08 Eylül 2009

ŞAKİRE DUYUM’UN ARDINDAN…

ile Hami KARSLI

Şakire & Cemal DUYUM

3 Ocak 1977’de kaybettiğimiz Fahriye Abla’mın (Beğlerin Fahriye Özbay) ardından yüreğim yana yana bir yazı yazmış ve yazımın bir yerinde “O, Teyzem Şakire Duyum’un en yakın arkadaşıydı” demiştim.

Niksar, soylu bir evladını daha kaybetti. Şakire Duyum,18 Mart 1998 günü, tedavi gördüğü Ankara’da, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak yaşama veda etti.

*

            23 Nisan 1920’de TBMM açıldığında Şakire Duyum, henüz 4 haftalık bir bebekti.

Mustafa Kemal, tarihi büyük nutkunu okumaya başladığı gün, yani 15 Ekim 1927’de, Karslı Zade Salih Efendi (Selâfendi), 3. eşi Hatice’den olma güzel kızı Şakire’yi elinden tutmuş ilkokula götürüyordu. Tevhidi Tedrisat Yasası üç yıl önce kabul edilmiş, Cumhuriyetin temel devrimleri hızla gerçekleştirilerek tekke ve zaviyeler kapatılmış, Medeni Yasa yaşama geçirilmişti. Babasının elinden tutan küçük Şakire’nin başı açıktı.

20.yüzyılın en büyük lideri, savaş sonrası yaptığı devrimlerle Türkiye’nin çehresini hızla değiştirirken, küçük Şakire de büyüyüp serpilmiş, Niksar’ın en güzel kızlarından biri olmuştu.

*

            Büyük Topkara Çiftliği’nin sahibi ünlü Yusuf Ağa, Karslıoğulları’nın bu güzel kızını oğlu Cemal’e almak istiyordu.

Yusuf Ağa, seferberlikte ölen büyük oğlu Ahmet Efendi’den ve 12 yaşında kanserden ölen kızı Şadiye’den sonra tüm sevgi ve ilgisini, 2. Meşrutiyet’te doğan oğlu Cemal’e ve büyük kızı Mesude’ye vermişti.

Karslı Zade Selâfendi, yakın arkadaşı Yusuf Ağa’yı kırmadı ve Şakire’yi Cemal’e verdi.Yıl 1938’di.

*

            Zengin Yusuf Ağa, biricik oğlu Cemal’i, apandisit olunca, okuduğu İstanbul İstiklâl Lisesi 2. sınıftan almıştı.

Evlendiklerinde Cemal 30, Şakire 18 yaşındaydı. Aralarındaki 12 yaş farkına rağmen son derece mutluydular. İki yıl sonra  büyük oğulları Suat (aile içerisinde biz ona  Gündüz derdik) doğdu. Daha sonra –ikişer yıl arayla- 1942’de Gürbüz, 1944’te Şadiye doğdu. Bunları 1948’de Yusuf, 1951’de Şenel, 1955’te Yücel takip etti.

5 Nisan 1965’te, Kocası Cemal öldüğünde, Şakire Teyzem 45 yaşındaydı. Bir yıl sonra ilk torunu (Şadiye’nin oğlu) Hüseyin doğmuş (1966) ve Şakire Duyum “anneanne” olmuştu. Ama o hâlâ çok güzel ve çok zarifti! Kocasına duyduğu sevgiyi hep yüreğinde muhafaza etti. Tekrar evlenmedi.

*

Günümüzde, gittikçe yozlaşan toplumsal ilişkiler içinde, yüreğindeki sevgiyi, yaşam sevincini ömrü boyunca yitirmeyen kaç kişi kalmıştır acaba?

Teyzem, işte bunlardan biriydi.

Yüreği hep sevgi doluydu. İlerleyen yaşlarında bile O’nun soylu güzelliğinden bir şey eksilmemişti. Sadece kulakları işitme fonksiyonunu yitirmiş ama o da dudak okumayı öğrenmişti. Genelde, kulakları ağır işitenler ve duymayanlar bağıra bağıra konuşurlar. Halbuki teyzem aksine son derece yumuşak, hafif ve harikulade müzikal bir sesle konuşurdu. Çok kibar ve nazikti. Kimseyi kırmaz, o güzel yüzünden tebessümünü hiç eksiltmezdi.

18 yaşında geldiği Yusuf Ağa Konağı’nda, yaşıtlarından farklı bir eğitim ve incelik kazanmıştı.

Yusuf Ağa Konağı’nın büyük ana kapısından, geniş bir avluya girilirdi. Sağda ve solda ahşap büyük merdivenlerden “haremlik” ve “selamlık” a çıkılırdı. Her iki kısımda da büyük büyük odalar vardı. Mutfaktan selamlığın büyük salonuna irtibatlı bir dönme dolap vardı. Mutfakta pişen yemekler bu dolapla salondaki büyük yemek masasına servis yapılırdı. (Biz küçükken bu dolapla oyun oynardık.) Konağın yan tarafında,  atlar için ahırlar ve üstünde de bakıcı evleri vardı. Konağın arkası ve ahırların ön tarafı bahçeydi.

Batum Muhaciri Arif Ağa’nın küçük oğlu Yusuf Ağa bir Kemalistti. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ün yanında yer almıştı. Savaş sonrası ise tütün ticareti ile uğraşıyordu. Konağına, eşleriyle beraber Fransız tüccarlar gelir, günlerce kalırlardı. Teyzem, çiçekli şapkalı bu zarif  Fransız kadınlarından, “monokl” kullanan centilmen Fransız beylerden, o günlerin ihtişamından zaman zaman söz ederdi.

Bazı düşünürler, zekâyı, “yeni koşullara intibak kabiliyeti” diye tanımlarlar. Teyzem her girdiği topluma, zerafetinden ve inceliğinden hiçbir şey kaybetmeden intibak ederdi.

Akıp giden zaman içerisinde, o ihtişamın kaybolmasına, ahşap konağın köhneleşmesine karşın Cemal Eniştem ve Şakire Teyzem o soylu davranışlarını ve yaşamlarını hiç değiştirmemişlerdi. Teyzem, annemden 12 yaş küçüktü. Dört kız kardeşin en küçüğü ve en sevileniydi.

Bayramlarda, ağabeyimle beraber el öpmeye gittiğimiz akrabalarımız arasında bize en büyük parayı Cemal Eniştem verirdi. 1940’lı yılların bayramlarında, yüz para (ikibuçuk kuruş) veya beş kuruşun verildiği dönemlerde Cemal Eniştem bize gümüş elli kuruş veya bir lira verirdi.

Teyzem de, Eniştem de hep Atatürk ilke ve devrimlerini savundular. Evlatlarını da öyle yetiştirdiler. Onlar hep barıştan ve güzelliklerden yanaydılar. İkisi de etraflarına yaşama sevinci ve ışıklar saçarlardı.

Eminim ki, şimdi ikisi de ebedi istirahatgâhlarında ışıklar içerisinde yatıyorlardır.