ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI SÜRECİNDE İKİ AYRI DİN ADAMI
On yıl kadar önce, Niksar’da, Tokat’ta çıkan yerel gazete ve dergilerde yayımladığım, “Niksar’a Onur Verenler” üst başlıklı bir dizi yazı yazmıştım.
Bu yazılardan bir tanesinin konusu Niksar’ın ilk müftülerinden Mustafa Fehmi Efendiydi.
13 Haziran 1950 yılında yaşama gözlerini yuman M. Fehmi Amca çocukluğumun sisli anıları içerisinde yer alan sessiz, dingin (sakin) birisiydi.
Yaptığım araştırmalardan, 27 Mayıs 1906’dan 3 Mart 1942 yılına kadar –yani 35 yıl 9 ay 16 gün- Niksar Müftülüğü görevini yürüttüğünü öğrenmiştim.
Kısa yaşam öyküsü şöyleydi:
1866 (Rumî 1282) yılında, Niksar’ın Taşra Mahallesi’nde Hızarcızâde Ali Ağa ile Dudu Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelmişti.
İlk ve ortaokulu (rüşdiyye) Niksar’da okumuş (1880), Tokat’a gidip medreseye kaydolarak Tokat Müftüsü Hacı Osman Nuri Efendi’nin derslerine devam etmiş, 1896’da icazet (izin, diploma) almıştı.
1905’te Niksar Bidayet Mahkemesi (asliye mahkemesi) üyeliğine atanmış, bu görevi yürütürken 27 Mayıs 1906’da Niksar Müftülüğü’ne getirilmişti.
21 Haziran 1934’te 2525 sayılı Soyadı Yasası çıkınca, aile olarak anıldıkları Hızarcıoğulları’nı “Hızarcı” şekliyle soyadı olarak aldı.
Müftülük görevini Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra da sürdüren Mustafa Fehmi Efendi 65 yaşını doldurduğu için 3 Mart 1942’de emekli olmuş; 13 Haziran 1950’de de yaşamını yitirmişti.
***
Mustafa Fehmi Efendi’yi hangi davranışıyla “Niksar’a Onur Verenler” dizisine almıştım?
O, Niksar Müftüsü olarak “Ankara Fetvası” nı onaylayıp; Ulusal Kurtuluş Savaşı veren Ankara Hükümeti’nin, yani Mustafa Kemal’in yanında olduğunu belli eden 153 dinî önderden biriydi.
***
Şimdi 1920’li yıllara dönerek, kısaca “Ankara Fetvası” nedir, kimler tarafından ve niçin hazırlanmıştır, Niksar, Tokat, Erbaa açısından niçin önem taşımaktadır, inceleyelim:
Bilindiği gibi İstanbul hükümetleri, özellikle Damat Ferit Paşa Hükümeti, Anadolu’daki Ulusal hareketin gelişmesini önlemek için daha Sivas Kongresi’nden önce 1919 yılı haziran ayında vali ve mutasarrıflıklara (il ile ilçe arasındaki bir idari bölüm) gönderdiği telgrafta, ulusal ordu kurulmasının yasaklandığını, buna uymayanların şiddetle cezalandırılmasını ve yakalanarak İstanbul’a gönderilmesini emretmişti. Ayrıca bazı şehzadelerin başkanlığında, Anadolu’daki ulusal örgütlenmeyi engellemek için “nasihat heyetleri” gönderilmiş; Harput Valiliğine atanan Ali Galip adında birinin Sivas Kongresini basması ve üyelerini tutuklaması istenmişti. En önemlisi, “padişahın emrine itaat etmeyenlerin” cezalandırılacağını duyuran ‘fetvalar’ yayınlanmıştı. Bunların içinde en tehlikelisi 11 Nisan 1920’de, Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah imzasıyla yayınlanan fetvadır. Bu fetvada, Anadolu’daki Ulusal Kurtuluş Savaşı, Padişaha karşı ayaklanma sayılıyor ve tüm ‘Kuva-yı Milliyeci’ lerin öldürülmelerinin şeriata uygun olacağı hatta Kuva-yı Milliye’ye karşı savaşırken öleceklerin de ‘şehit’ olacakları belirtiliyordu. Bu fetva yüz binlerce çoğaltılıp Padişah yanlısı gazetelerle, posta yoluyla, elden veya İtilâf güçlerinin uçaklarıyla Anadolu halkına ulaştırılıyordu. Bu yüzden ulusal güçlere karşı bazı isyanların boy göstermesi, aklı çelinen bazı askerlerin ordudan kaçması üzerine Ankara’nın da bir karşı fetva hazırlaması düşünülmüştür.
