YENİ ANAYASA
TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu yeni Anayasa’nın yazımına başladı.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, komisyonun toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada: “Dört partinin görüşlerinden ortak bir metin çıkarılması gerekiyor” dedi.
Bilindiği gibi anayasalar, bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen, bazı ülkelerde yazılı, bazılarında ise yazısız genel kabul görmüş kurallar dökümanıdır.
Bu köşede yayımlanan 11 Kasım 2011 günü “Anayasa” başlıklı yazımda, birçok ünlü hukukçunun bu meclisin yeni bir anayasa yapmaya hakkı olmadığını söylediklerini ve gerekçe olarak ta “12 Haziran 2011 milletvekili genel seçimleriyle oluşan TBMM’nin, halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’na dayanarak oluştuğunu dolayısıyla tüm çalışmalarını bu Anayasa’ya uygun ve onun sınırları içerisinde yapmakla yükümlü olduklarını” ifade ettiklerini yazmıştım.
Zaten bu konuda görüş bildiren büyük bir kesim “Yeni anayasalar, mevcut ve yürürlükteki bir anayasaya göre seçilmiş milletvekillerinden oluşan ‘kurulu iktidarlar’ tarafından değil, ‘aslî veya talî kurucu iktidarlar’ tarafından yapılır”demektedirler.
Ayrıca, yeni anayasayı halkın seçtiği vekillerin yaptığı iddiası doğruyu yansıtmıyor. Yeni anayasayı AKP, YCHP, MHP ve BDP’nin en üst yönetici kadrosu istiyor ve yapıyor. Zaten TBMM’de bulunan milletvekillerini de bu kadro seçip, halka, adeta “Biz meclise girecek milletvekillerini seçtik. Siz sadece onaylayın” demedi mi?
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük barosu olan İstanbul Barosu Başkanlığı geçtiğimiz hafta içerisinde bir “Kamuoyuna Duyuru” yayımladı.
Günümüz Türkiye tablosunun gerçekçi bir biçimde yansıtıldığı bu duyuruda şöyle deniliyordu:
“Türkiye’de toplumun kaygı verici ölçüde kutuplaşmaya sürüklendiği bu süreçte, bir toplum sözleşmesi olan anayasa değişikliği için olmazsa olmaz olan asgari uzlaşma ortamı sağlanmamıştır.
Bu durum anayasal geleneklere aykırı olduğu gibi tamamen iktidar partisine ilişkin öznel nedenlere dayanmaktadır.
Bu süreç katılımcılık ve çoğulculuktan uzak ve diğer siyasi partilere, sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına kısaca ulusumuza dayatmaya dönüşmüştür.
Bu girişimin, Türkiye’de olağanüstü dönemler dışında iletişim özgürlüğü, özel hayatın gizliliği ve adil yargılanma hakkı gibi en temel hak ve güvencelerin en ağır ve sistematik biçimde ihlal edildiği bir iktidar döneminde ve bu iktidar partisi tarafından başlatılmış olması kaygıları daha da artırmaktadır.
Türkiye’de yargı bağımsızlığını daha da güçlendirmek yönünde öncelikli ve zorunlu olarak yapılması gereken köklü reformlara gereksinim varken, salt HSYK ve Anayasa Mahkemesi gibi yargının üst kurumlarında yapısal değişikliğe gitmenin bir yargı reformu olarak tanımlanması olanaksızdır.
Siyasi iktidarın özellikle son yıllarda yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bir tavır içinde olduğu, yargıyı kuşattığı ve Adalet Bakanlığı’nın HSYK’nın çalışmalarını bilinçli olarak engellediği kamuoyunca endişeyle izlenmektedir.
İktidar partisince dayatılan anayasa değişikliğinin amacı, kendisine ayak bağı olarak gördüğünü ifade ettiği yüksek yargı organlarını tasfiye etmek ve iktidara bağlı bir yargı yaratmaktır.
Bu yöntemle ve bu amaca yönelik olarak yapılmak istenen anayasa değişikliği, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve Anayasanın 2. Maddesindeki cumhuriyetin değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez niteliklerinden olan hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Yapılmak istenen, CUMHURİYETİN TEMEL NİTELİKLERİNİ ORTADAN KALDIRACAK VE ÜLKEYİ OTORİTER BİR YÖNETİM BİÇİMİNE GÖTÜRECEK OLAN BİR REJİM DEĞİŞİKLİĞİDİR. Eş söyleyişle DAYATILAN ANTİDEMOKRATİK UYGULAMALAR KURUMSALLAŞTIRILMAK İSTENMEKTEDİR. ANCAK BU REJİMİN ADI “DEMOKRASİ” OLMAYACAKTIR.
Siyasal İktidar, anayasa değişikliği paketi ile KUVVETLER AYRILIĞI sisteminden KUVVETLER BİRLİĞİ sistemine geçişi amaçlamaktadır. Böylece bağımsız olması gereken YARGI, yasamanın ve yürütmenin, dolayısıyla SİYASAL İKTİDARLARIN denetimine ve güdümüne girecek, HUKUK DEVLETİ olma niteliği ortadan kalkacaktır.
SONUÇ OLARAK; KATILIMCI ve ÇOĞULCU BİR SÜREÇ İÇİNDE GELİŞMEYEN, temel bir UZLAŞMAYA DAYANMAYAN ve bu nedenle MİLLİ İRADEYİ YANSITMAYAN böyle bir anayasa değişikliğinin ve bunun bütün olarak halkoylamasına sunulmasının, özünde yöntem olarak 12 Eylül Anayasası’nın hazırlanma ve kabul sürecinden hiçbir farkı yoktur. Bu şekilde yapılmak istenen bir halkoylaması süreci; gerçek anlamda halkın görüşünün sorulması değil, tıpkı 12 Eylül Anayasası gibi bir dayatma ve aldatmaca olacaktır.
Kısaca siyasi iktidar ÖZGÜRLÜKLER VE HAKLAR ÜLKESİ YARATMAK İÇİN DEĞİL iktidarını daha da güçlendirmek, YARGI ERKİNİ VESAYET ALTINA ALMAK, ANTİDEMOKRATİK VE BASKICI BİR DÜZEN KURMAK İSTEDİĞİ İÇİN bu yönde değişiklik yapmak istemektedir. Bu değişikliğin gerçekleşmesi durumunda NE ANAYASANIN RUHU ve NE de DEMOKRASİNİN adı kalacaktır.
BU TEHLİKELİ GİDİŞE DUR DEMEK VE YAPILMAK İSTENENLERİN KARŞISINDA OLMAK SAĞDUYULU VE ÜLKESİNİ SEVEN HER VATANDAŞIN GÖREVİDİR.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”