SUÇLU ARAMAK…
Emeklilik sonrası Niksar’ın Çamiçi Yaylası’na yerleştim.
28 yıldır, yaz-kış burada, küçük bir evde yaşıyorum.
Sabahın sessizliğinde, evimin hemen aşağısından geçen minik bir derenin şırıltısını, karşıdaki çam ormanında rüzgârın ezgisini dinliyorum.
Gerekmedikçe 20 km. uzağımdaki kente gitmiyorum.
Büyük kentlerin gürültüsünden, patırtısından, kargaşasından, karmaşasından, dedikodusundan uzakta olmak beni mutlu kılıyor!
***
11 Ağustos 2014 günü sabahı bir iş için Niksar’a inmiştim.
Uğradığım üç ayrı iş yerinde de, bir gün evvel yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri konuşuluyordu.
Söylenenlerden, seçim sonuçlarının onları sevindirmediği anlaşılıyordu.
Ortak söylem, sandığa gitmeyen seçmenler üzerineydi.
RTE karşıtı olduğu belli olan konuşmacılardan biri : “ Ben o sandığa gitmeyenlerin anasını avradını ……” diye sövgüye başlayınca, dayanamayıp, “Terbiyesizleşme” dedim. “Sen böyle konuşursan, sandığa gitmeyenlere de, gidenler için böyle konuşma hakkı doğar.
Canım sıkılmıştı.
Birçok saygın ve yurtsever arkadaşımın sandığa gitmeme kararı aldıklarını biliyordum.
Ben, sandığa gitmiş, ancak dayatılan isimlerin hiçbirini benim Cumhurbaşkanlığı ölçütüme uygun görmediğim için oyumu geçersiz kılacak şekilde kullanmıştım.
Eve geldiğimde, telefonum çaldı. Arayan, yaşça benden biraz büyük bir tıp doktoru arkadaşımdı.
“Gördün mü, sandığa gitmeyenlerin yaptıklarını” dedi.
O da suçu “sandığa gitmeyenlerde” buluyordu.
Kendisi “Sandığa gidip, tıpış tıpış oy kullanacaksınız” buyruğuna uyanlardandı!
***
Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı seçim sonuçlarına göre “yurt içi, dışı ve gümrük kapıları dahil 55 milyon 692 bin 841 seçmenden 41 milyon 283 bin 773’ü katıldı. Geçerli oy sayısı ise 40 milyon 545 bin 902 oldu. 737 bin 871 bin seçmenin oyunun geçersiz kabul edildiği seçimlere katılım oranı ise yüzde 74.12 olarak” açıklandı.
Bu verilere göre sandığa gitmeyerek oy kullanmayan yurttaş sayısı tamı tamına 14 milyon 409 bin 068’dir.
En kötümser bir yorum ile sandığa giderek –benim gibi- oyunu geçersiz kılanların yarısının Cumhurbaşkanlığı için kendisine dayatılan bu isimleri içine sindiremediğini kabul edersek (368 936 oy) bu seçimi kabullenmeyen seçmen sayısının 14 milyon 778 bin 004 olduğunu görürüz.
Hiçbir toplumda, hiçbir yasa ve hiçbir kimse bu kadar büyük bir kitleyi suçlayamaz.
***
30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde AKP’nin aldığı toplam oy 19 milyon 11 bin 182 idi. RTE’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aynı seçmenin, -aşağı yukarı- aynı oranda oy kullandığını görüyoruz.
Yapılan bilimsel incelemelere göre, “siyasal partilerin seçmen kitlelerinin nüfusbilim (demografik) özellikleri (sınıf, yaş, eğitim, cinsiyet, meslek, gelir gibi) oy verme davranışını etkilemektedir. Bunlara ek olarak, İslam’la olan bağıntılık ve etnik kimlik gibi Türkiye’ye
özgü etmenler de seçmen davranışını etkilemektedir”
Ak Parti seçmen kitlesinin eğitim açısından niteliğiyle ilgili birçok yazı yazıldı, bilimsel incelemeler yapıldı. Bu incelemelerin sonuçları Ak Parti’nin niteliği ile ona oy verenlerin niteliği arasındaki uyumu göstermesi açısından ilginçtir.