Sonuçta, Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi de olan Börekçizade Mehmet Rifat Efendi başkanlığında Ankara’da bulunan 5 müftü, 9 müderris (medresede ders veren, profesör) ve medrese müdürü ile 6 kişilik ‘ilmiye sınıfı’ndan oluşan 20 kişilik bir grup daha sonraları “Ankara Fetvası” diye anılan karşıt bir fetva hazırladı.
Bu fetvada “Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin doğru olduğu, padişah ve halifenin İstanbul’da esir olduğu için onların yayımladığı fetvanın geçerli olamayacağı” dile getirildi.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen gazetelerde yayımlanan bu fetva 16 Nisan 1920 tarihinde “Heyeti Temsiliye” tarafından Anadolu’ya gönderildi.
Aralarında müftü ve din bilginlerinin olduğu 153 kişi bu fetvayı onayladı. Niksar Müftüsü Mustafa Fehmi Hızarcı bu 153 kişiden biridir. Yaşanılan günler göz önüne alınırsa – ki, padişah ve şeyhülislam Ankara Fetvası’nı hazırlayanları ölüme mahkûm etmiştir- bu fetvanın ‘onaylanmasının’ ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
31 Mart 1924’te kurulan “Diyanet Reisliği” nin ilk başkanı olan, Atatürkçü, yurtsever büyük insan Mehmet Rifat Efendi (Börekçi) Niksar Müftülüğü’ne gönderdiği 24 Temmuz 1939 tarih ve 2883 sayılı yazıda, Müftü Mustafa Fehmi Hızarcı’ya “… Mübeccel (ululanmış, büyük) Cumhuriyet Hükümetimizin mütevazı (alçakgönüllü, gösterişsiz) bir unsuru olarak vazifenize karşı öteden beri gösterdiğiniz sadakat ve bağlılığınızın bundan böyle de daha ziyade (çok) devam ettirilmesini dilerim” denilmektedir.
Yöremizden iki isim daha bu fetvaya onay vermiştir. Bunlar Tokat Müftüsü Hacı Ömer (Feyzi) Efendi (Kuntay) ile Erbaa Müftüsü Abdullah Fehmi Efendi’dir.
***
Mustafa Fehmi Efendi’nin yaşadığı dönemde, çok ünlü, Tokatlı bir din adamı daha vardır. Bu kişinin sanı ve adı Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’dir.
Kendisiyle ilgili, AnaBritannica, Cilt:16,s.326’da şu bilgiler verilmektedir:
“M.Sabri 1869 yılında Tokat’ta doğmuş, 12 Mart 1954’te ölmüştür. Son dönem Osmanlı Şeyhülislamı ve siyasetçisidir. İst. Fatih Camisi Müderrisliği, 2.Abdülhamid’in kütüphaneciliği görevlerinde bulundu.1908’de Tokat mebusu olarak Heyet-i Mebusan’a girdi. Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye’nin yayın organı olan Beyanü’l Hak dergisinin başyazarlığını üstlenerek İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni eleştiren yazılar yazdı. Ahali Fırkası (1910), Hürriyet ve İtilaf Fırkası (1911) ve Cemiyet-i İttihadiye-i İslamiye’nin kurucuları arasında yer aldı. İttihat ve Terakki’nin yönetimi fiilen ele geçirdiği Bâbıâli Baskını’nın (1913) ardından yurtdışına kaçarak Mısır ve Romanya’da kaldı.1. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye getirilerek Bursa’da zorunlu ikâmete tabi tutuldu. 1918’de yeniden siyasete döndü. Darü’l Hikmeti’l-İslamiye’ye üye oldu. Damat Ferit Paşa kabinelerinde şeyhülislam olarak görev aldı.(1919-20) Kurtuluş Savaşı’na karşı sert önlemler alınması yolundaki önerileri benimsenmeyince istifa etti. 1922’de tekrar yurtdışına kaçarak Romanya’ya yerleşti. Oğlu ile birlikte “Yüzellilikler” listesine alındı. İskeçe’de ‘Ksanthi’ adlı bir gazete çıkararak Ankara Hükümeti’ ne sert eleştiriler yöneltti. Sonra Hicaz’a oradan da Kahire’ye geçti. Kahire’de öldü.”
