ÜÇ SEÇENEĞİMİZ VAR
Akademik geriatri (yaşlılık bilimi) 2011 Kongresi ile ilgili yapılan basın toplantısında anlatılanlara göre Türkiye’de ortalama ömür 73.7 yıla yükselmiş.
Bu rakam kadınlarda 76.1, erkeklerde ise 71 imiş.
Demek ki ben artık uzatmaları oynuyorum.
*
Zaman zaman kendimle hesaplaşıyor, geçmişte yaptıklarımı, yapmadıklarımı ve yapamadıklarımı düşünüyorum.
Koşullar ve olanaklar elvermediği için yapamadıklarım beni üzmüyor.
Ama, yapabilecekken yapmadığım işler nedeniyle üzüntü duyuyor, kendimi suçlu hissediyorum.
Aslında bugünkü ortama gelmede hangi aydın etiketlinin suçu yok ki?
… . . . . .
Dün, bundan 20 yıl önce yazdığım bir yazıya gözüm takıldı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) yayımladığı bir bildiride şöyle demiş: “Üç seçeneğimiz var: Ya olup bitenleri yok sayacağız, ya uzaktan seyredip yalnızca şikâyet edeceğiz, ya da bir ucundan tutmak üzere işin içine gireceğiz…”
Ben, yazdığım yazıda, halkıma seslenerek, “Evet, senin üç seçeneğin var. Ama aydınlık bir ülkede yaşamak, çağdaş bir toplumun üyesi olmak istiyorsan seçeneğin bir tane:
Bir ucundan tutmak üzere işin içine girmek!”
Ülkenin, ulusunun, tüm sevdiklerinin geleceği için, üzerindeki ölü toprağını atıp, korkularından kurtulup, kollarını sıvayacaksın!
Mine G. Kırıkkanat, yazdığı bir yazıda:
“Korkunun toplumsal vicdanı susturduğu yerde, hiçbir yasa adaleti sağlayamaz.
Baskının korkuyu ürettiği toplumda, hiçbir otorite insanlığı savunamaz.
Vicdanını korkuyla susturduğunun bilincinde olanlar için henüz umut vardır: Bir gün vicdanın sesi, korkunun sessizliğini yırtabilir” demiş.
Güçler sıralamasında –eğer örgütlenmiş bir halkın gücü yoksa– en büyük güç, siyasal iktidarın gücüdür.
Çünkü, devleti siyasi iktidar yönetir.
Tüm devlet güçleri –şu veya bu şekilde- siyasi iktidara bağlıdır.
Bu nedenle, tüm siyasi partiler “iktidar olabilme” uğraşı verirler.
Siyasi partilerle ilgili esasları 2820 sayılı yasa düzenler.
“Demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez öğeleri” kabul edilen siyasi partiler, adı geçen yasada “Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olarak çalışmakla” zorunlu tutulmuşlardır.
Anayasamızda “Kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini ve din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” denilmesine karşın, bugün dolu dizgin bir din devleti olma yolunda hızla ilerliyoruz.
Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olmak artık suç sayılıyor.
Atatürk ve onun silah arkadaşları, laik cumhuriyeti kuran kadro -yeni kuşağın öğrenmemesi açısından- ders kitaplarından çıkartılmaya çalışılıyor.
Devrim yasaları hiçe sayılıyor.
Çağımızda artık hiçbir şey gizli kalmıyor, kalamıyor.
Gelişen teknoloji, özellikle iletişim alanındaki engelleri ortadan kaldırıyor.
Küreselleşme –ya da Fransızca söylemiyle globalleşme- sınırları yok ediyor.
Kim, nerede, ne zaman ne yapıyor, ne söylüyor anında öğrenebiliyoruz.
Devleti yönetenlere bakınız. Ana muhalefete ve diğer partilere bakınız. İktidar olabilmek için hangi yöntemleri kullandıklarına, neler söylediklerine dikkat ediniz.
Tanrı ile insan arasında bir inanış olan dinin, siyasi bir güç, ticari bir kazanç elde edebilmek için nasıl kullanıldığını gözlemleyin.
Halkımızın kutsal duygularını, kişisel çıkarları için sömürenleri iyi tanıyın.
Kaynağı belli olmayan büyük paralarla, ikinci vatanları Amerika’da mal mülk alanları sonra da “vatan, millet, bayrak, ezan, kuran” nutukları atanların amaçlarına iyi dikkat edin.
Bir aktör edasıyla, lideri olduğu tarikatı, siyasi ve meşru bir güç haline getirmek için soytarılıklar yapan tarikatçının elini eteğini öpenleri, ondan faydalananları;
Birçok kentte, ellerinde sopaları, başlarında takkeleri, ayaklarında şalvarları, kirli cüppeleri, göbeklerine inen pis sakalları ve kan bürümüş gözleriyle “laik düzen yıkılacak, şeriat düzeni kurulacak” diye bağıranları;
Masumane şekilde hak isteyen öğrenciyi, işçiyi, memuru coplayıp, ayağı poturlu, eli sopalı şeriatçının Atatürk’e küfretmesini ilgisizce izleyen ilgilileri;
Ve olup bitenleri sadece seyreden sözde aydınları iyi tanıyın.
Albert Einstein, “Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer; kötülük yapanlar yüzünden değil, durup seyreden ve ses çıkarmayanlar yüzünden” diyor.
Laik, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Büyük Önder, Yüce Atatürk, yıllar öncesinden “Ülkeyi derinden sarsan asıl büyük tehlike, içerdeki büyük kitlenin suskunluğudur” diye bizi uyarıyor.
Evet, bir ucundan tutmak üzere işin içine girmezseniz yarın çok geç olacak!
GÜNÜN İTİRAFI:
“60 yıldır kanlı emperyalizmin fikir babalığını yapanlardan, Amerika eski dışişleri bakanı Henry KISSINGER, Rockefeller Vakfı’ndaki yaptığı bir konuşmada diyor ki:
Amerika olarak neden güçlüyüz biliyor musunuz?
Bizler aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz.
Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini ise kahramana dönüştürüp, o ülkelerin üst yönetim konumlarına getiririz.”
GÜNÜN ŞİİRİ:
AYDIN MISIN
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işe başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol
Rıfat Ilgaz – 1968
(Karakılçık adlı şiir kitabından (1969)
Bütün Şiirleri 1927-1991- Çınar Yayınları)