TAHMÎSCİOĞLU KARDEŞLER
- Hakkı ve Sait Tahmisçioğlu Kardeşler
- Şevket Tahmisçioğlu, Hami Tahmisçioğlu, Ferit Günal, İsmail Hakkı Tahmisçioğlu
- Müftü Sait Hoca ve Eşi Tokatlı Yenge ile Belediye Başkanı İ.Hakkı Tahmisçioğlu ve eşi Hanım Yenge
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu’nun mezarı (Üstünde Belediye’nin çelengi ve Kâhyaoğlu Hacı Hafız Ahmet Turan
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu ve yakınları
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu ve Mühendis İbrahim Bey Niksar Ortaokulu Temel Kazısında
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu ve Celeboğlu Ahmet Efendi Niksar Ortaokulu Temel inşaatında
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu ve 4. Eşi Edaviye (Hanım Yenge) Kızı Nuriye, Damadı Emin Özkırca ve torunlar
- İ.Hakkı Tahmisçioğlu (9 Mayıs 1935)
Hakkı ve Sait Tahmisçioğlu Kardeşler
Biri kentin dinî lideri, diğeri ise kentin belediye başkanı iki kardeş…
Dini lider olan ağabey, belediye başkanı olan kardeşinden sadece iki yaş büyük.
Niksar’da 19. yüzyılın son çeyreğinde doğup 20. yüzyıl Niksar’ına imza atmış iki büyük insan!
Şair Savcı Ali Ziver Demirel “Arayış” ismini verdiği şiirinde:
“… . .
Diz çöküp dinlenirdi aranmaz koltuk loca,
Şeyhülislam edasıyla hutbede Sait Hoca
Hakkı Tahmiscioğlu, şehre imza atan o,
Geceler gündüz oldu, nur içinde yatan o.
Şükredip koruyalım bıraktığı mirası,
Niksar’ın yüzü suyu, definesi Ayvas’ı.
… . .
dizeleriyle anlatıyor onları…(1)
*
86 yaşında ölen Hacı Abdullah Efendi veya onun ortanca çocuğu olan Mustafa Efendi büyük bir olasılıkla kurukahve ticareti ile uğraşıyorlardı. Çünkü, daha 2525 sayılı Soyadı Yasası çıkmadan 11 yıl önce, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği yıl Niksar Belediye Başkanı olan Hafız İsmail Hakkı Efendi’nin ve kentin müftüsü olan Sait Hoca’nın aile lakapları Tahmiscioğulları’dır.
Arapça bir isim olan “tahmis”, kahve kavrulup satılan yer anlamına gelir. Bu nedenle de Sait Hoca ve Hafız İsmail Hakkı Efendilerin babaları Mustafa Efendi ya da onun babası Hacı Abdullah Efendi –büyük bir olasılıkla- kurukahveci idiler. Ailenin Hacı Abdullah Efendi’den önceki bireylerini tanımıyoruz.(2) Ancak şurası bir gerçek ki, Mustafa Efendi 3’ü kız, 2’si erkek olan beş çocuğundan iki oğluna son derece iyi bir eğitim ve öğretim aldırmıştır.
Müftü Sait Hoca’nın 17 Ocak 1969 tarihinde ölümünden sonra Niksar’da çıkan bir gazetede (3) “Büyük Âlim Emekli Müftü Sayın Sait Tahmiscioğlu Ebediyete İntikal etti”(1293-1877) – 17/1/1969) başlıklı yazıda şöyle denilmekte: ( Yazı, imlasına dokunulmadan aynen verilmiştir.)
“Uzun bir süredir rahatsız olarak evinde yatan büyük din adamımız emekli müftümüz çok değerli sayın SAİT Tahmiscioğlu 17.1.1969 Cuma günü 17.07 de hakkın rahmetine kavuşmuş ve çok kalabalık bir cemaatın elleri üzerinde 18.1.1969 günü ebedi istirahatgahına tevdi edilmiştir.
Bir asıra yaklaşan hayatının hemen hepsini kendi sahasında memleket hizmetine vakveden Sayın S a i t Tahmiscioğlunun hal Tercümesini kısaca veriyoruz.
Müftümüz sayın Sait Tahmiscioğlu 1877 tarihinde Niksarda doğdu. 1885 tarihinde taşmektepte kur’an ve ilmihalini 3 sene okuduktan sonra Merkez Kazada bulunan Mektebi Rüştiyeyi 5 sene devam ederek birincilikle ehliyetname aldı.
Niksar Medreselerinden Çilhane Camiî yanındaki medresede o zamanki âlimlerden Şeyh Hacı Ahmet Efendiden 1896 tarihine kadar Arabi dersleri okudu. Bu tarihten sonra Tokata giderek Âlemi Ulemadan olan Tekkeli Kutbul Arifin Hacı Hasan Cennet Mekân Hz. Lerinden tertipte bulunan yüksek tahsil yaparak icazet aldıktan sonra İstanbula gitti o zaman İstanbulda mevcut büyük Âlimlerden Hacı Ali Ef. Diden usuli Fikih, Çarşambalı Hacı ahmet efendiden Gazı tefsiri, Arapkirli Hüseyin efendiden Buhari şerif, Şakir efendiden Dürer ve Tokatlı Şeyhül İslam M. Sabri efendilerden icazet aldı.
1906 senesinde açılan Ruus imtihanına girerek ehliyet aldı. İstanbulda tahsilini bitirdikten sonra Niksar’a avdet ederek Hadimi âlâ medresesi Müderrisliği ve Keşfi Camiî Kürsü vaizliğine tayin olundu.
Medreselerin lağvi dolayısıyla imtihanla Niksar mahkeme azalığına, 1940/1942 tarihlerinde vaizliğe, 1942/1966 ya kadar Niksar Müftülüğü görevinde bulundu. 1/3/1966 tarihinde 89 yaşında emekliye sevk edildi.
Sn. Sait Tahmiscioğlu İslam dininin derinliğine inmiş ve felsefesini yapabilen bir din âlimidir. Eski neslin din kültürü bakımından emsalleri arasında temayüz etmiş, çevremizde din ilminin abidesi durumundadır. Bugün bile her nesilden olanlar onun ilminden istifade edebilecek durumdadır. Kendisi daima okuyan ve eleştirici bir zattı. Ayni zamanda şahsına ait zengin bir kütüphaneye sahipti.
