onlarda çeşitli dogmalarla, “kerameti kendinden menkul” şeyhlerine ‘biat’ geleneği vardır.
Ama temellerini Atatürk’ün attığı bir partinin yani CHP’nin tutumuna ne demeli?
Bir parti ilkeleriyle ve o ilkeleri ödünsüz savunanlarla yaşar, büyür.
Ulusal Kurtuluş Savaşı yapanların –başta Mustafa Kemal olmak üzere- ölümleri için fetva veren Şeyhülislam Dürrizade Abdullah denilen haini “üzerinde büyük baskı vardı” diyerek mazur göstermeye çalışan, bir televizyon kanalında “tabiî Abdülhamit Han’cıyız” diyen İlhan Kesici gibi kimliği ve kişiliği malum birisini CHP’nin vitrinine koyan Baykal’ı anlamakta zorlanıyorum.
Sayın Baykal CHP’den milletvekili seçtirdiği ve sonradan AKP’ye giden Cemal Kaya, Nezir Nasıroğlu, Necdet Budak, Atila Başoğlu, Muharrem Eskiyapan, Şevket Gürsoy, Naci Aslan gibi isimlerden yeterli dersi almadı mı acaba?
Bir siyasi parti eğer kendi içinde demokrasiyi uygulamıyor, yaşatamıyorsa o partinin ülkede demokrasiyi ve laikliği nasıl koruyacağı ve kollayacağı tartışma konusudur.
CHP kendi içindeki oligarşiyi, gerçek demokrasiye çevirmedikçe, korkarım kendisine umut bağlayanları hayal kırıklığına uğratacaktır.