04 Mayıs 2011

U L U S Ç U L U K

ile Hami KARSLI

 

Son günlerde, çeşitli kesimlerden birçok kişiyle “ulusçuluk” konusu üzerinde konuşmalar yaptık, tartışmalara girdik.

Akademik unvanları olan, saygın sivil toplum kuruluşlarının yöneticisi durumunda bulunan kimi arkadaşların “ulusçuluk” u yadsıdığını, bu kavramın sanki “devrimcilik”“solculuk” kavramlarıyla çeliştiğini anlatan konuşmalarını büyük bir üzüntüyle karşıladım.

Tam bu sırada Deniz Kavukçuoğlu Cumhuriyet’teki köşesinde “Ulusçuluk, tarihsel olarak kapitalizmin ürünüdür”diyerek(11.Nisan.2011) “ulusçuluk, bugün demogojik nutuk malzemesi olmanın ötesinde bir anlam içermez” savını ileri sürdü.

Daha sonra aldığı tepkiler üzerine 24 Nisan’da, yine Cumhuriyet’teki köşesinde, ulusçuluk ve ulusalcılık sözlerinin “iki farklı terim/kavram” olduğunu savladı.

Sayın Kavukçuoğlu, zahmet edip bir Türkçe sözlüğe baksaydı Arapça “milliyetçi” sözcüğünün, Türkçe “ulusalcı” anlamına geldiğini görecekti.

Geçtiğimiz yıllarda Tokat ve Niksar’da yayımlanan bazı gazetelerde, özellikle “Atatürk Ulusçuluğu” üzerine birkaç yazı yayımlamıştım.

60’lı yıllarda arkadaşlarla yaptığımız tartışmalarda yaptığımız en büyük yanlış, kavramları aynı şekilde algılayamamaktan kaynaklanıyordu. Belki tartışan iki taraf ta aynı şeyleri düşünüyor ama farklı dillerde konuştukları için anlaşamıyorlardı.

Türkçe sözlük, ulusçuluk tanımını, “ulusunu sevmek, onun geçmişine bağlılıkla, geleceği ve yükselmesi yolunda çalışmak temeline dayanan ve bir ulusun ancak kendine ve kendi değerlerine dayanarak yaşayabileceğine inanan görüş” şeklinde yapıyor.

“Ulus”, Arapça “millet” sözcüğünün; dolayısıyla “ulusçuluk” ta “milliyetçilik” sözcüğünün Türkçe karşılığıdır. Sözcüğün Fransızcası “nasyonalizm” dir.

Tüm dünyada insanlar, kendilerini birleştiren dil, tarih, kültür bağlarından dolayı bir topluluk oluşturma bilincine varmış ve bağımsız bir devlet kurmak istemişlerdir.

Türkiye’de ulusçuluk, genel kabul görmüş çeşitlerinin yanında, kendine özgü bir yapıya da sahiptir.

 

PAN-TÜRKİST VE LİBERAL- MUHAFAZAKAR MİLLİYETÇİLİK

 Osmanlı’da milliyetçilik, tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan bir siyasi görüş olarak “Turancılık” la ortaya çıkmıştır. Ancak bu görüş, Türk siyasi yazınında (literatüründe), Turanî kavimleri dışarıda bırakarak, dünyadaki bütün Türklerin tek çatı altında birleştirilmesini hedef alan “Türkbirlikçilik” anlamını taşır.

Dış Türkler’e ilgi, Fransız Tarihçi Leon Cahun’ün “Türkler ve Moğollar” adlı eserinin 1896’da Türkçe çevirisiyle başlar.

1904’te Yusuf Akçura’nın, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan “Üç Tarz-ı Siyaset” kitapçığı yayımlandı.

1908’de “Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek” amacıyla İstanbul’da “Türk Derneği” kuruldu.

1911’de kurulan “Türk Yurdu Cemiyeti” Orta Asya Türkleri’ne yönelik siyasi görüşler ileri sürdü.

1912’de kurulan “Türk Ocağı” Türkçü ve Turancı hareketin odağı oldu. 1913’ten sonra da bu ocak İttihat ve Terakki’nin desteğini kazandı. Hareketin sözcüsü ve ideoloğu Ziya Gökalp idi.