Bugünkü değeri 50 bin lira civarında olan bu kütüphanedeki kitaplarını 2 sandık halinde İstanbul’da İlim yayma cemiyetine göndermiştir.
Merhuma Tanrıdan rahmet, kederli ailesinede baş sağlığı dileriz”
Cahit Külebi, “ İçi Sevda Dolu Yolculuk” adlı kitabında Sait Hoca’dan “Niksar’da Bir Dahi” diye söz eder. Bu yazı şöyledir:
“Sait Hoca ufak tefek, zayıf, kırçıllı sivri sakallı, gözleri cin gibi oynayan bir adamdı. Şapka ile dolaşır, dünya işleriyle uğraşırdı. Yıllarca belediye başkanlığı yapan kardeşine hiç benzemezdi. Niksar ovasında pirinç ekilir. Ama buranın bir özelliği vardı. En iyi tohum ekilse, bir iki dönem sonunda taneler küçülür, pirinçlerin rengi bulgura benzerdi. Çeltik kabuğunu çoğu yerlerde, o yıllarda sokuyla ya da setenle ayırırlardı. Belki daha çağcıl işlemler vardı ama, Orta Anadolu’ da nerde? Bizim Saik Hoca, altı dîmkâne
üstü keçe fabrikası olarak çalışan bir fabrika kurmuştu. İlgi duymadığım için çeltik bölümünü görmedim. İki oğlu vardı: Zeki, Hami. Yazları üçümüz Kunduracı Yusuf Usta’nın yanında çalışırdık. Kalfalık taslayıp her gün bir temiz dövdüğüm hocanın oğulları beni bir gün ilgi duyduğum keçe fabrikasına götürdüler. Keçe fabrikasının bulunduğu kat bir ayaktopu alanı kadar genişti. Başında kimse yoktu. Bütün aygıtlar kendi başlarına, Sait Hoca’nın izlencesine göre ileri geri gidiyor, böylece keçeyi dövüyordu. Sait Hoca öyle robotlar geliştirmişti ki, keçe olacak yapağıyı, aygıtın merdanesine bir bez içerisinde sarıyordu. Ondan sonrası işçisiz, Sait Hocasız, Tanrıya kalıyordu. Saptadığı gün gelip fabrikayı durduruyor, yeni keçeler sarıyordu. Sait Hoca bir dâhi idi. Şimdi yaşasa kimbilir, neler icat ederdi? Ölümünden sonra dîmkâne, keçe fabrikası ne oldu, bilmiyorum, araştıramadım.”
*
Gerek Müftü Sait Hoca’nın gerekse kardeşi Hakkı Tahmisçioğlu’nun en büyük ve en önemli özellikleri Atatürk’e, onun ilke ve devrimlerine yürekten inanmalarıdır.
Bilindiği gibi Niksar’da belediye teşkilatı 1876 yılında kurulmuştur. Hakkı Tahmisçioğlu (O zamanki soyadıyla Hakkı Taşdelen) Niksar’ın 10. belediye başkanıdır. Oğlu Cavit Tahmisçioğlu’nun ifadesine göre darülfünun mezunu olan İsmail Hakkı Tahmisçioğlu hayata Niksar Rüşdiyesi’nde ‘hüsnü hat’ muallimi olarak başlamıştır.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Niksar Belediye Başkanı Hakkı Efendi’dir.
Niksar Belediye tarihinde Hakkı Efendi’den daha uzun süre başkanlık yapmış başka isim yoktur. O, 1923’te, Şerif Efendi Zade Hacı Mahir’den devraldığı görevi 13 Haziran 1946’ya kadar – aralıklı olarak- 20 yıl sürdürmüştür. Bu arada sadece İhsan Tuğsel l yıl, 1 ay, 3 gün asaleten başkanlık yapmış; 6 değişik isim de 1.5 yıl ‘başkan vekilliği’ nde bulunmuştur.(4)
1879 yılında doğan Hakkı Tahmisçioğlu ve iki yaş büyüğü ağabeyi yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Niksar’daki temsilcileridir. Yapılan tüm devrimlere yürekten inanırlar ve bu devrimlerin halk tarafından anlaşılarak benimsenmesine çaba gösterirler.
2 Eylül 1925’te tekke ve zaviyelerin ve türbelerin kapatılmasıyla din görevlilerinin giysileri hakkında alınan karara ilk uyan ve uygulayanlardan biri Sait Hoca’dır.
25 Kasım 1925’te Şapka İktisâsı (giyilmesi) Hakkında 671 Sayılı Yasa kabul edilince, fesi atıp başlarına giydikleri fötr şapkayı Sait ve Hakkı Tahmisçioğlu kardeşler ömürlerinin sonuna kadar kullanmışlardır.
Niksar’da kara çarşaf ve peçeyi çıkarıp atan ve giydiği manto ve eşarpla modern Türk kadını görünümüne giren ilk kadınlardan biri Belediye Başkanı Hakkı Tahmisçioğlu’nun eşi Edaviye Hanım olmuştur.(5)
Hakkı Tahmisçioğlu Niksar Belediye Başkanlığı’nın dışında 5 dönem de il encümen azalığı ve encümen ikinci başkanlığı yapmıştır. (İl encümeni 1. başkanı validir)
***
Hakkı Tahmisçioğlu’nun belediye başkanı olduğu 20 yıl içerisinde yaptığı faaliyetlerden ikisi –Savcı Ali Ziver Demirel’in de belirttiği gibi- çok önem taşır.
Bunlardan biri kentin aydınlatılmasında elektriğin kullanılması için sarf ettiği çaba, diğeri de Türkiye’nin en iyi sularından biri olan ve Ayvas mıntıkasında bulunduğu için bu adla anılan suyun gerçek değerinin ortaya çıkarılmasıdır.