***
“Eğitim; genel anlamıyla, toplumdaki var olan değerlerin, bilgilerin ve
becerilerin yetişen kuşaklara iletilmesi ve kazandırılması sürecidir.
Eğitim, yeni doğan bir bebeği insan yapan, ona insan özelliklerini kazandıran ve onu sosyal bir varlık haline getiren toplumsal yaşam içindeki ilişki ve etkileşimlerin bütünüdür. Toplum, bireyi sosyalleştirme görevini eğitim yoluyla yapar. İnsanın eğitimsiz yaşaması olası değildir. Yaşamını sürdürebilmesi için insanın doğuştan gelen neredeyse hiçbir
davranışı yoktur. Bu durum bize eğitimin yaşamsal rolünü ortaya koymaktadır.
Eğitimin üstlendiği üç önemli görev vardır. Bunlardan biri bireyde davranış
oluşturma, diğerleri ise bireyin davranışını geliştirme ve davranışını değiştirmedir.”
***
1923 devrimiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Ulusu’nun eğitilmesi için 1924 yılında “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Öğretim Birliği Yasası)nı çıkarmış; 1928’de “Millet Mektepleri” ni açmış, 1932 yılında “Halkevleri” ni, 1940 yılında da “Köy Enstitüleri” ni kurmuştu.
Bu yasa ve kurumlar, Türk Ulusunun aydınlanması, yayılımcılığa (emperyalizme) karşı verilen Ulusal Kurtuluş Savaşını iyi kavraması, çağdaşlaşması ve kör inançlara karşı eleştirel akılla düşünebilmesi için çıkarılmış ve kurulmuştu.
***
Yayılımcılık sömürmek istediği ülkelerin aydınlanmasına, insanlarının eğitilmesine doğası gereği hep karşı çıkar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Ortadoğu’daki çıkarları için bir “koçbaşı” gibi kullanmak isteyen ABD ve AB için bu yaşamsal bir önem taşıyordu.
1923 devrimiyle Türkiye’den kovulan yayılımcılık 1940’lı yılların ortalarına kadar Türkiye’ye giremedi. Bunda, “Tam bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk’ün uyguladığı siyasalar etkin oldu.
Ancak, ABD Başkanı Harry Truman’ın 12 Mart 1947’de Kongre’de duyurarak uygulamaya koyduğu Truman Öğretisi (doktrini) ve 5 Haziran 1947’de ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın Harvard Üniversitesi’nde açıklayarak 1948-1951 yılları arasında uygulamaya sokulan Marshall Planı’yla Ulusumuz yeniden yayılımcılıkla karşılaştırıldı.
Truman Öğretisiyle Türkiye’ye verilen 100 milyon dolarlık yardımın karşılığında istenilen şey “Beş yıllık kalkınma planları” nın rafa kaldırılması ve “Köy Enstitüleri” nin kapatılmasıydı.
Atatürk’ün öncülüğünde alt yapısı hazırlanarak 19 Şubat 1932’de açılan Halkevleri, Adnan Menderes tarafından 1951 yılında kapatıldı.
1946 yılında “iş içinde eğitim” ilkesinden uzaklaştırılarak içleri boşaltılan Köy Enstitüleri ise 1954 yılında Demokrat Parti tarafından tamamen kapatıldı.
***
“Tıpış tıpış” sandığa giderek, yayılımcılığın dayattığı adaylar için oy kullananlar, öz saygıları nedeniyle bu adaylar için oy kullanmayı kabul etmeyenleri suçlayacaklarına, önce Ulusumuzu karanlığa gömen ana nedenleri öğrensinler!