Bu kısa öz geçmiş Mustafa Sabri’yi tanıtmaya yeterli mi?
Kesinlikle hayır!
Bu, Türk ve Türklük’e karşı yüreği kinle, nefretle dolu; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti düşmanı kişiyi kısa bir özgeçmişle tanımak, tanıtmak olası değildir.
***
Ülkemin yurtsever insanları, bu hayını tanımak istiyorlarsa, öncelikle Ulusumuzun kurtarıcısı, Devletimizin kurucusu Atatürk’ün Büyük Söylevi’ni okumalarını öneririm.
İçinden çıktığı bir ulusa düşman olan, Türk yaratılmaktan utanç duyan bu hayını en yansız anlatan bilim adamlarından biri Prof. Dr. Sayın Ali Sarıkoyuncu’dur.
T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırmaları Merkezi Başkanlığı’nın çıkardığı derginin Kasım 1997 tarihli 39. sayısından ayrı basılan “Şeyhülislam Mustafa Sabri’nin Milli Mücadele ve Atatürk İnkılâpları Karşıtı Tutum ve Davranışları” adlı inceleme yazısı okunmalıdır.
Işıklar içinde yatsın, Turgut Özakman’ın, ‘Vahidettin, M.Kemal ve Milli Mücadele adlı’ yapıtı bir başucu kitabıdır. Ulusumuza anlatılan yalanlar, yanlışlar, yutturmacalar belgeleriyle kanıtlanırken hayın Mustafa Sabri’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na nasıl karşı çıktığı, ne haltlar karıştırdığı çok açık bir dille anlatılmaktadır.
Yine, Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın ‘tarih tezleri’ ne El-Cevap adıyla yanıt veren; Atatürk, Ön-Türk Tarihi ve Yakın Tarih çalışmalarıyla ünlenen Tarihçi Sinan Meydan’ın 800 sayfalık yapıtında çok açık belgelerle Mustafa Sabri’nin ve diğer hayınların iplikleri pazara çıkarılmaktadır.
Ancak günümüzün Atatürk ve Laik Cumhuriyet düşmanları; Vahidettin, Damat Ferit hayranları, gerçeklerin yerine fesli şarlatanların, kişiliği tutarsız çıkarcıların saçma sapan söylediklerine; kanıtsız, hayal ürünü yazdıklarına değer vermektedirler.
***
Adına bir zamanlar Tokat’ta vakıf kurulan, değişik kişilerin konuşmalar yaptığı toplantılar düzenlenen ve bazı siyasetçilerin torunu olmakla övündüğü bu Mustafa Sabri kimdir?
Bu hain, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılanları “Kudurmuş haydutlar” diye nitelemiş ve onlara karşı savaşırken öleceklerin “cennete gideceğini” söylemiş;
Mustafa Kemal için “Hilafet ve saltanatı kaldırarak ‘Sultan Osmanoğlu’nun makamına’ geçmek isteyen kişi” demiş;
İngiliz Muhibleri (sevenleri) Cemiyeti üyesi olup bir ara bu cemiyetin başkanlığını yapmış;
Damat Ferit’i, Anadolu’da kurtuluş savaşı başlatanlara karşı sert önlemler almadığı için “aciz, bilgisiz, beceriksiz” bulmuş;
Türkiye’yi parçalayan Sevr Antlaşması’nı imzalayan hükümette yer almış;
İşgalci devletlerin kurdurduğu ve Kuva-yı Milliye aleyhine bildiri yayımlayan ‘Tealî-i İslam Cemiyeti’ nin yöneticisi olmuş;
Türk ordularının İzmir’i kurtarıp, İstanbul’a yönelmesi üzerine Padişah Vahdettin’den ‘sadrazamlık’ isteyerek” Müslümanlardan ve Ermenilerden kuracağı bir ordu ile Türk ordusuna karşı savaşma arzusu göstermiş;
Ulusal Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşınca da oğlu, kızları ve damatlarıyla yurt dışına kaçmış;
İtalya’da iken, 1925 yılında Şeyh Sait ayaklanmasını bastıran Türkiye Cumhuriyeti için “Barbar Türkler, Ermeniler gibi Kürtleri de yok ediyorlar” demiş;
Vatana ihanet savıyla 150’likler listesinin başına adı yazılınca kaçtığı Yunanistan’da “Tövbe ya Rabbi tövbe Türklüğüme; beni Türk milletinden kabul etme!” diye yakarmış;
Vahidettin’in, -İngilizlerin baskısıyla- Kürt Nemrud Mustafa Divanı’na yargılatıp 10 Nisan 1919’da astırdığı Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idamı için fetva vermiş;
Ölünceye kadar yurt dışından Atatürk ve Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhine çalışarak yapılan tüm devrimlere karşı çıkmış Tokat’ın yüzkarası bir kişidir.