Bilindiği gibi 1646 yılında Niksar’a gelen ve kentle ilgili izlenimlerini seyahatnamesinde anlatan Evliya Çelebi (Asıl adı Derviş Mehmet Zilli –D.1611-Ö.1682) “Danişmendliler’in Başkenti Niksar’ı anlatırken bu sudan da şöyle bahseder: “Şehrin kıble tarafı dışında, haylice uzaklıkta güzel ve küçük binalı bir ılıca vardır. Suyu çok yararlıdır. Memleketin çocukları ve kadınları bütün giysilerini orada yıkarlar. Oldukça güzel ve lezzetli bir yaşam suyudur. Ama kükürt kokulu olup adamın vücudundan yağ gibi kayar. Cüzam, abraşlık, niksir (damla), uyuz hastalıklarına yararlı olduğundan dört tarafındaki yörelerden temmuz ayında buraya binlerce aile gelip tedavi için yıkanırlar, suyundan içip memleketlerine dönerler. Ünlü ve güzel bir ılıcadır.”
Bugün kalite sıralamasında dünyanın en iyi ikinci suyu olduğu iddia edilen ve varlığı MS 4. yüzyıldan beri bilinen Ayvas suyu, kentin güneydoğusunda, kente2 km. mesafededir.
Ayvaz Suyu’nu ilk kez tahlil ettiren kişi Hakkı Tahmisçioğlu’dur. Özenle yıkattırdığı tertemiz cam şişelere doldurttuğu suyu Ankara’ya Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne gönderir. Gelen raporu belediye meclisinde okuyan üye “Bu su kimya imiş te bizim haberimiz yokmuş!” der. Su önce Niksar’da, gelen rapordaki özellikleriyle tanıtılır. Sonra özel olarak yaptırılan 4 su tenekesi bir eşeğe yüklenerek Ayvas’tan Niksar’a içme amaçlı su taşınır.(6)
Daha sonraları Merzifon’da bulunan bir kolordunun komutanlarının da ilgisini çeken bu su tekrar tahlil ettirilmiş ve sertlik derecesinin 0.5 ve PH’sinin ise 6.7 olduğu kanıtlanmıştır.
Ayvas suyu volkanik bir arazide,300 metrederinlikten çıkmaktadır. Debisi 1.4 Lt/Sn.’dir. Suyun çıkışta sıcaklığı 29 derecedir. Ayvas Hamamı’ndaki su ile bir tonozun içinden çıkan su farklı kaynaklı olmakla beraber ortak özelliklere sahiptir.
Benim çocukluğumda -1940’lı yıllarda- bu su pek içilmezdi. Ayvas’tan ileride Yataklar (Modikler) denen yerde üzüm bağlarımız vardı. Oraya giderken Ayvas’tan değil, Leylekler Çeşmesi’nden su alırdık. Daha sonraki yıllarda Leylekler Çeşmesi suyunun sağlıklı bir su olmadığını öğrenmiştim. Ayvas’ta Evliya Çelebi’nin dediği gibi civarda oturan bazı aileler çamaşır yıkarlardı. Belediye Başkanı Hakkı Efendi bir ara burada çamaşır yıkamayı –bit salgını nedeniyle- yasaklar.
Niksar Belediyesi’nin 29 Ağustos 1938 tarih ve 250 sayılı kararı ile orada var olan küçük, salaş bir kulübe hamam haline getirilir. Altında Reis Hakkı Taşdelen’in, Muhasip Salim Turaçlı’nın, Kâtip Üye Bedri Turhan’ın, Aza Ahmet Celepoğlu’nun imzaları bulunan bu karar metni aynen şöyledir:
“Panayır başlayıncaya kadar panayır mevkiindeki Küçük Ayvas’ın tamiriyle hamam haline ifrağı (hamam biçimi verilmesi, hamam haline dönüştürülmesi), halkın ihtiyacını temin ve Ayvas’tan su alup fundalıklar arasında, açıkta yıkanmaktan kurtarmak ve bu su ile banyo yapmak arzusu halkta sabırsızlıkla görüldüğünden halkın bu ihtiyacını da karşılamak ve belediyeye irad (gelir) temin etmek üzere çok lüzumlu görülmüştür. Yapılan keşif raporu mucibince ve bu itibarla adı geçen Küçük Ayvas’ın hamam haline ifrağına ve yapılacak masarifinin , Ayvas’ta yapılacak yeni tesisat tahsisatından sarf ve itasına karar verildi”
1938 yılı Niksar Belediye Başkanı Hakkı Taşdelen için çok yoğun geçen bir yıldır. Reis Hakkı Efendi 31 Mart 1938’de Ankara’ya gider. Amacı “Niksar’da inşası meclisçe takarrür eden(karar verilen) elektrik tesisatı için Belediyeler Bankası’ndan istikraz edilecek (borç alınacak) paranın muamelatını bizzat takip etmek ve bu meyanda kasabamızdaki Ayvas Suyu’ndan beraberinde götürdüğü bir sandık suyu vekâletlere tevzii etmek suretiyle teşhir etmektir”
Reis Hakkı Efendi 15 gün sonra yani 14 Nisan’da Niksar’a geri döner. Amacını gerçekleştirmiş, “Dahiliye Vekâleti Yüksek Makamınca beş senede ödenmek üzere Belediyeler Bankası’ndan 12 bin liranın yapılmakta olan yeni elektrik inşaat ve tesisatına ve belediyenin diğer bayındırlık işlerinde sarfedilmek üzere belediyeye verilmesine emir alarak istikraz işinde muvaffak olmuştur” Ayrıca bakanlıklara Ayvas suyunu götürerek tanınmasını sağlamıştır.
Bu, Ayvas suyunun –tahlil sonrası- ilk Ankara yolculuğudur.(7)
Ayvas panayırı kent halkının sadece eğlenmesine değil kentin ticari hayatının da renklenmesine de yardımcı olurdu. Ayvas çayırını çevreleyen kerpiç duvarların önünde Niksar esnafı ile komşu kasabalardan gelen esnaf, küçük odacıklarda dükkânlar, sergiler açar, mallarını satarlardı. Panayırın en büyük özelliği ise yapılan güreşlerdi. Bu güreşlere ilgi çok büyük olur, kazananlara ödüller verilirdi.