Enver Paşa‘nın Aralık 1914’te giriştiği, birinci hedefi Erzurum’a kadar ilerlemiş Rusları yurttan atmak olan Sarıkamıştaarruzunun ikinci stratejik hedefi Kafkasya üzerinden Orta Asya’daki Türklere ulaşmak ve bu yolla 1.Dünya Savaşı’ndan Osmanlı’yı galip çıkarmaktı. Ancak bu girişim, 23.000 Osmanlı askerinin şehit olduğu bir yenilgiyle sonuçlandı.

TBMM hükümeti 1920’den itibaren Turancı akıma karşı kesin bir tavır aldı. Bunda Eylül 1920’de Sovyet rejimi ile Ankara arasında kurulan diplomatik yakınlığın etkisi vardı.

Turancı düşüncenin tanınmış önderi Ziya Gökalp 1923’te Ankara’da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları adlı eserinde Turancılığı “uzak mefkûre” ilan ederek, Türkiye devletinin kuruluşunu esas alan yeni bir Türkçülük tanımı getiriyordu. Gökalp bu eserinin basımından iki ay sonra Mustafa Kemal tarafından milletvekili adayı gösterildi.

1930’larda yeniden güçlenen Türkçü -Turancı düşüncenin en radikal sözcüsü Hüseyin Nihal Atsız idi.

1939’da Reha Oğuz Türkan Bozkurt adlı dergiyi, 1943’te de Fethi Tevetoğlu Kopuz adlı Türkçü dergiyi çıkarttı.

1941-1944 yıllarında Orhan Seyfi Orhon’un yönettiği Çınaraltı adlı dergide yazı yazan Emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet “Her Türkçü Turancı’dır, her Turancı Türkçü’dür” diyordu.

1944 tutuklamalarından sonra, 1950’li yıllarda Demokrat Parti ve daha sonra da Mareşal Fevzi Çakmak’ın kurduğu Millet Partisi içinde yer alan ve bağımsız bir yapı gösteremeyen Turancı hareket; 1969’da adı değiştirilerek Milliyetçi Hareket Partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Partisi içinde toparlandı.

SOSYALİST MİLLİYETÇİLİK

 Türkiye’de –az da olsa- sosyalistlerin üzerinde etkili olan milliyetçilik Sultan Galiyev tarafından geliştirilmiştir.

Kazanlı bir Tatar Türk’ü olan Mir Seyit Sultan Galiyev, 1917 Bolşevik Devrimi’nin Lenin, Stalin ve Troçki ile dört büyüklerinden biridir.

Galiyev’in temel düşüncesi şudur: Avrupa proleteryası kendi sömürgeci burjuvasıyla iş birliği yapmıştır. Sömürge kaynaklarını burjuvasıyla ortaklaşa paylaşmıştır. Dolayısı ile Avrupa solu, dünya sosyalizmine öncülük edemez, itici güç olamaz. Doğu halklarının bağımsızlık arzusu, dini ve milli değerlerin emperyalizme karşı savaşılıp korunmasıdır. Sosyalist devrimin başarısı ve doğuya yayılması İslam’ın kollanmasıyla mümkündür

Galiyev, Avrupa’da yaygın olan sınıf mücadelesi ile ilgili klasik Marksist teoriyi değiştirmeye kalkan ve Üçüncü Dünya’ya önem veren ulusalcı sol bir ideoloji gütmüştür.

Galiyev’e göre, milliyetçilik sınıf kavramıyla yer değiştirmeli, böylelikle sınıf çatışmalarının olmadığı bir toplum yaratılmalıdır.

Hayattayken başından beri Ankara’daki Milli Mücadele Hareketine destek veren ve Sovyet hükümetini bu konuya yeterince eğilmediği için eleştiren Galiyev’in görüşleri Türkiye solunda ise pek az yer bulabilmiştir. Kemal Tahir, Cemil Meriç, Attila İlhan, Aclan Sayılgan, Hasan Basri Gürses gibi eleştirel düşünebilen az sayıdaki aydın bu konuya eğilmiştir. Galiyev’in fikirlerinin Türkiye soluna siyasi partiler bazındaki yansıması ise daha kısıtlı olmuştur.

