“TÜRKİYE’DE İKTİDAR VE YÖNETİM SEÇENEĞİ”
Her yazı, aslında tarihe bir not düşmektir.
Belki ileri bir tarihte, insanoğlunun konuşup, evrene salıverdiği sesler de toplanabilir.
O zaman, kim nerede, hangi zaman diliminde neler söylemiş, herkes öğrenebilir.
Siz o zaman seyreyleyin çıkacak gümbürtüyü! Belki de “kıyamet” dedikleri şey budur.
Şimdilik bu sadece bir düş!
Ben okurlarımdan, -biraz uzunca olmasına karşın- aşağıdaki yazıyı dikkatle okumalarını ve gelecek günlerin bu yazıda anlatılanları doğrulayıp doğrulamayacağını görmelerini istiyorum.
***
Türkiye’de garip şeyler oluyor.
Büyük bir çoğunluk, aynı dünya görüşüne sahip insanların birlikte kurdukları siyasi iktidarın, güç ve çıkar dengeleri iyi ayarlanamadığı için çatırdadığını zannediyor.
Ortadaki kocaman resim, nedense görülmüyor.
Yakın çevremde, üniversiteler bitirmiş insanların bile, göz önündeki büyük resmi göremediklerini gözlemlediğimde; dilbilimsel çalışmalarının yanı sıra Kuzey Amerika’nın en önemli sol politikacı düşünürlerinden biri sayılan Avram Noam Chomsky’nin
“Toplumun genelinin, neler döndüğünden haberi yoktur. Hatta haberi olmadığından dahi habersizdir” sözünün ne kadar doğru olduğunu düşünürüm.
Tüm dünyayı denetimleri altında tutan küresel güçlerin (CFR, Bilderberg, Rothschild, yuvarlak masa grubu gibi) ellerinde tuttukları iplerle dünyayı yönettikleri göz ardı ediliyor.
Bugün yaşları 80 civarında olanlar “merâtib-i silsile” derlerdi. Bunu, Türkçe bir söylemle “en yetkisizden en yetkiliye doğru giden aşamalar, birbirleriyle ilişkili şeylerin dizisi” diye tanımlayabiliriz. Bizim konumuzdaki dizi ise güçlüden güçsüze doğru giden dizidir.
En büyük güç, bir altındaki gücü, o güç de bir altındaki gücü yönetir.
Bu küresel yayılımcılığın (emperyalizmin) yasasıdır.
Bu yasayı bozacak tek ilke ise “tam bağımsızlığı savunma” ilkesidir.
***
Bir arkadaşım bana e-postayla, Amerika’da Wharton School Of Pennsylvania Üniversitesi’nde, “zarar görme olasılığının çözümlemesi” (risk analizi) konusunda araştırma ve öğretim birimi (kürsüsü) sahibi olan Kimya Mühendisi Dr. Ülkü G. Öktem’in yaptığı ilginç bir çözümleme gönderdi.
Dr. Öktem şunları söylüyor:
“1 Aralık 2013’ü, not defterinize yeni bir kilometre taşı olarak not edebilirsiniz. Bu tarih, Türkiye yakıntarihinde hem CHP için, hem de diğer siyasal oyuncular için önemlidir. CHP, resmen ABD tarafından davet edilmiş, dinlenilmiş ve üzerinde bir iktidar seçeneği olarak çalışmaya değer görülmüştür. Artık, ABD gezisi sonrası yeni bir CHP dönemi başlıyor. Buraya nasıl gelindiğini ABD’den başlayarak çözümleyelim:
ABD yorgun bir imparator! Küresel bunalımdan (krizden) daha fazla yara almadan çıkmak için can simitleri kullandı. Bunalımı yönetebilmek için toplumuna ve dünya halklarına ciddi satımcalar (faturalar) çıkardı. Bu, ona belli mevziler kaybettirdi ama o bunları taktik çekilmeler olarak gördü. Siyasal ve sosyal egemenliğini, yükselmekte olan Çin ve Rusya ile, hatta İran gibi bir bölgesel güçle biraz olsun paylaşmaya itiraz edemedi. Siyaseten saldırgan davranmadı, diplomasiyi öne çekti.
Örneğin, Suriye sorununda karşıtlarıyla çatışmayı göze alamadı. Bunları biliyoruz. Bu taktik geri çekilişin ardından, şimdilerde gücünün süresini uzatma hazırlığında.
Ekonomik olarak, gevşettiği para politikasını, FED’in tahvil alımlarını azaltmaya başlamasıyla sıkılaştırma; oradan 2014’ten başlayarak, düzenli bir büyüme ivmesi yakalamaya çalıştı. Devamında, AB ile serbest ticaret anlaşmasına giderek, onu da toparlama amacını güttü. Japonya’yı bile bu anlaşmaya katmak istedi.
Tüm dünyanın da bu gücünün uzatılmasına uyum sağlamak için kendisine ayar vereceğini, dolayısıyla “kendi suretinde yeni bir dünya”nın mimarisini hayal etti!
ABD, düzenin (sistemin) merkezlerini yakından izleyerek, iyice dağılmanın önünü almaya çalışırken; aynı zamanda yükselen karşıtların etki alanlarını genişletmelerine olanak tanımama çabasında. Ayrıca, dünyanın öteki coğrafyalarında olup bitenin de denetiminin dışına çıkmamasına, hele ki devrim kazalarına uğramamasına çaba gösteriyor.