***
Niksar’da 1930’lu yılların sonuna kadar, evlerin ve sokakların aydınlatılması, gaz lambaları, mum gibi ilkel aydınlatma araçlarıyla yapılırdı. Yoksul evlerinde gazyağı da kullanılmaz ortalık kararınca millet uykuya dalar, ahıra falan giderken de çıra kullanılırdı. O yıllarda köylerde kibrit yerine, çakmaktaşına sert bir metalle vurulup çıkan kıvılcımla yakılan ‘kav’ ın kullanıldığını bugün yaşları 70 civarında bulunan birçok kişi anımsar. Zengin evlerinde ve kentin önemli kavşaklarında fanuslar bulunurdu. Gazyağı kullanılan bu fanuslar geceleri belli bir saate kadar yakılır, kent uykuya dalınca söndürülürdü.
Bu konuda ilginç bir anı vardır. 1931 yılında Niksar’a ilk elektrik direkleri dikilmeye başlayınca –ki bu direkler çam ağacından yontularak yapılan direklerdir- bu işe nezaret eden Hakkı Efendiye Muhacir Keçebaşlardan yaşlı biri: “Abe her gün bu direklere nasıl çıkılıp ta fanuslar yakılacak” diye sorar.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin birçok ilçesinde –hatta ilinde- olduğu gibi Niksar’da da elektrik yoktu.
Çok ilginçtir, Tokat ve birçok ilçesine elektrik Niksar’dan sonra gelmiştir.
Belediye Reisi Hakkı Efendi bu konunun çözümü için araştırmalar yapar. Bir türbin ve dinamo ile bu işi kısmen de olsa çözebileceğini öğrenir.(8)
O yıllarda Niksar’da üç un değirmeni vardır. Bunlardan en eskisi bugün Hacı Süleyman Erdem’e ait olan ve bir zamanlar Kale Lastik Fabrikası’nın kurulduğu yerdeki Hindikyan değirmenidir. Bu değirmeni daha sonraları İhsan Tuğsel Bey de çalıştırmıştır. İkincisi Abacıların un fabrikasıdır. Bu fabrika şu anda Üçdirhemlere aittir. Üçüncü değirmeni ise Gödeleklerin İbrahim Ağa “Gavurların var da bizim niye yok” diye Derebağ’da yaptırır. Sonraki yıllarda Niksar’da birçok değirmenin daha yapıldığını görüyoruz. (9)
Reis İsmail Hakkı Efendi kafasındaki projeyi hayata geçirmek için İbrahim
Ağa’nın değirmeniyle, onun alt tarafında bulunan Ramazan Ağa’ya ait kara değirmeni satın alır. Bu iş yerlerini çalıştıran su arkını daha yukardan; ‘Kavlağanlık’ denilen Zera Köyü yolu üzerindeki arka bağlayarak irtifayı yükseltip suyun gücünü artırır. Bu yeni su arkının projesi için o zamanki teknik adamlar 2 bin lira gibi büyük bir para isterler. Buna kızan Hakkı Efendi, arazide yerleri bastonuyla çizerek projeyi başarıyla kendisi hazırlar. Kara değirmen onarılır türbin ve dinamo buraya yerleştirilir. Böylelikle bir hidroelektrik sistemi kurulur.
Bu işlerde çalışan ve ikisinin de adı Hasan olduğu için, Büyük Hasan ve Küçük Hasan diye adlandırılan iki elektrik mühendisi –büyüğü sert, küçüğü yumuşak mizaçlı- Niksar halkının sevgisini kazanır.
Türbini çalıştıran arkın suyu yaz aylarında iyice azaldığı için elektrik üretimi aksamaktadır. Reis Hakkı Efendi bu problemi çözmek için ark güzergahının yüksek bir noktasına 56x13x3 metre boyutlarında bir havuz yaptırır.(10). Gündüz bu havuzda toplanan su gece bırakılarak daha fazla su gücü sağlanır.
O yıllarda elektrik akşamları belli bir saatte verilmeye başlanır ve bu durum belediye tellalı ile halka ilan edilirdi.(11)
Daha sonraki yıllarda dizel motorlarla elektrik gücü artırılmış ve son olarak ta Almus Barajı devreye sokulmuştur.
***
Belediye Başkanı İsmail Hakkı Efendi 21 Haziran 1934’te 2525 sayılı Soyadı Yasası çıkınca Taşdelen soyadını alır. Sonradan -1950’li yıllarda- bu soyadını değiştirerek aile lakabı olan Tahmisçioğlu soyadını kullanmaya başlar.
İsmail Hakkı Tahmisçioğlu’nun yaptığı iki büyük iş, kentin aydınlatılması ve Ayvas suyunun gerçek değeri ile ortaya çıkarılmasını sağlamak gibi görünse de bunların dışında yaptığı çok önemli işler vardır.
Niksar’da ilk ‘mezbaha’ yı kuran odur.
Mezbaha yokken Niksar’da hayvanlar ‘Hela Köprüsü’ nün üzerinde kesilirdi. Hela Köprüsü, Leylekli Köprü’nün –Bu köprüye, kemer kilit taşının üzerinde ağzında yılan tutan bir leylek figürü olduğu için Yılanlı Köprü de denilir- alt tarafında Çanakçı’nın üzerinde ahşaptan yapılmış salaş bir köprüydü. Yaramışların tabakhanesinin alt tarafında bir hela vardı. Çanakçı’nın karşı kıyısından helaya bu köprüden gidilirdi. Kesilecek hayvanlar bu köprüye yatırılır, kanları Çanakçı’ya akıtılarak kesilirdi.
Bu ilkelliği ortadan kaldırmak için 1930’da, Yılanlı Köprü’nün çarşı tarafındaki ayağının orada bulunan kahvehane’nin (Şimdi Adalı Faik’in çocuklarının çalıştırdığı kahvehane) altında (Şimdi orada Hıfzı Özbek’in su malzemesi sattığı dükkân var) bir mezbaha kuruluyor. Burada sağlık kurallarına dikkat edilerek haftada iki kez kesim yapılıyor. Daha sonraları ise 1935’te, Şimdiki Kaya İsmet Özden İlköğretim Okulu’nun bitişiğindeki yer istimlak edilerek uzun yıllar Niksar halkına hizmet veren mezbaha yapılıyor. Buraya şehir içme suyunun dışında Çuhadarlar Çeşmesi suyunun bir kısmı da akıtılıyor. Ayrıca bir at arabası alınıyor ve kasabın dışında bir de işçi istihdam ediliyor.
