“SEÇMEK” – “SEÇEMEMEK”
İki fiil…
Biri olumlu, biri olumsuz…
Yaşam bu iki fiil arasındaki “gel-git” lerden oluşmuyor mu?
“Seçmek” eylemini, genellikle “benzerleri arasından hoşa gideni almak ya da yararlanmak için ayırmak” anlamında kullanıyoruz.
İşportacı bağırır:
-“Seeeç, seeeç…” “Gel vatandaş, seç seç al!”
Dargelirli yurttaş, işportadaki kazakların “en az defolusunu” seçer.
Elinde filesi, pazardaki emekli, domateslerin iyilerini seçer.
Gücü yeten veli, çocuğuna iyi okul, iyi öğretmen seçer.
Kiracı kesesine uygun ev seçer.
Evlenecek olanlar eş seçer.
Millet “vekilini”, vekiller “başkanlarını” seçerler.
“Seçmek eylemi” uzar gider…
“Seçmek” veya “seçmemek” istençli (iradeli) bir davranıştır.
Ama “seçememek” istenç dışı (irade dışı) dır.
İstenç dışı eylemlerde “kabullenme” vardır. Dr. Muzaffer Hacıhasanoğlu bir
denemesinde şöyle diyor:
“Dünyaya gelmek veya gelmemek elimizde değildi. Her birimiz ayrı koşullarda, ayrı yapılarda yeryüzünde bulduk kendimizi. Kimimizin göbeğini tarlada taşla kesti anası, kimimiz en pahalı doğumevlerinde attık ilk çığlığımızı!
Onun babası kraldı, bunun babası dilenci!
Toplar atıldı şehzadeler için. Fakir evlerinde altıncı çocuğun adı “Yeter” kondu. Oğlum oldu diye havalara sıçradı kimi babalar, kızım oldu diye yerindi ötekiler.”
Belki bir yere kadar, analar ve babalar, çocuklarına verdikleri eğitim-öğretimle onları istedikleri gibi yetiştirebilirler.
Peki, ya çocuklar… Onların bu konuda hiç şansları yoktur.
Seçemedikleri anne-baba, kardeş, amca, hala, teyze vb. yüzünden mutlu ya da mutsuz olmak onların yazgısıdır.
Yakın çevremize baktığımızda, istençleri dışında olan kardeşleri ya da diğer hısımları yüzünden mutsuz olan insan sayısının hiç de azımsanmayacak ölçüde olduğunu görürüz. Çünkü, aynı elde olmasına karşın birbirine benzemeyen beş parmak gibi, aynı ana-baba dan olma kardeşler de birbirlerine benzemezler. Buradaki benzemezlikten kasıt “fiziksel” değil, “tinsel” özelliklerdir. Tinsel farklılık, dünyaya ve olaylara farklı bakışı, dolayısıyla farklı davranışları beraberinde getirir.
Bence, mutsuzluğu oluşturan en önemli neden “seçememek” fiilidir.
Düşünün, milyonlarca insan seçemediği –ya da seçmediği- milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı, belediye başkanı vb. gibi siyasi kadrolar yüzünden; milyonlarca öğrenci seçemediği okul, öğretmen, yönetici yüzünden; milyonlarca insan seçemediği komşu yüzünden; kısacası dünyadaki milyonlarca kişi, seçemedikleri yüz milyonlarca şey yüzünden canları sıkılmakta, üzülmekte, mutsuz olmaktadırlar.
Peki, ya “seçtikleri” yüzünden mutsuz olanlar yok mu?
Olmaz mı, milyonlarca insan da yanlış seçtikleri “iş”, “eş”, “dost” yüzünden mutsuz…
Ama bu başka bir yazının konusu.
Not: Bu köşede 27 Nisan 2011 günü “Seçmenden vekiline birkaç soru” alt başlığıyla CHP Tokat Milletvekili 1. sıra adayı Sayın Orhan Düzgün’e bazı sorular yöneltmiştim. Aradan 35 gün geçmesine karşın Sayın Düzgün hiç oralı olmadı.
Ancak Sayın Düzgün’ün WEB sitesine girdiğimde, sorduğum soruların hemen hemen hepsine toptan ve çok önceden genel bir yanıt verildiğini gördüm.
Sitede “Tokat CHP Milletvekili Aday Adayı Olan Dr. Orhan Düzgün Neden Aday Olduğunu Açıkladı” başlığıyla verilen bir yazıda aynen şöyle deniliyor:
“…Cumhuriyet Halk Partisi kendi içinde yaptığı yapısal değişikliklerden sonra tek başına iktidar olmayı, Türkiye’yi sözde değil özde yeniden yapılandırmayı, kalkındırmayı hedefliyor.
Ben de, bu değişim ve yeniden yapılanmayı benimseyerek bu süreçte halkıma ve ülkeme hizmet etmeyi hedefliyorum…”
Ben Hami Karslı olarak, “bu değişim ve yeniden yapılanma” özellikle Yeni CHP’nin yönetimiyle ilgili kaygılar taşıyorum.Örneğin, Abdullatif Şener’in Türkiye Partisi Genel Başkan Yardımcısı iken, bizzat CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun özel davetiyle “Yeni CHP”ye geçen ve “Yeni CHP”nin parti meclisi üyesi (yani genel merkez yöneticisi) yapılan ve 12 Haziran seçimlerinde seçilmesi garanti olan bir yerden milletvekili adayı yapılan Bülent Kuşoğlu’nun tekke ve zaviyelerin yeniden açılmasını isteyen beyanatı, sadece beni değil, CHP’nin kuruluş felsefesi ve Atatürk İlkeleri’ne bağlı tüm yurtseverleri kahretti.
Seçim sonrası TBMM’ye girecek olan Sayın Orhan Düzgün’ü orada yakından izleyecek ve kendisiyle ilgili yazılar yazmaya devam edeceğim. Çünkü, her şeye karşın kararımı değiştirmedim. 12 Haziran 2011 günü sandığa gidip oyumu CHP için kullanacağım. Böylelikle kendi seçtiğim vekilimi eleştirme hakkını elimde tutacağım.
H.K.