Orta Doğu alanında yükselen güçlerin alan genişletmesini önlemeye çalışırken; Şiilere, hele ki El Kaide türü Radikal İslam örgütlerine önceciliği (inisiyatifi) kaptırmamanın da çabası içinde. Türkiye ve Mısır örneklerinden hareketle, 11 Eylül’ün ruhsal ve bedensel olarak açtığı yaraların da (travma) etkisiyle yaptığı “ılımlı islam” tercihinin artık çalışmadığını geç de olsa anladı. ‘Ilımlı İslam’ın yerini neyin alacağını henüz bilmiyor ama çağdaşlığa, laisizme, dünyevileşmeye (sekülerliğe) yakınlaştığı söylenebilir.
ABD için; AKP düzeni (rejimi) bunca zamandır içten bağlılıkla (sadakatle) yerine getirdiği işlevin artık dışına çıkar halde;
– Dış politikada Yeni Osmanlıcılık taslayarak çizmeyi aştı.
– Suriye, Mısır, Irak, İsrail sınavları hep düş kırıcı.
– Ayrıca; iç siyasette de, toplumu kendi biçtiği elbisenin içine tıkmaya zorlayarak kutuplaştırdı,
– Düzen içi çelişkileri, düzene dokunca (zarar) verecek kadar uçlara taşıdı.
Bu nedenle bunalımları yönetemez hale geldiği için, değişim geçirmek zorunda.
Bir dünya gücünün tek seçeneğe tutsak olması, ona sadece sıkıntı verir.
Son iki yıldır bu çekilmez bir hal alınca, AKP’ye değil aba altından, açıkça beyzbol sopası gösterildi.
Gezi Direnişi ABD’yi de uyardı. Dış politikadaki düş kırıklığı (hüsran) ise seçenek yaratmayı iyice dayattı ve CHP ipine sarılma, CHP’den seçenek oluşturma, çaresizce önlerine geldi.
CHP’nin ABD gezisinden ne çıktı? Geziyi izleyenlerden Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’den dinleyelim:
“Kılıçdaroğlu, dört gün boyunca ABD yönetimi, Kongre’nin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi kanadı, Musevi toplumunun çatı örgütleri, Amerikan basınının etkili gazeteleri ve dört önemli düşünce kuruluşunun yanı sıra ABD’de yaşayan Türk toplumunun -Gülen Cemaati dahil- tüm tarafları ile görüşmeler yaptı. Kılıçdaroğlu’na gösterilen yakın ilgiyi, Kongre’deki ilişkilerinde yakından gördük”.
Artık CHP, ABD’ye gore, bir iktidar adayı, olmadı yönetim güçbirliği (koalisyon) ortağı adayıdır. Bu, dünya âleme duyurulmuştur. ABD, RTE’yi CHP ile terbiye edebileceğini sezmiş ve duyumsatmıştır (hissettirmiştir).
CHP hakkındaki iç ve dış algı, bu gezi sonrası farklı olacaktır. CHP’ye ilgi ve yöneliş artacaktır.
Örneğin; Kemal Derviş etkeni (faktörü) denklemin içine girerek, ekonomideki CHP algısı yeni bir boyut kazanacaktır. Zamanla kimileri Derviş’i, Kemal Bey’in yerine başkan adayı bile düşleyebilir, bunu yazın bir kenara!
Kimileri, şimdiden CHP’nin ABD çağrısını kabul etmesini ve kendisini anlatmasını, hatta gizilgüç (potansiyel) ortak olarak düşündüğü ‘Fethullah Gülen Cemaati’ ile temaslarda bulunmasını, ABD yayılımcılığına (emperyalizmine) ve Cemaat’e teslimiyet olarak yaftalamaya başladılar.
Bu kesim, CHP’ye olmadık orunlar (payeler) biçip, onun hakkında olmadık beklentiler besleyip, sonra bunlar neden olmadı, olmuyor diye dövünen şaşkınlardır. CHP:
– Sosyal demokrat bir parti olmaya çabalıyor.
– Sosyal demokratlar emek yanlısıdırlar ama sermaye karşıtı değillerdir.
– İki zıtlığı uzlaştırmayı görev sayarlar.
– Yayılımcılık karşıtlığı (anti-emperyalizm) gibi bir ilkeleri yoktur;
– Dünya astlık üstlük düzenini (hiyerarşisini) kabullenir, basamak atlamak isterler.
– Kapitalizm karşıtı değildirler.
– Kapitalizmi yönetmeye isteklidirler.
– Emek iktidarı kurmayı değil; emeğe, bölüşümde biraz daha pay çıksın isterler, o kadar!
CHP de bunları yapmaya isteklidir, fazlasını değil.
Siyaseten Türkiye’yi laisizme döndürmeyi, rayından çıkan güçler dengesini rayına oturtmayı, hiç olmasa AB düzgülerinde (normlarında) bir burjuva demokrasisi kurmayı amaçlıyor. Ekonomide ne tasarlarsa tasarlasın, önüne gelecek yıkıntıyla (enkazla) uğraşmak, bunu da halkın sırtına basarak yapmak zorunda bırakılabilirler.
1978 ve 2001 Ecevit iktidarlarını hatırlamak yeterlidir.
CHP’nin demokratikleşme yolunda atacağı adımlara, sosyalistler ancak destek verebilirler. Ama sosyalistlerin işi gücü, CHP cankurtaran arabasının (ambülansının) açtığı yoldan ilerlemek değildir. Sosyalistlerin kendi programları vardır ve onların hedefleri, sosyal demokratlarınkini çok aşar.
Neden bizim amaçlarımızı CHP benimsemiyor diye dövünmek, sağduyuya aykırıdır, çocukluktur.
Bilmemiz gereken; Türkiye’de güç dengelerinin yeni şeylere gebe olduğu, taşların yeniden dizilecek olduğudur. Herkes bunun ayırdında olmalı ve konumunu buna göre belirlemelidir.”
Sayın Öktem’in söyledikleri düşündürücü değil mi?