***
Niksar’ın 3 yıl içinde üst üste geçirdiği üç büyük deprem de de (12) kentin belediye başkanı İsmail Hakkı Tahmisçioğlu’dur.
Onun bu depremler esnasında gösterdiği soğukkanlı ve akılcı tutumu, kentteki deprem acısını bir ölçüde gidermeye, yaraları sarmaya yardımcı olmuştur.
İlk etapta halkın başını sokabileceği çadır temininde ve ahşap kulübecikler yapma konusundaki çalışmaları ve hemen deprem sabahında halkın karnını doyurabilmek için un temin edip fırınları devreye sokmasındaki tutumu, hasar tespit konusundaki çalışmaları övgüye değerdir.
Niksar’da “Büyük Deprem” olarak bilinen deprem, aslında 32 962 kişinin öldüğü, Richter ölçeğine göre 8.0 şiddetinde olan Erzincan depremidir. Bu depremin sonucunda Niksar’da ortaya çıkan tablo: “kasaba ve köyler dahil 1648 ölü, 972 yaralı, 18409 hayvan ölüsü, 3065 yıkılan ev, 1908 adet raporla yıkılacak ev” dir. “Binbeşyüz hanelik Niksar’da yalnız 88 eve sağlam raporu verilmiştir.” Kent, “Koyu yeşillikler arasındaki büyük konaklarını kaybetmekle kalmamış Danişmendiler zamanından kalma sekiz asırlık Camiikebir minaresiyle, üç asırlık bir ömrü olan Keşfi minaresi de kaybedilmiştir”(13)
Deprem tarihinde “Niksar Depremi” olarak bilinen deprem, 20 Aralık 1942’de Richter ölçeğine göre 7.2 şiddetinde olan ve Niksar’da 3000 kişinin öldüğü depremdir. (Bak.AnaBritannica ‘deprem’ maddesi) 1943’de olan iki depremden birinin merkez üssü Çorum, ötekinin ki Ladik’tir. Niksar ‘Ladik Depremi’nden de etkilenmiştir.
1939 yılında yılında Tokat Valisi Selahattin Üner’dir. Tokat’a o yıl atanmıştır. 1939 depreminin üzerinden üç gün geçmesine rağmen Vali Niksar’a gelip İlçenin ve halkın durumu ile ilgilenmemiştir. Ancak Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, deprem hasarını yerinde görmek üzere Niksar’a gelir. Yolda arabası Cilgoru’da (Gökdere) çamura saplanır. Niksar’ın ileri gelenleri ve halk şimdiki askerlik şubesi civarında O’nu karşılarlar. Üzerinde açık renk bir elbise ve elinde fötr şapkası vardır. Hükümet binasına gider ve orada halka bir konuşma yaparak “geçmiş olsun” der. Oradan belediyeye geçer. Reis Hakkı Tahmisçioğlu kentin durumu ve ihtiyaçları hakkında bilgi verir, hasar tespitinin tam yapılabilmesi için mühendis ve çeşitli gereçlere olan ihtiyaçtan söz eder. Hakkı Efendi’yi dikkatle dinleyen İnönü notlar alır. (14) Kentin yaraları devletin de yardımıyla sarılmaya çalışılır.
Cumhurbaşkanı İnönü, Tokat Valisi Selahattin Üner’i de ‘Niksar’a gerekli ilgiyi göstermediği için’ azarlar. (Bu olayın hemen arkasından Vali Selahattin Üner görevden alınır ve yerine Niksar’a büyük ilgi gösteren Vali İzzettin Çağpar gelir.)
***
Niksar Ortaokulu’nun yapılmasında Müftü Sait Tahmisçioğlu ve kardeşi İsmail Hakkı Tahmisçioğlu’nun çok büyük emekleri vardır. ‘Mektep Sevenler Cemiyeti’ nin kurulmasından ortaokulun binasının yapılıp bitirilmesine ve öğrenime açılmasına kadar geçen sürede tabir yerindeyse, bu iki kardeş gece gündüz çalışmışlar ve Atatürk Cumhuriyeti’nin ulusal eğitimine de katkı sağlamışlardır. Bu konuyu daha önce işlediğim için üzerinde fazla durmayacağım.(Bak. Niksar Ortaokulu’nun Tarihçesi – ‘Yeşil Niksar’ gazetesi,tarih:4 Temmuz 2006, sayı 4195)
***
Niksar’da ilk imar planı,1944 yılında Belediye Başkanı Hafız İsmail Hakkı Tahmisçioğlu zamanında yapılmıştır.(15)
Niksar’da o zamanki son derece kıt imkânlarla, bu plan çerçevesinde “Hal Binası”, Kuz Santral Caddesi, Bengiler Caddesi, Yusuf Şah Mahallesi, Maduru, Ayvaz, Kazancı yolları gibi önemli hizmetler ve yatırımlar gerçekleştirilmiştir.
Pek güneş almadığı için “Kuz” adı verilen mahallenin(16) yeni açılan yolu, Derebağ’daki “Santral” binasına kadar hedeflendiğinden caddeye Kuz Santral adı verilmiştir. Ancak bu yol Alaybey Köprüsü’ne kadar devam eder.
Hal binası, o yıllar hem toptancı esnafa hem de kasaplara ayrılmıştı. Çepeçevre dükkânların bulunduğu dikdörtgen bir çarşıydı. Bir köşede çok iyi kebap yapılan bir dükkân vardı. Çanakçı Deresi tarafından bir köprüyle girilirdi. Ayrıca dikdörtgenin kısa kenarlarında da birer giriş yeri vardı.
***
İsmail Hakkı Tahmisçioğlu az konuşan ancak konuştuğunda çevresindeki insanlar tarafından saygıyla dinlenen ağırbaşlı, çok zeki bir insandı. Kültüre, okumaya önem verirdi.