 

ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

 Atatürk, bir konuşmasında: “Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplamak ve bu değişik ulus topluluklarını eşit haklar ve koşullar altında bulundurarak güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür, ama aldatıcıdır. Dahası, hiçbir sınır tanımayarak dünyadaki bütün Türkleri de bir devlet olarak birleştirmek, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların ve yüzyıllarca yaşamakta olan insanların çok acı, çok kanlı olaylar ile ortaya koyduğu bir gerçektir. İslamcılık ve Turancılık siyasasının başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanmamaktadır. Soy ayırımı gözetmeksizin, bütün insanlığı kapsayan tek bir dünya devleti kurma tutkularının sonuçları da tarihte yazılıdır. “Baskıncı ve yağmacı” olmak hevesleri konumuzun dışındadır. İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup, onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insancıl bir devlet meydana getirme kuramının da kendine özgü koşulları vardır” diyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nda iktidarın kaynağı halk değildi. Dinsel bir yapı ve “ümmetçi” bir anlayış vardı.

Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı, geleneksel Türk toplumunun “ümmet” olarak yaşama inancını reddeder ve çağdaşlaşmanın en önemli öğeleri olarak gördüğü “ulus” ve “yurttaş” olarak yaşama gereğini ve gerçeğini benimser. Bu anlayış “din” ve “ırk” ayırımından uzaktır.

.Atatürkçülük’te “birlik” ulusal devletle sağlanmış ve ulusçuluk bu birliği pekiştiren en önemli öğe olarak görülmüştür.

Atatürk’ün ulusçuluğu, “ulusun tüm bireyleriyle amaçta, ülküde, yazgıda, dilde, ekinde (kültürde) ulusal kimlik bilincine varması; tasada, kıvançta, olanakların dağılımında birleşmenin mutluluğuna ulaşması; ülke ve ulus bütünlüğü için, devletin ve ulusun geleceği için birlikte çalışma, eyleme geçebilme erdemini, özverisini göstermesi; yönetimde, ekonomide, siyasada, ekinde bağımsızlık doğrultusunda gelişmeye, çağdaşlaşmaya katkıda bulunmaktır”(Prof.Dr.Suna Kili, Atatürk Devrimi,s.231)

Atatürk ulusçuluğunda devlet tam bağımsızdır. Her türlü sömürüye karşıdır. Dine saygılıdır. Ancak toplumu ve devleti dinin tekeline bırakmaz. Laik bir ulusçuluktur. Emperyalizme kesinlikle karşıdır.

***

 Ulusçuluğun Batı’da bir fikir, bir anlayış olarak tanımlanması ve benimsenmesi Fransız Devrimi’nden sonra başlar.

Siyasal, ekonomik, toplumsal ve ekinsel açıdan feodal yapının sürdüğü dönemlerde ulusçuluk anlayışı yoktur.

Mutlak krallıklar dönemlerinde, ulusal duygu, ulusa değil, krala olan bağlılıkla ölçülmüş ve “her şey kral için” yapılmıştır.

Ulusçuluk akımının ilk amacı, sömürge durumuna düşen ya da sömürülen toplumları bağımsızlığa yöneltmek, ülkelerin bağımsızlığını sağlamaktır.

Çağdaş ulusçuluk, toplumsal ve ekonomik sorunların aşıldığı, halkın gelirden, devletin olanaklarından daha adil ölçüler içinde payını aldığı oranda güç kazanır.

***

 Bugün emperyalist devletler, sömürmek istedikleri ülkelerde, ilk iş olarak ulus devlet modeline saldırıyorlar.

 Onlara en büyük yardımı ve desteği de ulusal kimliklerini şu veya bu şekilde kaybetmiş olan yerli işbirlikçiler veriyor.

 “Yaşamda en büyük yol gösterici ilimdir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmadır” diyen bir liderin ulusçuluğunu “faşistlikle” eşdeğer gören sözde aydın, sözde devrimci ama özde düpedüz hain olan, emperyalizmin bu yardakçılarını iyi tanıyalım!