Atatürk Büyük Söylev’inde; Rauf Bey’e gönderdiği 21.2.1920 tarihli mektupta “… Bir yandan Zeynelabidin, Hoca Sabri, Sait Molla gibi kişilerin Padişahın isteğine dayanarak ve yalnız Ulusal Kuvvetleri ortadan kaldırmak amacıyla, her yerde kurmaya çalıştıkları “Tealî-i İslam Cemiyeti” adı altındaki kuruluşlar, ulusal örgütlere açıkça saldırılara başlamışlardır” diyerek bu kişinin hainliğini bizzat ifade etmektedir. (Söylev, TDK Yayınları,1978 Sayfa: 215 ve 281)
***
Bugün Türkiye’de bazen gizli bazen çok açık yürütülen savaş, yukarda anlattığım bu iki ayrı din adamının bugünkü yandaşları arasında geçmektedir.
Bir yanda Mustafa Fehmi Efendi gibi Atatürk’ün, Türk Ulusu’nun yanında yer alanlar; diğer tarafta ise Türk olmaktan utanan, Atatürk’ü ve Türk Ulusu’na düşman olanlar…
Gün, bir karınca öyküsünde anlatıldığı gibi “tarafını belli etme” zamanıdır.
Öyküyü bilirsiniz:
“Nemrud, İbrahim Peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra bir meydanda odunlardan büyük bir yığın yapılarak ateşe verilmiş. Alevler o kadar yükselmiş ki, insanlar ve hayvanlar bulutların bile tutuşacağını zannetmişler. Herkes ateşin etrafından kaçışmış. Askerler, İbrahim Peygamber’i mancınıkla ateşin tam ortasına atacaklarmış, Nemrud’ un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin diye!
Bu arada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennem ateşine doğru…
Başka bir karınca onun bu telaşını görüp, yanına yaklaşarak sormuş:
-“Bu acelen niye? Nereye böyle?
Ağzında bir damla su taşıyan karınca, o bir damlayı ellerinin arasına alıp:
-“Duymadın mı” demiş. “Nemrud, İbrahim Peygamber’i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum”
Bu sözleri duyan diğer karınca kendini tutamayarak kahkahalarla gülmeye başlamış.
-“Sen yüzünü şu ateşe dönüp hiç bakmadın mı? Ne kadar büyük! Senin bir damla suyun ona ne yapabilir ki?”
Su taşıyan karınca:
– “Olsun” demiş. “Hiç olmazsa hangi taraftan olduğum anlaşılır.”
Evet, bayanlar, baylar, hangi taraftasınız?
Unutmayın ki, ‘Tarih Baba’ bugün yaşananları bir bir kaydetmektedir!
Cumhuriyet’in aydınlık yüzlü öğretmenlerinden biri olan saygın öğretmenim.
Bu yazınız, büyük bir değerbilirlik örneğidir.
Mustafa Fehmi Bey gibi aydınlıktan yana olan yurtseverlerin ulusumuza, ülkemize katkıları unutulmamalı, unutturulmamalı.
Bu duyguyu bana bir kez daha anımsattığınız için size çok teşekkür ederim.
Ben yaşamı aydınlıktan yana, ilerici insanlarla tutucuların, karanlıktan, bilinmezden yarar umanların hiç sonlanmayacak bir savaşımı olarak görürüm. Sonu gelmeyecek bu savaşımda çağcıllıktan, bilimden yana olanlardan olabildiysek, yaşam’a küçük de olsa bir katkı sunabilmiş sayılırız. Sunabildik mi bilmem; ancak yaşamımızı o yolda tükettiğimizi söyleyebilirim.
Erinç, gönenç dilerim.
Öğrenciniz Tarık Konal