Dört kez evlilik yapmıştır. İlk eşi Naciye Hanım Yüzbaşıoğullarındandır. Bu evlilikten Mustafa Vasfi ve Halise isimli iki çocuğu olmuştur. 2.Eşi Ayşe’den çocuğu olmamış, zaten kısa sürede ayrılmışlardır. 3.Eşi Mürüslü Nuriye Hanım’dan Şevket isimli (Kör Şevket) bir oğlu vardır. 4. Eşi Edaviye Hanım’a Niksarlılar ‘Hanım Yenge’ diye hitabederlerdi. Bu son evliliğinden Sıdıka (Öğretmen Ferit Günal’la evli); Nuriye; Cavit ( Niksar’ın 20. Belediye Başkanı) ve Süreyya isimli dört çocuğu olmuştur.
Kızı Sıdıka Hanım’ın O’na, ‘beybaba’ sözcüğünün son hecesini söylemeden ‘Beybaa’ diye hitabettiğini ve büyük saygı gösterdiğini çok iyi anımsıyorum.
O aklını, duygularının önüne lokomotif yapmasını bilen yurtsever bir Cumhuriyet yöneticisi idi. Tüm yaşamında Niksar’ın çıkarlarını hep kişisel çıkarlarının önüne alarak yaşamıştı. Hal binasını yaptırırken oranın üst köşesinde bulunan kendi evini de istimlak etmekten çekinmemişti.
Araştırmacı bir kişiliği vardı. Bir gün Sofunun Bağı denilen yerde arkadaşlarıyla otururken dipten gelen bir su sesi duyar. (Sofunun Bağı, o zamanlar Derebağ’dan gelen temiz arkın soldan sağa geçen dönemecinin Çanakçı Deresi tarafında bulunan ünlü bir piknik yeridir) Hemen su sesi duyduğu yeri kazdırır ve “Vartan Suyu” denilen suyun kaynağını bulur. Bu suyu Niksar su şebekesine katarak kentin daha bol suya kavuşmasını sağlar.
Ekibiyle işleri çok iyi organize etmesi ve aklı egemen kılarak yürütmesi onu hep başarılı kılmıştır. 1924 yılında mübadele ile Niksar’a gelen muhacirlere, Derebağ’daki –Şimdi Ferit Bey’in Bahçesi diye anılan – bahçeye çadırlar kurup, kazan kaynatarak onları 40 gün beslemesi o günleri yaşayanlar tarafından hiç unutulmamıştır.
Günümüzde görevi gereği yapması gereken işleri sanki halka bir lütuf gibi sunan ve durmadan kendisinden öncekileri kötüleyen ‘nevzuhur’ belediye başkanlarını görünce insan Hafız İsmail Hakkı Tahmisçioğlu gibi mütevazi ve abdestinden emin belediye başkanlarının kıymetini daha iyi anlıyor.
23 Mart 1962 tarihinde, -83 yaşında- kendisini çok seven gözleri yaşlı Niksar halkının omuzları üzerinde sonsuzluğa uğurlanan bu Cumhuriyet döneminin Niksar sevdalısı, Kemalist ilk belediye başkanını saygıyla anıyor, ışıklar içinde yatmasını diliyorum.
Dipnotlar:
(1) Ali Ziver Demirel de Niksar’a onur veren isimlerden biridir. Kendisi hakkında ayrı bir yazıda bilgi
verilecektir. Düşünce, duygu ve anılarını anlattığı şiirlerini “ Niksar’da Bir Ev” adını verdiği kitapta
toplamıştır. (İstanbul,1983-kendi yayını)
(2) Hacı Abdullah Efendi’nin üç çocuğu vardır. Bunların isimleri büyükten küçüğe doğru Hacı Mehmet Ağa,
Mustafa Efendi ve Kerime Hatun’dur. Kerime Hatun Yüzbaşıoğlu Süleyman Efendi ile evlenmiş ve bu
evlilikten sırasıyla İsmail, Naciye, Mehmet, Ziya, Nuriye isimli 5 çocuk olmuştur. Büyük
oğul Hacı Mehmet Ağa’nın da Dudu, Ali, Hacı Mehmet isimli üç çocuğu vardır. Ortanca çocuk Mustafa
Efendinin ise Emine Hanımla evliliğinden sırasıyla Sait, İsmail Hakkı, Munise, Hamide, Ayşe isimli beş
çocuğu vardır. Biz bu yazımıza konu olan Sait Hoca (1877-1969) ile Belediye Başkanı İsmail Hakkı (1879- 1962) üzerinde duracağımız için ailenin diğer bireyleriyle ilgili ayrıntıya girmedik. Ancak Tahmisçioğlu ve –bağlantılı olarak- Yüzbaşıoğulları ile ilgili aile soyağaçlarını “Niksar’ın Sosyal Tarihi” isimli incelememizde ayrıntılı olarak vereceğiz. (Hâmi Karslı)
(3) “Niksar’ın Sesi” gazetesi Sayı:246; Tarih: 20 Ocak 1969 (Bilindiği gibi yayın hayatına son veren bu gazete
rahmetli Turan Şeney’e aitti) Yazıyı, yaklaşık 40 yıl önceki bir Niksar gazetesinin haber verişini de yeni
kuşaklara göstermek amacıyla – dilini sadeleştirmeden ve yazım yanlışlarına hiç dokunmadan- aynen
verdim. H.K.
(4) Niksar’da belediye başkanlığı yapan isimler ve tarihleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:
Gülüt Ağa Zade İbal Ağa |
1876 – 1880 |
Hacı Halil Efendi |
1880 – 1885 |
Mukayit Zade Nazif Efendi |
1885 – 1990 |
Tahir Ağa Zade Fahri Efendi |
1890 – 1896 |
Sancaktar Zade Memiş Efendi |
1896 – 1903 |
Recep Zade Ahmet Bey |
1903 – 1910 |
Gödelek Zade İbrahim Efendi |
1910 – 1915 |
Tahir Ağa Zade Fahri Efendi |
1915 – 1920 |
Şerif Efendi Zade Hacı Mahir |
1920 – 1923 |
Hakkı TAŞDELEN (TAHMİSCİOĞLU) |
1923 – 14.07.1940 |
Mehmet BEDENBAŞI ( Reis Vekili ) |
14.07.1940 – 13.09.1940 |
Osman ÖZBEK ( Reis Vekili ) |
13.09.1940 – 13.02.1941 |
Cemal DUYUM ( Reis Vekili ) |
13.02.1941 – 25.03.1941 |
Osman ÖZBEK ( Reis Vekili ) |
25.03.1941 – 22.12.1941 |
İhsan TUĞSEL |
22.12.1941 – 25.01.1943 |
Hakkı KİHTİR ( Reis Vekili ) |
25.01.1943 – 23.02.1943 |
Hakkı TAŞDELEN (TAHMİSCİOĞLU) |
23.02.1943 – 03.02.1944 |
Kadir KARSLI ( Reis Vekili ) |
03.02.1944 – 02.03.1944 |
Hakkı TAŞDELEN (TAHMİSCİOĞLU) |
02.03.1944 – 13.06.1946 |
Turan BAŞAR |
13.06.1946 – 06.09.1950 |
Hakkı KİHTİR |
14.09.1950 – 14.11.1955 |
Ahmet KAYNAR |
21.11.1955 – 21.06.1959 |
Duran GÜNSEREN |
22.06.1959 – 02.06.1960 |
Ahmet TOSUN (Kaymakam) |
13.06.1960 – 21.07.1960 |
Emir Hüseyin KÖSEOĞLU (Kaymakam) |
28.07.1960 – 05.04.1962 |
İsmail SÜRÜCÜ |
09.04.1962 – 28.05.1962 |
Ayhan ERGİN (Kaymakam) |
04.06.1962 – 20.09.1962 |
İsmail SÜRÜCÜ |
01.10.1962 – 25.10.1962 |
Yaşar KIRIMLI ( Kaymakam ) |
08.11.1962 – 26.11.1962 |
Nihat POLATER |
06.12.1962 – 29.06.1963 |
Naim DALKILIÇ |
04.07.1963 – 25.07.1963 |
İsmail SÜRÜCÜ |
05.08.1963 – 29.08.1963 |
Talat KAHVECİOĞLU (Kaymakam) |
05.09.1963 – 07.10.1963 |
İsmail SÜRÜCÜ |
10.10.1963 – 28.10.1963 |
Aydın ERDOĞAN |
02.11.1963 – 14.11.1963 |
Duran GÜNSEREN |
25.11.1963 – 30.05.1968 |
Cavit TAHMİSCİOĞLU |
13.06.1968 – 06.12.1973 |
M. Şevki ÜNGÖR |
17.12.1973 – 11.09.1980 |
Ahmet KARABİLGİN (Kaymakam) |
16.09.1980 – 08.07.1982 |
Orhan ÖDEN |
27.07.1982 – 24.08.1982 |
Nazmi KAHRAMAN (Kaymakam) |
02.09.1982 – 22.03.1983 |
Ahmet KILINÇ |
1983 – 2 ay aralıklı |
Abdullah YILDIZ |
20.04.1983 – 28.03.1984 |
Selahattin HANÇER |
02.04.1984 – 27.03.1994 |
Ahmet Duran ÜNVERDİ |
28.03.1994 – 27.03.2004 |
İdris ŞAHİN |
28.03.2004 – GÖREVDE |
(Bu listeyi hazırlayıp bana veren Belediye Yazı İşleri Müdürü Müjdat Özbay’a teşekkür ediyorum. Böylelikle yıllardır belediye ile ilgili yazılan kitaplarda yapılan tarihsel sıralama yanlışlığı da düzeltilmiş oldu. Müjdat’ın ifadesine göre belediyede 1939 yılı öncesine ait yapılan işlerle ilgili yazılı bir belge bulunmamaktadır. H.Karslı)
(5) Hakkı Tahmisçioğlu’nun 4. eşi Edaviye Hanım’dan olan 1924 doğumlu büyük oğlu Cavit Tahmisçioğlu
bu konuda şunları anlattı: “Bir Cumhuriyet Bayramı öncesi babam çok hastalanmış, yatağa düşmüştü. O
haliyle törene katılması olanaklı değildi. Ancak anneme: “Mantonu giy ve sen katıl” dedi. O zamana kadar
kara çarşaf-peçe giyen annem aynanın başına geçmiş ne yapacağını bilemiyordu. Babam belediyeye aldığı
diplomalı, modern giyimli Ebe Cemile Hanım’ı çağırttı. Cemile Hanım manto ve şapka giyiyordu. Annem
de onun gibi giyinip beraberce törene gittiler. Yine babamın fesi çıkarıp başına fötr şapka giydiği günlerde
Derebağ’a giderken Yusuf Ağa’nın (Duyum) evinin önünde birilerinin babamı gösterip “Hakkı Efendi
başına ileğen geçirmiş” diyerek şakalaştıklarını anımsıyorum”
(6) O dönemde Tahsin isimli yoksul ve meczup bir vatandaş, omzuna astığı sağlam bir sopanın iki kenarına iplerle tutturduğu tenekelerle Ayvas suyu satarak geçimini sağlar.
(7) Ayvas suyunun gerçek anlamda fabrikasyon olarak şişelenip tanıtılması ve satılması işi Hakkı Tahmisçioğlu’nun oğlu Cavit Tahmisçioğlu’nun 1968 yılında Belediye Başkanı seçilmesinden sonra olmuştur. (Cavit Tahmisçioğlu ile bu konuda Sevgili Hasan Akar tarafından yapılan bir mülakat yazısı Tokat’ta çıkan Kümbet Dergisi’nde yayımlanacaktır.)
(8) Türbin, bir akışkanın enerjisiyle döndürülen hareketli bir çarktan oluşmuş motora verilen addır. Dinamo ise mekanik enerjiyi elektrik enerjisine çeviren aletin adıdır. Bu dinamo Samsun’dan alınır. Hakkı Amca’dan bizzat dinlemiştim, bu iş için Samsun’a gittiğinde elindeki belediye’ye ait para dinamoyu almaya yetmez. Kalan az bir parayı belediye adına borçlanmak ister. Oradaki tüccar, bizim Niksar’da iş yaptığımız Ali Rıza (Karslı) Efendi var. Telgraf çekin, onay versin kalan parayı onun hesabına yazalım. Siz Niksar’da ona ödeyin der. Gerekli telgraflar çekilir ve dinamo alınır. H.K.
(9) Aslında Niksar’daki un değirmenleri ve fabrikaları ayrı bir yazının konusu olacak kadar geniştir. Ben çocukluğumda dedemlerin eşeğiyle Selimbeyoğlu Hakkı Efendi’nin değirmenine buğday götürüp, öğüttürerek eve aynı çuvallarla un taşıdığımı çok iyi anımsıyorum. H.K.)
(10) Olimpik ölçülerde sayılacak bu havuzun – olimpik ölçüler 50×21 metredir- elektrik üretiminin dışında iki işlevi daha vardı. Birincisi, çiftçilerin mahsullerini daha rahat ve daha iyi sulamalarına olanak vermesiydi. Bilindiği gibi gece yapılan sulamaların mahsul için daha yarayışlı olduğu söylenir. Havuzun ikinci -bence en güzel işlevi- 1940 ve 1950 kuşağı gençlerine yüzme havuzu görevi görmesiydi. Yaz aylarında öğleden sonra havuza gidip Niksar’a dönenlere sorardık: “Kaç badal oldu?” diye. Bilindiği gibi Niksar’da merdiven basamaklarına ‘badal’ denir. Havuzun, su arkının aktığı yöndeki diğer köşesinde 8-10 basamaklı bir merdiveni vardı. Havuzun dibine bu basamaklarla inilir ve aşağıda biriken balçık temizlenirdi. Su alt basamaklar seviyesindeyken bu çamur nedeniyle bulanık olurdu. Su yükseldikçe çamur dibe çöktüğü için berraklaşırdı. Küçük çocuklar havuz yeni doluyorken, yetişkin gençler ise havuz tamamen dolduktan sonra havuza girerlerdi. Denizi olan büyük kentlere gitmiş olanlar mayo ile havuza girseler de büyük çoğunluk ‘don’ la havuza girer, sonra da arkın fundalıkları arasında donlarını sıkar ıslak ıslak tekrar giyerlerdi. Havuz kenarında oturulup sohbet edilir, bazen yemekler yenirdi. Kısacası bu havuz o dönem Niksar’ın en önemli eğlence yerlerinden biriydi.
(11) Belediye tellalı Nuri Amca ilk önce belediye’nin önünde, sonra orta çarşıda Kavlağan Hafız Amca’nın dükkanının önünde son olarak ta Keşfi Camii’nin üst tarafındaki kahvenin önünde elini kulağına atarak “Ey Ahali, dinleyin ilanı: Bu akşam ‘alaktirikler’ saat 6’da verilecek, saat 10’da kesilecektir.” şeklinde halka duyuruda bulunurdu. Çarşı esnafı da ona göre kepenklerini kapatır evlerine giderdi.
(12) Bu depremlerin ilki 27 Aralık 1939’da, ikincisi 20 Aralık 1942’de, üçüncüsü ise 21 Ekim 1943 tarihlerinde olmuştur. (Aslında Anadolu’da gerçekleştiği belirlenen ilk ve en önemli deprem Niksar’da M.Ö. 330 tarihinde olan depremdir. –Kaynak : AnaBritannica, cilt:7 Sayfa:156)
(13) Bu bilgiler Babam A. Kadir Karslı’nın kütüphanesinde o yıllara ait bulunan eski gazetelerin arasında – hangi gazeteden kesildiği yazılmamış- bir gazete kupüründen alınmıştır
(14) İsmet İnönü’nün belediye binasında yaptığı toplantıda, o tarihte Niksar CHP İlçe Başkanı olan kentin ileri gelenlerinden Karslı Zade Mustafa Özdemir, -ki o tarihte 36 yaşındadır- kasaba halkı adına yaptığı konuşmada kentin ve halkın ihtiyaçlarını belirten ayrıntılı bir liste sunar. Listeyi uzun bulan İnönü, “ Ben bir tayınla ordu besliyorum. Sen burada şarlatanlık yapıyorsun, çık dışarı” diye Mustafa Özdemir’i azarlar. (1948 yılında Kâbe’ye giderek ‘hacı’ olan ve daha sonra Karslıoğlu Hacı Mustafa diye anılan bu memleketsever insan 1950’de Demokrat Parti’den milletvekili seçildi. Ölünceye kadar (1974) doğduğu kente hizmetini sürdürdü. Yaşamını “Niksar’da İz Bırakanlar” dizisinde ayrıca anlatacağımız Hacı Mustafa Özdemir, bugün Kelkit Üzerindeki beton köprünün yapılmasından, Ketenderesi (Çamiçi) Yaylası’nın kurulmasına kadar birçok işte emeği geçen birisidir. Bugünkü Endüstri Meslek Lisesi’nin yerini satın alıp binayı yaptıran; Çilhane Camiini satın alıp diyanet işlerine bağışlayan; Arasta Camii ilave inşaatı için camiye bitişik iki dükkânını bağışlayan O’dur. Bugün Niksar’ı geliştirip güzelleştiren her türlü çalışmaya maddi ve manevi destek veren Yüksel Altıner, Hacı Mustafa Özdemir’in kız kardeşi Zehra Altuner’in oğludur.)
(15) Niksar’ın ikinci imar planı ise 1968 yılında Duran Günseren’in belediye başkanlığı döneminde İller Bankası’nca yaptırılmış ancak bu plan daha çok Cavit Tahmisçioğlu’nun başkanlığı döneminde hayata geçirilmiştir.
(16) Osmanlı’nın 1840 yılı Temettuat Defteri’nde mahallenin adı “KOZ” olarak geçmektedir. Ceviz ağacına da “koz” denildiği göz önünde tutulursa, o tarihlerde bu mahallede bol miktarda bulunan ceviz ağaçları nedeniyle de bu isim verilmiş olabilir. Bugün bizim ‘Sıragöz’ dedeğimiz mahallenin o tarihteki adı da ‘Sırakozlar” dır.
Bu yazının hazırlanmasında elindeki bilgi ve belgeleri bana vererek yardımcı olan Sayın Cavit Tahmisçioğlu’na, İsmail Hakkı Tahmisçioğlu’nun torunlarından Sezai Tahmisçioğlu’na, Cavit Tahmisçioğlu’nun oğlu –dedesinin adını taşıyan- İsmail Hakkı Tahmisçioğlu’na teşekkür ederim.
Hami Karslı.